Tarihi savunma... Akademisyenler tahliye edildi

Barış bildirisine imza attıkları için tutuklanan 4 akademisyenin 301. maddeden yargılanabileceğini belirten savcı, Adalet Bakanlığı’ndan izin istedi. Akademisyenler mağduriyet oluşmaması için tahliye edildi.

Hilal Köse

Barış bildirisine imza attıkları için tutuklanan ve “terör örgütü propagandası yaptıkları” iddiasıyla yargılanan Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Doç. Dr. Kıvanç Ersoy, Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı ve Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya, dün özgürlüğe kavuştu. Mahkeme, iddianın, TCK’nin 301. maddesindeki “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçunu oluşturma ihtimalinin olduğunu belirterek, yargılamayı durdurdu. Dosya, 301. maddeden soruşturma izni için Adalet Bakanlığı’na gönderildi. Akademisyenler, “Korkmadık, yılmadık” dediler.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki ilk oturumu, 7.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan akademisyenlere destek olmak isteyen çok sayıda isim izledi. Duruşma salonu tıklım tıklım doldu. Mahkeme Başkanı, 'suçlamayı biliyorsunuz' diyerek, akademisyenlere savunmalarını sordu. Muzaffer Kaya, “Bugün burada barış hakkı ve ifade özgürlüğü hakkı yargılanıyor” dedi. İddianamede çözüm sürecinin kötü bir özetinin de yer aldığını dile getiren Ersoy, “Notu kıt bir hoca değilim ama bir öğrencim bana böyle bir özet yapsa 10 üzerinden 2 bile vermezdim” diye konuştu. Bildirinin kaleme alındığı günlerde, hükümetin 90'lı yılların terörle mücadele konseptine dönüş yapmış olduğuna dikkat çekerek, devam etti: “Bütün bunlar yaşanırken akademisyenler olarak, maaşlarımızı alıp, görece korunaklı hayatlarımızı sürdürmeyi onurumuza yediremedik. Varsa kabahatimiz budur. Bildirimiz, bir 'yeter' çığlığı, bir haykırıştır. Asıl sorgulanması gereken hükümetin yurtta harp, cihanda harp politikasıdır. Hepimiz uçurumun kenarında olduğumuz hissiyle yaşıyoruz.”

‘Propagandayı savcı yaptı’

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada Muzaffer Kaya, “Bugün burada barış hakkı ve ifade özgürlüğü hakkı yargılanıyor” dedi. İddianamede çözüm sürecinin kötü bir özetinin yer aldığını dile getiren Ersoy, “Bir öğrencim bana böyle bir özet yapsa 10 üzerinden 2 bile vermezdim” diye konuştu. Bildirinin kaleme alındığı günlerde, hükümetin 90’lı yılların terörle mücadele konseptine dönüş yapmış olduğuna dikkat çekerek, devam etti: “Bunlar yaşanırken akademisyenler olarak, maaşlarımızı alıp, görece korunaklı hayatlarımızı sürdürmeyi onurumuza yediremedik. Bildirimiz, bir ‘yeter’ çığlığı, bir haykırıştır. Asıl sorgulanması gereken hükümetin yurtta harp, cihanda harp politikasıdır.”

Kaya, 'Bese Hozat talimatı iddiasını' ise şöyle değerlendirdi: “Akla ziyan bir senaryo, iftira ve hakaret. Aynı zamanda da mükemmel bir örgüt propagandası. Örgüt üyesinin, binlerce akademisyeni harekete geçirdiğini öne süren savcıyı propaganda ile suçlayabiliriz. Herhangi bir odaktan talimat almamız söz konusu olamaz. Bizi bağlayan tek şey hakikat ve vicdanımızdır.” İmzasını geri çekmek isteyenlere baskı yaptıklarının öne sürüldüğüne de dikkat çeken Kaya, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, hepimizi tehdit etti. İmzacı sayısı ikiye katlandı. Erdoğan'dan korkmayan benden mi korkacak? Biz herhangi bir hanedanın kapı kulları değiliz. Cumhuriyet'in özgür yurttaşlarıyız. Burası Kuzey Kore mi? Başbakanlık makamında bir meslektaşımızın olduğunun da altını çizmek isterim. Bağımsız mahkemelerin muhalefeti susturmanın bir aracı haline gelmeyeceğini umuyorum. Bu suça ortak olmayın” diye konuştu.

