Yerli biyoteknolojik ilaç için önemli adım

Kanser, diyabet, romatizma ve kan hastalıkları başta olmak üzere çok sayıda rahatsızlığın tedavisinde kullanımı hızla artan biyoteknolojik ilaçların Türkiye'de de üretilmesi için Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) bünyesinde kurulan İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG-İzmir) çalışmalara başladı.

AA

Öncelikli olarak kanser hastalıkları için ilaç geliştirmeye başlayan merkezde kök hücre konusunda da dünyada ses getirecek tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi hedefleniyor.

Türkiye'de moleküler biyoloji ve genetik alanında duayen bir isim olan ve geçen yıla kadar Fransa'daki bir araştırma enstitüsünün direktörlüğünü yürüten Prof. Dr. Mehmet Öztürk'ün başına geçtiği İBG-İzmir, Doğu Avrupa ve Ortadoğu bölgesinin en büyük biyoteknoloji araştırma merkezi olarak tanımlanıyor.

Henüz ilk etabı hizmete açılan İBG-İzmir'de bir bölümü Türkiye'de ilk kez kullanılan gelişmiş cihazların bulunduğu laboratuvarlar, ilaç üretim alanları, biyobanka ve deney hayvanı yetiştirme bölümleri bulunacak.

Merkezde hizmete giren ilk laboratuvarda açıklamalarda bulunan Merkez Müdürü Prof. Dr. Öztürk, Türkiye'nin ithal ilaç faturasına dikkati çekerek araştırmaların yakın dönemde bu faturanın azaltılmasında etkili rol oynayacağını ifade etti.

Türkiye'de devletin yıllık yaklaşık 8 bin ilaç için 15 milyar lira ödediğini, bu ilaçlardan 200'e yakınının biyoteknolojik ilaç olduğunu belirten Öztürk, miktar olarak çok az bir pay tutsa da toplam faturanın yüzde 20'sini bu ilaçların oluşturduğunu vurguladı.

 

1 kutu ilaç için 4 buzdolabı satıyoruz

Yaklaşık bir hafta kullanımı olan bir kutu biyoteknolojik ilaç alabilmek için Türkiye'nin bir kamyon aspirin ya da 4 buzdolabı satması gerektiğini kaydeden Öztürk, kimyasal yöntemlerle yapılan geleneksel ilaçların tedaviler içindeki payının giderek azaldığını, ilaçta artık daha yüksek teknolojiyle üretilen biyoteknolojik ilaç devrinin başladığını ifade etti.

Yakın gelecekte geleneksel ilaçların payının çok azalacağına vurgu yapan Öztürk, bu nedenle tüm ülkelerin biyoteknolojik ilaçlar geliştirme konusunda bir yarış halinde olduğunu dile getirdi.

Biyoteknolojik ilaçların alternatifinin bulunmaması ve çok pahalı olması nedeniyle her ülkenin bu konuda bağımsızlığını elde etmeye çalıştığını, kimsenin başka bir ülkenin ürettiği ilaca bağımlı kalmak istemediğini belirten Öztürk, Türkiye'nin ise bu konuda geç kaldığını kaydetti.

 

İran 20 ilaç geliştirdi, Türkiye'nin henüz yok

Biyoteknolojik ilaç üretimine ilk başlayan ABD'nin bu konuda ilk sırada yer aldığına, Avrupa ülkeleri, Japonya, Çin ve Güney Kore'nin yanı sıra komşu İran'ın da kendi biyoteknolojik ilaçlarını geliştirdiğine işaret eden Öztürk, "Bu konuda 30 yıl önce çalışmaya başlayan İran, bugün 20 civarında biyoteknolojik ilaç geliştirmiş durumda. Türkiye de bu konuda nihayet uyandı. Son 2-3 yıldır müthiş bir heyecan var. Bu konuda devletin sağladığı müthiş destekler var. Özel sektör kuruluşları da bu konuda çok istekli" dedi.

Prof. Dr. Öztürk, merkezde öncelikli kanser ilaçları olmak üzere Türkiye'de yoğun görülen diyabet, romatizma, kan hastalıkları ve yaşlılığa bağlı sinir sistemi hastalıklarının tedavisi için biyoteknolojik ilaç geliştirilmeye çalışılacağını belirterek, "Biyoteknolojik ilaç geliştirme çalışmalarına sıfırdan başlanırsa 5 yıllık süreçte sonuç almak mümkün olabiliyor. Ancak biz kendimize sembolik bir hedef koyduk. Hedefimiz Cumhuriyet'in 100. yılı olan 2023 yılına kadar en az bir biyoteknolojik ilacın üretimini sağlamak" dedi.

 

'Yoğun ilgi bizi şaşırttı'

Kök hücre tedavileri konusunda Türkiye'nin ilaca göre daha iyi konumda olduğunu, ülke genelinde kurulu 4 merkezde çeşitli hastalıkların tedavi edilebildiğini anlatan Öztürk, merkez olarak Türkiye'de daha önce denenmemiş uygulamalar üzerinde çalışacaklarını anlattı.

Merkezde çok güçlü bir beyin takımı oluşturmayı amaçladıklarını bildiren Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Özellikle Türkiye'den yurt dışına gitmiş Türk diasporası dediğimiz yetişmiş insan kitlesi var. Onları tersine beyin göçüyle İzmir'e kazandırmak istiyoruz. Bu amaçla dünyaca tanınan bir bilim dergisinde ilan verdik. Beklentimizin çok üzerinde dönüş aldık. Özellikle yabancıların ilgisi bizi çok şaşırttı. Başvuruların yüzde 60' Türk yüzde 40'ı yabancılardan oldu. İnternet üzerinden bizi inceleyen çok değerli bilim insanları, İzmir'e gelip bu merkezde çalışmak istediğini ifade etti. Yavaş yavaş gelmeye başladılar. Bu ilgide İzmir'in cazibesi de önemli rol oynadı. Üçüncü faktör ise Türkiye'nin Ar-Ge projelerine ayırdığı fonların artması. ABD ve Avrupa ülkelerinde kriz var, araştırma fonları daralıyor. Artık bir çok bilim insanı biliyor ki Türkiye'ye gelirse daha fazla araştırma kaynağı sağlama imkanı var."