Yok sayılanların öyküsü
Sedef Ecer'in yazdığı 'Kenardakiler’, bize denizi göremeyenlerin, öteki tarafa geçemeyenlerin; yok sayılanların hikâyesini anlatıyor.
Umur YedikardeşKenardakiler, şehrin kenarında Cinler-Periler tepesinde yaşayan Azad ve Tamar ile anne-babaları Bilo, Dilcha ve ‘Çingenelerin’ büyücüsü Kybeele’nin paralel kurguyla anlatılan hikâyesi. Oyunda köyden kente göç edenlerle, kentte denizi göremeden Paris hayalini kuranların hayatlarına tanık oluyoruz. Gidebilenler gittikleri yerde aradıklarını bulamazken, kalanların ise umudunu ülkenin en sevilen televizyon programı “Kenarın Sultanı”na bağladığını görünce; tanıdıklık hissi canlanıyor düşüncelerimizde.
Abartısız oyunculuklar
Hem anlatıcı hem de yaşayan roller üzerinden baktığımızda ise; anlatılan ve anlatmak istenen bir hayli fazla. Abartısız ve ajite edilmemiş oyunculuklar hikayeyi daha gerçekçi ve yalın bir hale getiriyor. ‘Batı’ imgesi hem şehir, hem de Avrupa anlamında başarılı bir şekilde kullanılmış. Bu iki imgenin ve şehrin batısı anlamında kullanılan ‘Öbür yaka’nın yaşanan ve deneyimlenen değil; söylenen veya hayal edilen bir kurgu olduğunu, ‘denizi’ göremeyen ama hayal eden karakterler bize işaret ediyor. Kenti umut,fabrikayı gelecek, Batı’yı ise kurtuluş olarak düşünenleri görünce; Türkiye’de rant uğruna yerinden edilen, yaşamak için sağlığını tehlikeye atan, özgürlük için gitmek zorunda bırakılan insanlar düşüyor aklımıza.
‘Kenar’ın Sultanı’ diye adlandırılan televizyon programına ayrı bir parantez açmak gerekir. 1960’larda köyden kente göç edenlerin yaşadığı ‘refah’ köyde kulaktan kulağa yayılınca, köydekiler ‘İstanbul’un taşı toprağı altın’ diyerek soluğu İstanbul’da alırlar. Bilo ve Dilcha’nın anlatılardan hayalini kurdukları ‘kent’, yıllar sonra Azad ve Tamar’ın hayalinde televizyonun gücüyle Paris olarak canlanıyor. Gerçeğin iktidar tarafından bir kurgu olarak verildiği televizyon oyunda, güçlü bir araç ve bağlaç olarak kullanılıyor.
Güçlü bir alt metne sahip Kenardakiler, 6 tane genç oyuncu ( Nebahat Dağlı, Bariş Yalçınsoy, Neslihan Aker, Şakir Güler, Yezdan Kayacan, Ceren Taşçı ) ve yönetmen Mert Öner tarafından başarılı bir şekilde sahneye konulmuş. Ecer tarafından, Osmanlı’da buçuk millet olarak sayılan Çingeneler, yani ötekinin de ötekisi unutulmamış. Efemine bir karakter olan Kenar’ın Sultanı rolü ise, cıvık bir stereotipleştirmeye müsait bir rol olmasına rağmen; Yezdan Kayacan tarafından objektif ve abartısız bir şekilde oynanması hem oyuncunun hem de yönetmenin başarısı.
Umut değişmiyor
Ecer’in 4’üncü dünya ülkesinin insanlarını anlattığı ‘Kenardakiler’; yersiz, yurtsuz ve dilsiz bir metin. Yönetmenin ve oyuncuların karakterleri kimliksiz bir biçimde sahneye koyması, dünyanın herhangi bir yerinde ötekileştirilenlerin yaşadıklarının birbirinden farksız olduğu temeline dayanıyor. Rollerinin hakkını veren oyuncuların her birini ayrı ayrı tebrik etmek gerekir. Teknik bir tabir olan Gecekondu Türkiye’de ‘ Varoş’; dünyada ise ‘ Getto’ ve ‘Banliyö’ olarak ötekileştirilerek; suç ve kanunsuzlukla simgeleniyor. Adına ne dersek diyelim; bu insanların umutları değişmiyor. Daha ilk oyun olduğundan dolayı ses problemini göz ardı ederken; sahnede kullanılan dekorun daha minimal olabileceğini ve bu sayede oyuncuların daha rahat hareket alanı bulabileceğini de eklemek gerekiyor.