Umut veren iyi insanlar

Engelli bireyleri ve yatılı ilköğretim bölge okullarında okuyan çocukları gönüllü olarak tedavi eden Prof. Dr. Ertuğrul Sabah ve derneğinin hikâyesi belgesel oldu. ‘Dişçinin Korkusu’ isimli film, TRT Belgesel Günleri’nde ikinci oldu.

ORHUN ATMIŞ
 
 
Prof. Dr. Ertuğrul Sabah, Ege Üniversitesi’nde görev yapan bir diş hekimi. Ancak onu özel kılan sadece iyi bir diş hekimi olması değil, uzak-yakın demeden engellilerin veya sistemin ulaşmadığı çocukların uzun yıllardır yardımına koşması. Yönetmen Murat Erün, Sabah’ın bu hikâyesini “Dişçinin Korkusu” ismiyle bir belgesel haline getirdi. Uluslararası TRT Belgesel Günleri’nde izleyiciyle buluşan film, ikinci olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Ödülü’nü kazandı. 
 
Peki, Ertuğrul Hoca’nın hikâyesi neydi ve nasıl başladı? Sabah’la bir araya gelerek konuştuk... Ertuğrul Sabah hikâyesini 1977’den ve Almanya’dan başlatıyor. Orada eğitimini alırken asistan olarak bir diş hekiminin yanında çalıştığı zamanlardan. Çocuk psikiyatri hastanesinden gelen hastaları tedavi edebiliyor olması bir kıvılcım oluyor. 7 yıl boyunca Almanya’da çalıştıktan sonra doktorasını da alıp Türkiye’ye kesin dönüş yapan Ertuğrul Sabah, 1983 yılında Ege Üniversitesi’ne araştırma görevlisi olarak giriyor. Sonrasını kendisinden dinleyelim: “O zamanlar diş hekimliği fakültesinin bir otobüsü vardı, eski kara şanzımanlı bir Fiat. İçinde iki tane tedavi ünitesi vardı. Ama otobüs otobüs hurda durumdaydı, ne aküsü çalışıyordu ne lastikleri vardı. O zaman Bornova Belediyesi’nin İstanbul yolundaki garaja götürdüm. Orada otobüsü toparladılar, ayağa kaldırdık. Engelli eğitim merkezine gitmeye başladım. O zamanlar 5 tane falan vardı. Sonra kendi imkânlarımla seyyar bir ünite yaptırdım teknisyenime. Arabanın bagajına koyarak dolaşmaya başladık...”
 
 Her yere gidiyorlar...
 
Ertuğrul Sabah daha sonra geri vitese geçmeyen, zorla ayakta duran otobüsle ve tek başına olmayacağını anlamış. 1988 yılında doçentlik sınavına girip çalışmaya başladıktan sonra bu kez arabası olan öğrenci çocuklarla imece usulü yollara düşmüşler. 2001 yılında ise 8-10 diş hekimiyle birlikte Ege Ağız Diş Sağlığı ve Diş Hekimleri Derneği kuruluyor. “Biz aslında engelli veya engelli koruma derneği değiliz” diyen Sabah, “Diş hekimliği açısından en kötü durum zihinsel engelli ve sisteme ulaşamayan çocuklarla çalışma” tespitini yapıyor. Sabah, “Birken iki oldu tedavi ünitemiz. Sonra zamanla altı modern üniteye çıktı. Kurduğumuz sistemle hem yakın köylerin, hem yakın şehirlerin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı zihinsel engelli eğitim merkezlerine gitmeye başladık. Türkiye’nin her yerinde çalışıyoruz” diye konuşuyor.
Konuyu biraz daha açan Sabah, “Devletin hastaneleri, diş hekimliği fakülteleri var. Ama sisteme ulaşılamıyor. Bizim işimiz onlarla. Normal ilköğretim okullarına girmeyiz, çıkamayız işin içinden. Özellikle zihinsel engelli çocuklar sisteme ulaşmakta zorluk yaşıyorlar. Birinci katta zihinsel engelli çocuk, üçüncü kattaki diş hekimine ulaşamıyor. Yatılı ilköğretim bölge okulu çocukları, kasabadaki diş hekimlerine taşınamıyor. Neden, çünkü okuldaki müdürle, öbür taraftaki başhekim bir araya gelip 2 dakika konuşamıyorlar. Her gün 5 çocuk taşınsa yine para kazanacak sistem. Ama olmuyor. Gittiğimiz yerlerde belki son değil ama ilk diş hekimi oluyoruz genelde. Çünkü bizden sonra çocuklar talepte bulunmaya başlıyorlar. Veliler sormaya, istemeye başlıyor. Bu sefer bize gıcık olanlar fazlalaşıyor” diyor gülerek. 
 
 ‘Babalar tabanları yağlar...’
 
