En güzel Turgut Uyar şiirleri...

İkinci Yeni akımının öncülerinden Turgut Uyar, 95 yıl önce bugün dünyaya geldi.

cumhuriyet.com.tr

Turgut Uyar, 4 Ağustos 1927 tarihinde Ankara'da dünyaya geldi. İkinci Yeni akımının öncülerinden Uyar, Türk şiirine yepyeni bir soluk getirdi.

İşte en güzel Turgut Uyar şiirleri...

Göğe Bakma Durağı

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından

Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar

Şu aranıp duran korkak ellerimi tut

Bu evleri atla bu evleri de bunları da

Göğe bakalım

 

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım

İnecek var deriz otobüs durur ineriz

Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya

Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum

Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun

Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam

Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım

Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda

Beni bırak göğe bakalım

 

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım

Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum

Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi

Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor

Seni aldım bu sunturlu yere getirdim

Sayısız penceren vardı bir bir kapattım

Bana dönesin diye bir bir kapattım

Şimdi otobüs gelir biner gideriz

Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç

Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin

Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat.

Senfoni

Önce sesin gelir aklıma

Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm

Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli!

Sonra cumartesi günleri gelir

Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum

Bir yağmur yağsa da beraber ıslansak.

Kırk kere söyledim bir daha söylerim

Savaşta ve barışta karada ve denizde

Düşkünlükte ve esenlikte

Zamanımız apayrı bize göre

Yanyana olduk mu elele

Aç kalsak ağlamayız biliyorum.

İçim güvercinleri okşamış gibi rahat

Sen yanımdayken ister istemez

Geniş meydanlarda akşam üstleri

Üstüste üç kere deniz üç kere çınarlar

Sen yanımdayken ister istemez

Uzak ırmakları hatırlıyorum.

Arasıra düşmüyor değil aklıma

Yabancı kadınların sıcaklığı

Ama Allah bilir ya ne saklıyayım

Yanında ihtiyarlamak istiyorum.

Acıyor

Mutsuzluktan söz etmek istiyorum

Dikey ve yatay mutsuzluktan

Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun

Sevgim acıyor

 

Biz giz dolu bir şey yaşadık

Onlar da orada yaşadılar

Bir dağın çarpıklığını

Bir sevinç sanarak

 

En başta mutsuzluk elbet

Kasaba meyhanesi gibi

Kahkahası gün ışığına vurup da

Ötede beride yansımayan

Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi

Öbürünün bir kadından aldığı verem

Bütün işhanlarının tarihçesi

Bütün söz vermelerin tarihçesi

Sevgim acıyor

 

Yazık sevgime diyor birisi

Güzel gözlü bir çocuğun bile

O kadar korunmuş bir yazı yoktu

Ne denmelidir bilemiyorum

sevgim acıyor

Gemiler gene gelip gidiyor

Dağlar kararıp aydınlanacaklar

Ve o kadar

 

Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır

Sonbahar geldi hüzün

Kış geldi kara hüzün

Ey en akıllı kişisi gündüzün

Sevgim acıyor

Kimi sevsem

Kim beni sevse

 

Eylül toparlandı gitti işte

Ekim falan da gider bu gidişle

Tarihe gömülen koca koca atlar

Tarihe gömülür o kadar

Bir Gün Sabah Sabah

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,

Uykudan uyandırsam seni:

Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.

Vapur düdükleri ötmededir.

Etraf alacakaranlık,

Köprü açıktır henüz.

Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

 

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça

Gece demir köprülerden geçmiştir tren.

Dağ başında beş on haneli köyler,

Telgraf direkleri yollar boyunca

Koşuşup durmuş bizle beraber.

 

Şarkılar söylemişim pencereden,

Uyanıp uyanıp yine dalmışım.

Biletim üçüncü mevki,

Fakirlik hali.

Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,

Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım..

 

Ver elini Haydarpaşa demişiz,

Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,

Hava hafiften soğuk,

Deniz katran ve balık kokulu

Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,

Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

 

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,

-Kim o? dersin uykulu sesinle içerden.

Saçların dağınıktır, mahmursundur.

Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim,

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,

Uykudan uyandırsam seni,

Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.

Fabrika düdükleri ötmededir.

Geyikli Gece

Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta

Her şey naylondandı o kadar

Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.