“Yanılıyorlar”

Esra Mungan, “Devletin görüşü şu. Sen de devlet gibi düşünmek zorundasın. Yoksa seni hapse attırırım' deniyor. Bu şekilde bizi fikirlerimizden vazgeçirme düşüncesinde olanlar çok yanılıyorlar” dedi. İnsanların farklılıklarıyla birlikte tam ve eşit haklara sahip olarak bir arada yaşadığı bir ülke talep ettiğini söyleyen Mungan, “Barışın bu topraklar için ne kadar elzem olduğunu biliyoruz. Ölümlerden nefes alamaz hale geldiğimiz noktada, devleti, bir tekmeyle devrilen o masaya oturmaya çağırdık” diye konuştu.

‘Zoraki kahraman’

Kıvanç Ersoy da savcının iddianamede kendilerinden 'aydın' diye söz ettiğini ancak aydın kelimesinin anlamını bilmediğini söyleyen Ersoy, “Aydın, gerektiğinde hiçbir otoriteyi tanımadan tavır alan kişidir. Bizler ölümlerin olmadığı bir ülkede yaşamak istemekle suçlanamayız. Barışı savunmak anayasal bir haktır. 'Hak yok vazife var' diyenlere de şunu söyleyelim: Barışı savunmak, aydın sorumluluğu gereği vazifemizdir” diye konuştu. Bileğindeki kelepçe izlerini heyete gösteren Ersoy, devam etti: “Biz Türkiye'yiz. Bu ülkenin akademisyenleriyiz. Hedef gösterenlere, hain diyenlere, kanlarımızda duş alacaklar serbestken, korkmayarak, yılmayarak, diyoruz ki pişman değiliz, yine olsa yine imzalarız.” Savunması alkışlarla bölünen Ersoy, “Savcı bizi zorla kahraman yaptı. İşimizde gücümüzde akademisyenlerdik. Şimdi, herkes, 'Meral Camcı'nın karanfilleriyiz, Esra Mungan'ın kumrularıyız, Kıvanç Ersoy'un denklemleriyiz, Muzaffer Kaya'nın olgularıyız' diyor. Kimsenin 'İrfan Fidan'ın iddialarıyız' diyeceğini sanmıyorum. Çünkü iddialar çürüktür, mesnetsizdir.”

Duruşma savcısı, akademisyenlere atılı suçun TCK’nin 301/4. maddesi kapsamında kalma ihtimali olduğunu belirterek, yargılamanın durdurulmasını talep etti, tutukluluk hallerinin devamını istedi. Verilen aranın ardından savcı görüş değiştirdi. Savcı, dosyanın Adalet Bakanlığı’ndan geç gelme ihtimali olduğunu söyleyerek, ‘mağduriyete sebep olmamak’ için tahliye talep etti. Mahkeme Başkanı Ahmet Civelek “Tahliye vereceğim” diyerek kürsüden ayrıldı. Salonda, çığlıklar, sevinç gözyaşlarına karıştı.

'Akademi biat etmez'

 

Meral Camcı ise suçlamayı kabul etmediğini ifade ederek, “O bildiri metinleri benim savunmam, sizin ise iddialarınız. Bilim insanının, içinde var olduğu topluma karşı görevi, toplum çıkarına katkı sunmaktır. Ben de bir halk çocuğuyum” dedi. Akademisyenlerin her fırsatta hizaya çekilecek kişiler olmadığını dile getirerek, “Akademi biat etmez, etmemelidir. Çünkü üniversite memlekettir” diye konuştu.