Sabah ve gönüllü diş hekimlerinin yaptığı en önemli şey çocukların kendi okullarında olması, ailelerinin yanında olması. En azından annelerinin... Ertuğrul Hoca ayrıca, “Engelli çocukların yüzde 95’inin babaları yok. Babalar, anneleri suçlayıp tabanları yağlar” diyerek çok önemli bir soruna vurgu yapıyor ve devam ediyor: “Anneleri ve öğretmenleri yanındaysa (dünyaya açılan tek pencereleri öğretmenleri çünkü), yüzde 91’ini uyutmadan, genel anestezi vermeden tedavi edebiliyoruz. Bilimsel olarak kanıtladık bunu, dünyanın çeşitli kongrelerinde de sunduk. O çocukların hepsini alın, dünyanın en modern hastanesine götürün yarısı içeri girmez, girenlerin yarısı o koltuğa oturmaz, oturanların yarısı da tedaviyi sonlandırmaz.”
Ertuğrul Sabah ve dernek bugüne kadar 187 merkezde çalışmış. Sadece zihinsel engelli eğitim merkezlerine değil, devletin kurduğu yatılı bölge ilköğretim okullarına da gidiyorlar. Sabah, “İzmir’den Batman’a, Uludere’ye, Şırnak’a ve daha birçok şehre gittik. Cumartesi, pazar çalışıyoruz. Uzak mesafelere perşembeden uçakla ulaşım istiyoruz. Tamamen gönüllülük esasına dayalı bir uygulama bu. En az 6-7 diş hekimi stajyerimiz oluyor. Yetkili çocuklar hepsi. 4-5 tane profesyonel diş hekimi mutlaka olur aramızda. Bir de gittiğimiz yerlerdeki diş hekimleri destek verirler” diyor. 
Belgeselde de dikkatlerden kaçmayan en önemli konulardan biri çocuklarını tedavi ettiren annelerin yüzlerinden okunan minnettarlık. Sabah’a bu konuyu sorduğumuzda, “Çocuklardan çok annelerin bize bakışları önemli. Çünkü anneler müebbettirler yani. Zordur engelli annesi olmak. İnsan gibi yaşayamaz o anneler. İşte o annelerin gözlerindeki parıltıyı görmek bize verilen en büyük güç” yanıtını veriyor. Sabah, son olarak da sponsor ihtiyaçları olduğuna değinerek, “Son 4-5 seneye kadar biz çevremizdeki diş hekimlerinin bize verdiği yardımlarla devam ediyorduk. Para falan toplamıyorduk. Tabii ki sponsora ihtiyacımız var. Bizim aletlerimizin yenilenmesi gerekiyor. Ama nereden baksan tanesi 8-10 dolardır onların. Şimdi kör topal götürüyoruz” diyor. 
 
 
Belgeselcilik zorlaşıyor'
 
Daha önce 2012 yılında yine engellilerle ilgili olarak “800 KM Engelli” belgeselini çeken yönetmen Murat Erün de “Dişçinin Korkusu”na nasıl başladığını şöyle anlatıyor: "2018'de Kültür Bakanlığı'ndan yapın desteği aldım ve bu hikâyeyi belgesel yapmaya başladım"
” 
Belgeselciliğin sıkıntılarını sorduğumuzda ise Erün, “Yaşamak, hayatını kazanmak için doğru yöntem değil belgesel çekmek. Dolayısıyla biz hep hayatımızı başka yerden kazanıyoruz... Belgeselciliğin asıl mesleğiniz olması giderek zorlaşıyor. Çünkü bizde kurumsal yapılar belgesel prodüksiyonlarına çok açık değil. Özellikle anaakım medyada yer bulma ihtimalimiz yok. TRT dışında bu işlere ilgi gösterip yayımlayan da ne yazık ki yok. Burada da onların kıstasları var tabii. Belgeselciler filmlerinin çok fazla izlenmemesinden sıkılmamalı” diye yanıtlıyor. 
 
‘Bire bir iletişim’
 
Erün, fakültelere gidip öğrencilerle bire bir iletişim kurmanın daha faydalı olduğunu söylüyor ve önceki belgeselinden şu örneği veriyor: “‘800 KM Engelli’ filmini mimarlık fakültelerinin birinci sınıflarında göstermeyi tercih ettim. İzlesinler ve bir mimarın fiziksel engellerin ne kadarının önüne geçebileceğini, mekânların nasıl engellilere uygun hale getirebileceğini görsün istedim. Çünkü bir mimar, fiziksel engellerin yüzde 95’ini çözebilir. Yasalar da zaten ondan yana, yeter ki istesin. Ama akıllarına girmeyi girmeyi bir şekilde becermek lazım. O yüzden bire birler, televizyondan daha etkili. Gösterimden sonra onlarla konuşup tartışabilirseniz etkisi daha büyük oluyor.” 
Erün, aynı şekilde “Dişçinin Korkusu” filminin amacının da Ertuğrul Hoca’nın daha çok insanla karşılaşmasını sağlamak olduğunu söylüyor. Erün son olarak, “Biz diş hekimliğine dair bir şeyler anlatıyoruz ama konuşmalar sonrasında iş ‘Ben ne yapabilirim’ diyerek gönüllülüğe dönüyor. Asıl anahtar bu. Herkes başkası için bir şeyler yapabilir. Elinde ne varsa paylaşabilirsin. Hiçbir şey yapamıyorsan bir engelli çocuğa bir saatliğine bak. Annesi kuaföre, alışverişe veya arkadaşlarına gitsin. İnsanca yaşasın. Sen de onun yerine geç, empati böyle yapılır. Üzülmekle olmaz, harekete geçmek lazım” diye konuşuyor."