Turgut Özakman'ın kaleminden 'Mustafa' / 1

Filmde yanlışlıklar, abartılar, eksikler, saptırmalar, haksızlıklar, yersizlikler, küçültücü anlatımlar, resimler belirmeye başladı. Sona doğru arttı. Son bölüm şaşırtıcıydı. Her duyarlı insanı yaralamıştır sanıyorum. Yanlış anlatım yalancıların, sahte tarihçilerin, kara çalıcıların ekmeğine yağ bal sürmek olurdu. Tarihimizin ve 20. yüzyılın en büyük insanlarından biri söz konusuydu.

cumhuriyet.com.tr

Bu yazıyı Mustafa filmi hakkındaki düşüncelerimi genişçe açıklamak, Can Dündar’ı bir kez daha uyarmak ve özellikle öğretmenlerimizi ve öğrencilerimizi bilgilendirmek için yazıyorum.

 

Sahiden filmi beğendiniz mi?

Mustafa filminin 28 Ekim Salı günkü Ankara galasına, erteleme şansımın olmadığı bir toplantı nedeniyle katılamadım. Cumhuriyet haftası dolayısıyla 1 Kasıma kadar her gün doluydum, filmi izleyemeden, kitap fuarına ve bazı etkinliklere katılmak için İstanbula gittim. Film hakkındaki tartışmalar başlamıştı. Tepki giderek yoğunlaşıyordu.

Programım öyle sıkışıktı ki İstanbulda fırsat bulup filmi göremedim. Görüşümü soran değerli yayıncılardan, filmi izleyemediğimi söyleyerek af diliyordum.

Filmi izlemediğimi bilen sevgili Uğur Dündar, Atatürk ve Milli Mücadele hakkındaki yalan ve yanlış genel iddialar hakkında bir program yapmayı önerdi. Yakın tarihimizle ilgili sahte tarihler, hatta ansiklopediler var. Tarihini böylesine çarpıtan, gerçeğin yerine sahtesini geçirmeye çalışan bir başka millet var mıdır? Bu bize özgü, utanç verici bir durum. (Bu konuda 750 sayfalık bir çalışmam var: Vahidettin, M.Kemal ve Milli Mücadele). Son zamanlarda yeni kuşak iddiaların da üretildiğini görmekteydim. Öneriyi memnunlukla kabul ettim. Arena programında eski, yeni bazı uydurma iddiaları sordular, ben de yanıtladım. Program 10 Kasım Pazartesi gecesi yayımlandı.

 

400’den fazla mail

11 Kasım Salı günü Ankaraya döndüm.

Bilgisayarıma büyük çoğunluğu Mustafa filmini kınayan 400den fazla mail yağmıştı. Bazılarına göz attım. Şaşırdım. Çok düşündürücü iddialar ileri sürülüyordu. Birikmiş gazetelere baktım. Aynı gün Kanal Dden telefon ettiler, 32. Gün için çağırdılar. Konu Mustafa filmiydi, Can Dündarla filmi konuşacaktık. Yeniden İstanbula gidemeyecek kadar yorgundum. Af diledim. Sayın M.Ali Birand anlayış gösterdi, Öyleyse biz Ankaraya geliriz dedi.

Daha filmi göremedim ki.

Can Dündar yarın sabah filmin CDsini alıp size, eve gelecek. Birlikte izlemenizi istiyor. Sonra programı çekeriz.

Peki.

Ertesi sabah bir TVde programım vardı. Öğlene doğru eve döndüm. Az sonra da sevgili Can Dündar geldi. Kucaklaştık. Filmin CDsini getirmişti. Ekranın karşısına geçtik. TVden bir de kameraman göndermişler. Birkaç dakika bizi filmi izlerken çekti.

