Heba edilmiş yaşamlar...

1933’te yayınlanan ve dilimize ilk kez çevrilen romanı Antoine Bloyé’da (Çev. Hüseyin Can Akyıldız / Sel Yayıncılık) Paul Nizan okuyucuları, 19. yüzyıl pastoral manzarasının fabrikalar, trenler, uzayıp giden raylar, buhar ve sisle kaplanıp yok olmaya başladığı bir döneme götürüyor.

Emre Caner

GENÇ BİR ÖLÜNÜN ARDINDAN...

1905 ile 1940 yılları arasına sıkışmış kısacık bir yaşamdır Paul Nizan’ın serüveni. Bir demiryolu teknisyeninin oğlu olarak doğması, Paris’in filozoflarıyla ünlü yüksek öğretmen okulu Ecole Normale Superieure’de felsefe eğitimi, Aden’e yaptığı varoluşsal yolculuğu, kaleme aldığı huzursuzluk vaat eden kitapları, dönemin sol siyasetinde oynadığı etkin roller Paul Nizan’ın yaşamından satır başları olarak sıralanabilir.

2. Dünya Savaşı’nın hemen başında bir Nazi kurşunuyla sonlanan bu yaşamın otobiyografik izleri Nizan’ın romanlarından da sürülebilir.

Aden Arabistan ve Fesat isimli kitaplarıyla bilinen Paul Nizan ismine, varoluş literatürüne aşina okurlar yabancı değildir. Çünkü Jean Paul Sartre uzun yıllar aynı okullarda okuduğu çocukluk arkadaşını metinlerinde sık sık anar.

Genç bir ölünün ardından konuşmanın mahcubiyetini her daim içinde taşır Sartre. Simone de Beauvoir da öz yaşantısını kaleme aldığı kitaplarında Nizan’a değinir. Sartre ve Beauvoir’nın Nizan’ın unutulup gitmesine izin vermedikleri sık sık dillendirilmiştir.

“Ben de 20 yaşında oldum. Kimse bana yaşamın en güzel çağı budur demesin,” cümlesi Paul Nizan ile özdeşleşmiştir. Her daim genç ve öfkeli olmasının sırrı belki de bu cümlede saklıdır.

DEMİRYOLCU BABASINI MERCEĞE ALIR!

Paul Nizan insanın özgür iradesini körelten, içinde taşıdığı varoluş ihtimallerini budayan her türlü uyumluluk haline adeta savaş açmıştır.

Antoine Bloyé romanında Nizan, bir demiryolcu olan babasının yaşamına odaklanır. Onu doğumdan ölüme gözlemlemişcesine anlatır. Babasının arzularını, hırslarını, zayıflıklarını sayfalar boyunca tüm şeffaflığıyla ortaya dökerken kurulu düzenin yol açtığı yabancılaşmayı da gözden kaçırmaz.

19. yüzyıl pastoral manzarasının fabrikalar, trenler, uzayıp giden raylar, buhar ve sisle kaplanıp yok olmaya başladığı bir döneme götürür okuyucuyu.

Askeri okullar orduya nasıl subay yetiştiriyorsa Fransa’nın meslek yüksekokulları da 1.5 milyonluk sanayi ordusuna aynı disiplinle makine adamları yetiştirmektedir. Mühendislik çağı; hesap, kitap, ölçü, düzen, kar ve verimlilik toplumu yaratmıştır. Bunların dışındaki değerlerin ötelenmesi, insani olanın unutulması dönemin adeta ruhsal durumudur.

Makinelere hükmedenlerin güce sahip olduğu, kapitalizmin yeni kuşaklara daha iyi bir yaşam vaadinde bulunduğu dönemdir. Nizan’ın dedesi trenlerde kondüktördür, babası ise mekanikçi olarak başlayan kariyerinde mühendisliğe terfi etmiş ve sonrasında üst düzey yöneticiliğe kadar yükselmiştir.

ÖMRÜNÜ KEMİREN TEMEL AÇMAZ!

Muhalif gözle bakılmadığında Antoine Bloyé’ın yaşamı “gayet normal” hatta başarılı bulunabilir. Ama Nizan kariyerci dayatmalara daha o dönemden karşıdır.

Babasını ne aklama çabası içindedir ne de onu yerden yere vurmak niyetindedir. Ama gerçeği tüm çıplaklığıyla acımasızca okuyucunun önüne serer.

İşçi sınıfından kaçış itkisi ama öte taraftan da burjuvaziye tam anlamıyla tutunamayış aslında Antoine Bloyé’ın ömrünü kemiren temel açmazdır.

Yaşamını iş haline getirmiş, işi bir yükselme aracı olarak görmüş, sınıf atlamayı takıntı yapmış ve bu yolda durup dinlemeden ömrünü heba etmiş herkesi eleştirir aslında Paul Nizan. Bu bağlamda çağ farkı ortadan kaybolur ve metin günümüz beyaz yakalısının yaşam tarzına, harcama eğilimlerine, ihtiraslarına tutulmuş bir ayna olarak da okunabilir.

Kendi varoluşu üzerine düşünmeyen, başka ihtimallerden sürekli kaçan çoğunluk yazarın hedefindedir. Boşa geçirilmiş tüm yaşamların ifşasıdır Antoine Bloyé romanında anlatılan.

Antoine Bloyé / Paul Nizan / Çev. Hüseyin Can Akyıldız / Sel Yayıncılık / 247 s.