Kralın adamları cephe gerisinde

"Kingsman" serisinin üçüncü filmi "The King's Man" bu hafta vizyona girdi. Başrolünü Ralph Fiennes'in üstlendiği ve Kingsman'in başlangıç hikayesini anlatan film beklentileri karşılamaktan uzak

Emrah Kolukısa

Matthew Vaughn'un geleceği parlak genç bir yönetmen olduğu günleri hatırlayanınız var mı? Ben biraz zorlandım ama silik de olsa hatırladım. Henüz 33 yaşında çektiği "Layer Cake" ile yapımcılıktan yönetmenliğe geçiş yapan Vaughn o zamanlar Danny Boyle, Guy Ritchie gibi isimlerin domine ettiği İngiliz popüler sinemasına yeni bir soluk getirecek gibi duruyordu. Sonra 2010 tarihli, "Kick-Ass" ile güçlü bir mizah duygusunun hakim olduğu bir aksiyona imza attı ve ardından franchise aleminde yer almayı tercih ederek bence sıradanlaşan bir kariyerin içine düştü; bile isteye olduğu için söyleyecek fazla da bir şey yok tabii. 2015 tarihli "Kingsman" ile kendi kontrolündeki bir franchise'ın tohumlarını atan Vaughn sonraki iki devam filminde eleştirmenlerden hep düşük notlar alsa da bir şekilde gişeyi idare etti ve bugünlere kadar geldi. Şimdi serinin dördüncü halkası için de yeşil ışık yandığına dair haberler var; hayırlısı...

Ralph Fiennes, Harris Dickinson, Gemma Arterton, Rhys Ifans gibi isimlerin rol aldığı "The King's Man" izleyiciyi 20. yüzyılın başlarına götürüyor ve Kingsman adlı gizli örgütün nasıl doğduğuna dair bir başlangıç hikayesi anlatıyor. Oxford Dükü Orlando Oxford'un (Ralph Fiennes) karısının 1902'de Güney Afrika'da bir saldırı sonucu öldürülmesiyle açılan film 12 yıl sonrasına atlıyor ve bu sefer de sonradan 1. Dünya Savaşı olarak adlandırılacak büyük kabusun nasıl başladığına dair bir spekülasyonla devam ediyor. Spekülasyon diyorum zira bugün bile bitmeyen o meşhur komplo teorilerinin bir benzerini gündeme getiriyor film ve sözde çok gizli kötücül bir organizasyonun dünyanın en güçlü ülkelerinin yöneticilerini nasıl etkisi altına alarak Avrupa'yı savaş batağına sürüklediğini öne sürüyor. Tabii ki bu bölümler yoğun bir mizahla anlatıldığı için ciddiye bile alınmaktan uzak ama son perdeye kadar kimliği açıklanmayan ve diğerlerinin kendisine "Çobanım" diye hitap ettiği şeytani liderin, örneğin kendisiyle ittifak içindeki Lenin'i 'Hadi başlat artık şu devrimi' minvalinde sözlerle kontrol ettiği düşünülürse komiklik için bile tarihi böylesine kaba biçimde tahrif eden Vaughn'un bir zamanlar 'zekice' olarak tarif edilen mizah duygusunun ne denli köreldiğini gösteriyor açıkçası.

İKİ FARKLI HİKAYE

İşin ilginç yanı "The King's Man"in içinde iki farklı hikaye var ve biri ne denli 'komik', aksiyon anlamında fazlasıyla abartılı ve cilalıysa, diğeri de neredeyse o denli acıklı ve gerçekçi. Savaşın kaçınılmaz olduğu anlaşılınca 19 yaşındaki oğlunun cepheye gitmemesi için her şeyi yapan Oxford'un trajik hikayesini öne çıkaran bu ikinci hikayede uzun bir cephe sahnesi var ki sanki bambaşka bir film izliyoruz. Doğrusu filmin bu bölümü diğerine nazaran çok daha başarılı. Elbette 1. Dünya Savaşı'nın korkunçluğunu anlatan çok daha iyi filmler izledik geçmişte ve tabii ki onlarla karşılaştırıldığında buradaki hikaye çok sıradan kalıyor ama en azından bir türlü ölmek bilmeyen Rasputin'in (Rhys Ifans) Rus dansları yaparak kılıç şakırdattığı bölüm dışında akılda kalan pek bir sahnesi olmayan filmde azımsanmayacak bir etki bırakıyor.

TARİHE SAYGISIZLIK MI?

Tarihle kafa bulmak, eğer yaratıcı ve zekice bir şekilde yapılırsa gerçekten de çok iyi sonuç verebilir. Monty Phyton örneğin bu konuda alabildiğine başarılı bir örnek. Ama "The King's Man"deki gibi zekadan yoksun bir şekilde yapıldığında hiçbir anlamı kalmadığı gibi izleyicide tuhaf bir 'saygısızlık yapıldığı' hissine yol açıyor. En azından bende böyle oldu, bakalım siz ne düşüneceksiniz?

FİLMİN NOTU: 5/10