Can Dündarın sayın annesi ile Basın Yayın Genel Müdürlüğü İç Basın Şubesinde birkaç yıl birlikte çalışmıştık. Çok nazik, çok seviyeli bir genç hanımefendiydi. Kadromuz bir aile gibiydi. Can Dündarı bu nedenle biraz da evladımız gibi severiz.

Film Atatürkü işleyen, iddialı, tartışmalı bir filmdi. Bak.. dedim, ...Beğenmezsem söylerim. Ona göre.

Elbette hocam.

Filmi izlemeye başladık. Yaklaşık 20 dakika sonra, ilk kanımı söylemek için filmi durdurmasını rica ettim. Bu noktaya kadar filmde, yazılan ve maillerde yer alan ağır eleştirilere, büyük suçlamalara hak verdirecek hiçbir sahne yoktu. Çekimleri, yönetimi de beğenmiştim.

Filmin başında M.Kemalin, üç yaşındayken ölen kardeşinin cesedinin çakallar tarafından parçalandığını yansıtan bir korku filmi sahnesi vardı. Bu sahne ve anlatım beni tedirgin etmişti ama bunun olumlu bir anlama dönüştürüleceği umuduyla sustum. Bu konuya yeniden döneceğim.

İzlediğimiz noktaya kadar suçlanacak, eleştirilecek bir sahne görmemiştim. Bu bölümle ilgili eleştiriler bana haksız geldi.

 

Son bölüm her insanı yaralamıştır 

Ama M.Kemalin Sofyaya askeri ateşe olarak gönderildiğinin açıklanmasından sonra filmde yanlışlar, abartılar, eksikler, saptırmalar, haksızlıklar, yersizlikler, küçültücü anlatımlar, resimler belirmeye başladı. Sona doğru arttı. Son bölüm şaşırtıcıydı. Her duyarlı insanı yaralamıştır sanıyorum.

Filmdeki güzellikleri, teknik başarıları da, yanlışları, olumsuzlukları da ilk görüşte görebildiğim, anlayabildiğim kadar söyledim. Düzeltmesini istedim. Bazı olumsuzlukları ise program çekimine geç kalmamak için not etmekle yetindim. Program çekiminde değinirim diye düşündüm.

Can Dündar beni çok efendice dinledi, değindiğim hususları kabul etti, yanlışları düzelteceğine de söz verdi. Doğrusu da buydu. Türkiyede Milli Mücadele, Cumhuriyet dönemi ve Atatürk hakkında insafsız, kuyruklu, çıngıraklı, rezilce yalanlar söylenip yazılırken Atatürk ve dönemi yanlış ve eksik anlatılamazdı. Yanlış anlatım yalancıların, sahte tarihçilerin, kara çalıcıların ekmeğine yağ-bal sürmek olurdu. Tarihimizin ve 20. yüzyılın en büyük insanlarından biri söz konusuydu. Hele eser, belgesel diye nitelenen bir film ise, her kare ve her sözcük, tarihe ve gerçeğe dayanmalıydı.

 

‘Keşke size danışsaymışım’

Can büyük bir içtenlikle, Keşke size danışsaymışım demek inceliğini gösterdi.

Saat 15.00e doğru filmi izleme sona erdi. Can gitti. Pek az sonra da televizyondan yollanan araç geldi. Dinlenemeden çekim yapılacak yere gittim.

Ben sayın M.Ali Birandın yönetiminde Canla benim katılacağım ikili bir program yapacağımızı sanıyordum. Bu genişçe konuşulacak, olumlu sonuçlar verecek bir program olurdu. Programa 6 kişinin katılacağını orada öğrendim. İlke olarak böyle kalabalık programlara katılmam. Hiç katılmadım. Gerçekler, laflamaların altında ezilip kalıyor. Geri dönmek şık olmayacaktı, programa katıldım. Çekim yapıldı.

Payıma düşen süre içinde filmin eksiklerini, yanlışlarını yumuşak bir üslup içinde, emeğe saygımı koruyarak özetledim.