Ama geyikli geceyi bulmadan önce

Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

 

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz

Yeşil ve yabani uzak ormanlarda

Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan

Hepimizi vakitten kurtaracak

               Bir yandan, toprağı sürdük

               Bir yandan kaybolduk

               Gladyatörlerden ve dişlilerden

               Ve büyük şehirlerden

               Gizleyerek yahut döğüşerek

Geyikli geceyi kurtardık

 

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı

Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk

Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza

Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları

Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk

Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz

Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

 

               Geyikli gecenin arkası ağaç

               Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü

               Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı

 

İster istemez aşkları hatırlatır

Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş

Şimdi de var biliyorum

Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz

Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

 

Hiçbir şey umurumda değil diyorum

Aşktan ve umuttan başka

Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı

Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

 

Biliyorum gemiler götüremez

Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini

Örneğin Manastırda oturur içerdik iki kişi

Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek

Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı

Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi

Geyikli gecenin karanlığında

 

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa

Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak

Gümüş semaverleri ve eski şeyleri

Salt yadsımak için sevmiyorduk

Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz

Ne iyiydik ne kötüydük

Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa

Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı

 

Ama ne varsa geyikli gecede idi

Bir bilseniz avuçlarmız terlerdi heyecandan

Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda

Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında

Büyük otellerin önünde garipsiyorduk

Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte

Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız

Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk

Yahut bir adam bıçaklasak

Yahut sokaklara tükürsek

Ama en iyisi çeker giderdik

Gider geyikli gecede uyurduk

 

               Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede

               İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı

               Sultan hançerIeri gibi ayışığında

               Bir yanında üstüste üstüste kayalar

               Öbür yanında ben

 

Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım

Eskimiş şeylerle avunamıyoruz

Domino taşları ve soğuk ikindiler

Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık

Gölgemiz tortop ayakucumuzda

Sevinsek de sonunu biliyoruz

Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum

İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada

Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum

Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum

İyice kurulamıyorum saçlarını

Bir bardak şarabı kendim için içiyorum

 

               Halbuki geyikli gece ormanda

               Keskin mavi ve hışırtılı

               Geyikli geceye geçiyorum

 

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

Sibertenik

Üç kere üç dokuz eder

Bilirsin

Birin karesi birdir

Kare kökü de

Bilirsin

"Mutlu aşk yoktur"

Bilirsin

 

Ama baharda ya da dışarda

Sonsuz göğün altında

Aşkın aşkla çarpımı

Nedendir bilinmez

Garip bir biçimde

Hep sonsuzdur

Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiir

Sizin alınız al inandım

Morunuz mor inandım

Tanrınız büyük âmenna

Şiiriniz adamakıllı şiir

Dumanı da caba

Ama sizin adınız ne

Benim dengemi bozmayınız

 

Bütün ağaçlarla uyumuşum

Kalabalık ha olmuş ha olmamış

Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum

Ama ağaçlar şöyleymiş

Ama sokaklar böyleymiş

Ama sizin adınız ne

Benim dengemi bozmayınız

 

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de

Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı

Yangelmişim dizboyu sulara

Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum

Hiçbirinizle döğüşemem

Siz ne derseniz deyiniz

Benim bir gizli bildiğim var

Sizin alınız al inandım

Sizin morunuz mor inandım

Ben tam dünyaya göre

Ben tam kendime göre

Ama sizin adınız ne

Benim dengemi bozmayınız

Çokluk Senindir

Özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir

Özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

 

Suya giden adam meselâ omuzunu eğri tutsa

Güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

 

Ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın

Kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

 

Kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır

Bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

 

Bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın

Ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

 

Çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi

Her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

 

Senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi

Tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

 

Ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın

Aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir

Uzak Kaderler İçin

Birgün, bir yağmurla garip garip

-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-

Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım

Alıp başımı gideceğim.

 

Asır yirminci asırdır, amenna

Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım

Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi

Uzaklar daha uzaklaşır

Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri

Sımsıcak sevgilere muhtacım.

 

Bir gün alıp başımı gideceğim

-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...-

Belimi bir ılık şal sarsın, mavi

Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız

Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin

Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

 

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm

Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde

Diyarı gurbette kanlı bir aşk

Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde

En uzak beyazlar,

En yakın ikindilerde, duygulu

Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam

İçip içip ağlasam...

 

Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?

Herkesin derdinden pay isterken.

Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi

Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

 

Bir gün, bir parkta otururken, biliyorum

Bir el yağmurla dokunacak omuzuma

Bir çift göz, bir davet, bir kalp

Çoluğu çocuğu terk edeceğim.

Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

 

Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak

Toprak ve insan kokularıyla,

Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için

Başımı alıp gideceğim.

Gecenin Şarkısı

Gecenin şarkısı markısı kimindir

Hangi şarkısı üstelik

Gecenin şarkısı senin olsun ben istemem

Üstelik o şarkı herkesindir

Çünkü bulutlar konuşur

Kuşlar uyur

Ses uyanır

Şimdi kimindir gecenin şarkısı

 

Kimi hüzzamdan bir şarkı besteler uykusunda

Otlar büyür

Ocaklara girilir madenlerde

Ne düşler görür insan kimbilir

 

Gece onundur

Hiçsizliğe

Tanrı sen ne kadar güzelsin

Bir hiç olarak

Ormansın belki bilmiyorum

Belki ormanda bir ağaçsın şuncacık

Bir pazartesi günüsün

İnsanları dupduru edemeyen

Bütün karayollarında ve demiryollarında

Gider gelirim bütün dünyada

Ama biliyorum Kırşehir'de mezarsın

Bir kilisesin Kapadokya'da

Sözgelimi yumurtada zarsın

Ustasın sabahları yapmada

En katı yoklukları koyarak insanın içine

Akşamüstlerinde biraz gaddarsın

Sular ve zamanlar kararırken

 

Ne yapalım

Bari bağışlayalım birbirimizi.

Acının Coğrafyası

Kente kapandık kaldık tutanaklarla belli

Sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden

Yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar

Ve her köşe bir tuzaktır

Birer darağacıdır her meydan saati

Öğle vaktini kesinlikle gösteren

Oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır

 

Çığlığım uzun uzun kalır içimde

Yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde

Rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde

Ve gece duruşmasından yeni çıkmışken

Sabahın terazisi eksik tartar gölgemi

 

Artık öyle açık ki kuşkuya yer yok

Kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır

Tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde

Örneğin çukurova ve mekong köylerinde

Acıdır ağacın gölgesini yapan

Bunu herkes bilir

 

Kutsal acı besleyen acı sütünü emiyoruz

Yatıyoruz seninle terli döşeklerde

Saati seninle kuruyoruz bir çalar saati

Sen donatıyorsun kalbimizi

Kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek

Kendi çoğunluğunu kendi üreterek

 

Kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat

Mutsuzluk acıya varana kadar

Artık yeminimiz bir tatar gölgesi gibi

Öyle bir gölge ki belki çok dardır

Kısa vakitlerinde aceleci akşamın

 

Artık öyle açık ki kuşkuya yer yok

Acıya hep yer vardır aramızda

Dört cepli yeleğim aynı kolaylıkla taşır her şeyi

Bozuk paraları da umutsuzluğu da

Aynı kolaylıkla tutmuş gibi olurum

Güneşin yedi renk ayasını

 

Biliyor musun güçlü dağları görmenin zamanıdır

Şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum

Ya da üst üste silah atsan

Kent tepinir belki bütün kuşlar uçar

Belki değil mutlaka

Ama

Bir tanesi mutlaka kalır.

Çok Üşümek

Bir kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın

Urban içinde üşüyüp üşüyüp kaldığımızın

 

Bir kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde

Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça

 

Bir kalır yabancı yataklarda o oteller

Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer

 

O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler

 

Bir kalır uzun duvarlar ve onların dipleri

Bir kalır yılgın adamların hep "Evet" dedikleri

 

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız

Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız

 

Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün

Bir kalır uzun kitaplarda anısı çok üşüdüğümüzün

Binlerce

Binlerce pazartesi geçti ömrümde

Hangisiydi o çıkaramıyorum

Bir kiraz yediğimi hatırlıyorum kurtluydu

Demek oldukça eski

 

Bir de saçmasapan şeyler

Bir kızın dizaltını örneğin

Bir adamin çirkin sigara içişini

 

Nasıl yaşanıyor bu vesayetli dünyada

Hangi çılgınlar nasıl dayanıyor buna

Kimsenin soyunu sopunu bulmak görevim degil

Kendi öykümü düzenlemek yetiyor bana

Güzel bir öğle vakti

Eski güzel bir akşamı hatırlayarak

Sonra dopdolu şeyler

Damacanalar gibi

İçim kabarıyor

 

Sonu olsun diyorum

Neyin sonu ama

Hiç degilse bu taş basamakların

Kankentleri

Kan akıyor penceresi karanlık evlerden

Ölü kadınların üstüne tuğlaların üstüne

Denizse aydınlık ve incili mavili taşrada

Kana doğru ürkek en güzel yaban balıklar

Bu kandır akıttığımız sıkıntılı pazarlarda

Üst üste yergökyüzüne içki şişelerine

 

Kan içinde elleri ve öbür parmakları

Boşnak değil çocuklar dondurmacılarda

Mezarlı Eyüplerde ve deniz kenarlarında

Sarışın kafaları ama analı babalı

Kan akıyor ahşap yapılardan sokaklara sokaklara

Mavi ülkeleri tatsız kısa pantolonlarda

 

Kan akıyor oluklardan öyle kan

Boyanır batmış gemiler perşembesi

Bir tesbih bir zımba bir yazı makinesi

Çektikçe böyle katil kralları

Edirnekapı Üstüne Şiir

İstanbul dediler mi benim aklıma,

Vaiz sokağı gelir hemen.

Edirnekapı gelir, evimiz gelir

Köşebaşında duran bir güzel kız gelir.

Biletçi zili çeker, tramvay durur

Bir manav, bir meyhane, iki akasya

Kumrular geçer kilisenin çan kulesinden

Beyaz bulutlar geçer...

Burası Hasan Efendinin kahvesi Edirnekapıda,

Bu taşçı Kemal, çocukluk arkadaşım.

Bulutu Haliçten, rüzgarı Boğaz’dan

Bir baygın gün içindeyiz, yazdan.

“Dört cıhar, sebayidü, pencüse

Akşam olur, güneş batar nerdeyse.”

Pırıl pırıl aşk içinde Mihrimah Sultan Camii

Eyüpten vapur düdüğü,

Yenikapıdan tren sesi.

Kalkarız ağır ağır kahveden

Ben, Kemal, Kemalin eniştesi...

Vaiz sokağına gelir eve varırım

Kapıya iki üç defa vururum

Karım kapıyı açar, çocuklar koşuşur

Ekmeğimiz var, yemeğimiz var

Yemeğe iştahımız var.

Oturur yemek yeriz cümbür cemaat

Alnımızın terinden, elimizin emeğinden

Etrafa yayılınca makarnanın buğusu,

Bize ne elalemin on türlü yemeğinden...

Alır karımı gezmeğe götürürüm

Bir dolmuşa bineriz Edirnekapıdan.

Sultanahmette atkestanelerinin en güzeli

Elli kuruş verir, cambaza gireriz.

İstanbul bizim memleket, yaşımız yirmibeş

Basmayı da, ipeği de aşkla giyeriz.

Yenicami önünden güvercinler uçan

Mavnalar, takalar, koca koca gemiler,

Köprüden günde kimbilir kaç insan geçer

Denizde balıklar güzel, havada kuşlar

Bir gülüşü karımın, sevdamı yeniler.

Denizlerin kumuyum, balıkların puluyum

Adım Turgut, kendim İstanbulluyum

Ben Allahın bir sevdalı kuluyum

Üsküdara geçerken bir yağmur almadı ama

Bir güzel yaz günü Kadıköy vapurunda

Japone kollu bir kız aklımı aldı.

Bakıştık, gülüştük, hoşlandık

Derken o yoluna gitti, ben evime...

Bizim ev iki oda, bir sofa

Ev sahibi ayda yetmiş lira alır.

Kapıda atnalından, sarmısaktan bir nazarlık

Önümüzde kaleler, arkası mezarlık.

Gün olur çoluk çocuğunla bir bakarsınız

Güzelim vaiz sokağında benim de

Ferah, aydınlık bir evim olur.

Bir büyük radyo da alır, yerleşirim

Geçerim pencereye akşamüstleri.

Boy boy sardunyalar, fesleğenler,

Boy boy bulutlar karşımda.

Saçağımızda bir kırlangıç yuva yapmış.

Ahmet efendi geçer, selam veririm

Bakkal İbrahim selam verir, alırım.

Fesleğenler kokar, sardunyalar kızarır

İstanbul sereserpe önümde geceye karşı

Gemilerden, fabrikalardan düdükler

Şimdi bir tren kalkar Sirkeciden bilirim.

Alacakaranlıkta kıpır kıpır gölgeler

Sesler gelir yakın sinema bahçesinden

Bir hoş olurum.