Program ertesi günü, perşembe gecesi yayımlanacaktı.


 

‘Can’ın reklam kokan yazısından rahatsız oldum’

Perşembe sabahı, daha gazetelere bakamadan, telefonum art arda çalmaya başladı. Can Dündarın Milliyet gazetesinde bir gün önce filmi birlikte izlediğimizi anlatan bir yazısının yayımlandığını bildiriyorlardı. Yazıdan filmi beğendiğim anlaşılıyor olmalı ki ısrarla şunu soruyorlardı: Sahi filmi o kadar beğenmiş miydim?

Yazı, filmi birlikte izlediğimizi gösteren iki de resimle süslenmişti. İlk paragrafı şöyleydi: Geçen gün Turgut Özakmanı televizyonda bizim Mustafa filminden sahneler üzerinde yorum yaparken görünce çok üzülmüştüm. Çünkü filmi izlemediğini biliyordum.

 

Can’a güvenim solup gitti

İddiasına göre ben filmi izlemeden Mustafa filminden sahneler üzerinde yorum yapmışım. Oysa evde, söz açılınca, Arena programında sadece bana sorulan yeni, eski yalan ve yanlış iddialara yanıt verdiğimi kendisine anlatmıştım. Buna rağmen 32. Günün çekimi sırasında da ayıp ederek bu yakışıksız iddiayı yinelemiş, beni bu gerçeği program içinde bir daha açıklamak zorunda bırakmıştı. Durumu iki kez açıklamış olmama rağmen yazısının başında, bu iddiayı yine ileri sürüyordu. Kendisine duyduğum güven solup gitti. Kimi efendi insanlar direksiyona geçince canavarlaşır, kimi kaleme sarılınca böyle saygısız olur!

Yazının girişi ve genel havası, filmi çok beğendiğim izlenimini vermekteydi. Can filmi eleştirdiğimi de belirtiyordu ama neleri, nasıl, ne kadar eleştirdiğimi sessiz geçmişti.

Bu reklam kokan yazıdan olağanüstü rahatsız olduğumu belirtmeliyim. Bu benim hiç hoş görmeyeceğim bir cinlik. Asla çiğnenmeyecek nezaket, saygı ve güven kuralları vardır.

Gece yarısından sonra yayımlanacak olan programı izleyebilenler doğruyu öğreneceklerdi ama izleyemeyenler, ne düşüneceklerdi? Hâlâ telefonla, maille sorup duruyorlar: Siz, Can Dündarın yazdığı gibi sahiden filmi beğendiniz mi?

 

Ürküten yanlışlar, eksiklikler

16 Kasım Pazar akşamı (19.00 seansı), filmi telaş etmeden, bir daha ve büyük perdede seyretmek için eşimle birlikte sinemaya gittim, çok dikkatle, not alarak izledim.

İlk izleyişte, belki yoğun İstanbul günlerinin yorgunluğundan, belki Canla dostça konuşa konuşa izlediğimizden, bazı hususları atlamışım. Bu izleyişte, dikkatimden kaçmış büyük boşluklar ve yeni olumsuzluklar fark ettim. Bilgilerimi, izlenimlerimi birleştirdim.

Film genel yaklaşımı, yanlışları ve eksikleri ile beni düşündürdü. Artarak, şaşırtarak, üzerek, ürküterek düşündürmeyi sürdürüyor. Bu yazıyı yazmak için Canın röportajlarını ve açıklamalarını buldum. Genç Bakış ve 32. Günün kayıtlarını birkaç kez izledim.

Bu yazıyı film hakkındaki düşüncelerimi genişçe açıklamak, Canı bir kez daha uyarmak ve özellikle sevgili öğretmenlerimizi ve öğrencilerimizi bilgilendirmek için yazıyorum.

Yazımı gerektikçe soru-yanıt biçiminde sürdüreceğim.

 

(Yarın: "Filmin ana fikri yok" )