Savcıdan iki görüş


Duruşma savcısı, akademisyenlere atılı suçun TCK'nin 301\4. maddesi kapsamında kalma ihtimali olduğunu belirterek, yargılamanın durdurulmasını talep etti. Mevcut delil durumu ve kaçma şüphesi gerekçesiyle, tutukluluk hallerinin devamını istedi. Verilen aranın ardından savcı sürpriz bir şekilde görüş değiştirdi. Savcı, dosyanın Adalet Bakanlığı'ndan geç gelme ihtimali olduğunu söyleyerek, 'mağduriyete sebep olmamak' için tahliye talep etti.

'Delil toplandı'

Mahkeme Başkanı Ahmet Civelek, avukatları da dinledikten sonra karar arası verdi. “Tahliye vereceğim” diyerek kürsüden ayrıldı. Salonda, çığlıklar, sevinç gözyaşlarına karıştı. Akademisyenler, savunmalarının alınması, dosya kapsamı, tutuklulukta geçen süre ve delillerin toplanmış olması nedeniyle tahliye edildi. Mahkeme, iddianın, TCK'nin 301. maddesindeki “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçunu oluşturma ihtimailinin olduğunu belirterek, yargılamayı durdurdu. Dosya soruşturma izni için Adalet Bakanlığı'na gönderildi.

DİPLOMATLAR ADLİYEDE

Akademisyenlere destek için onlarca kişi adliyeye akın etti. İsveç İstanbul Başkonsolosu Jens Odlandeir, Almanya Büyükelçiliği Temsilcisi Robert Dölger, Çek Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Petr Mares, ABD, Belçika, Danimarka, İsviçre, Hollanda, İtalya, Yunanistan, İngiltere, Kanada temsilcileri, 25 örgüt, HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, CHP ve HDP milletvekilleri, Genel Yayın Yönetmenimiz Can Dündar ve Ankara temsilcimiz Erdem Gül de davayı izledi. En küçük destekçi Meral Camcı’nın 7 aylık yeğeni Masal’dı. Akademisyenleri 500 avukat savundu.

ÇAĞLAYAN’DA KÜRSÜ

Akademisyenler için Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde “akademi kürsüsü” kuruldu. “Adalet şöleni” düzenlendi. Şarkıcı Ferhat Tunç ve CHP Milletvekili Hilmi Yarayıcı türküler söyledi. Grup üyeleri ise halay çekerek türkülere eşlik etti. Can Dündar ve Erdem Gül de “Talebimizde ısrarcıyız. Bu suça ortak olmayacağız” yazılı pankartı tuttu.


"İDDİANAMEYİ ÖĞRENCİM YAZSA 10 ÜZERİNDEN 2 VERİRDİM"

İŞTE AKADEMİSYENLERİN TARİHİ SAVUNMALARI:

Muzaffer Kaya: Vicdanımızın sesini bastıramadık, kabahatimiz budur!

"2212 akademisyen ve araştırmacı ile barış bildirisini imzaladığımız için tam 40 gündür tutukluyuz. Terör örgütü propagandası yapmakla suçlanıyoruz. Bu mahkemede bizim şahsımızda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının barış hakkı ve Türkiye'de ifade özgürlüğü yargılanmaktadır."

Kaya, böyle başladığı savunmasında iddianamedeki noktaları inceleyen bir savunma yapmaya başladı.

Savunmasından öne çıkan ifadeler şöyle:

"Hakkımızdaki 10 sayfalık iddianameyi okudum. Bunda zaten yarısından sonra bizim ifadelerimiz ve bildirilerimizden ibaret. Bir sayfalık suç isnatı bölümü var. 2-5 sayfaları arasında genel bir çözüm süreci anlatısı var.

"Bu bölüme ilgili iki problem var. Çözüm süreci anlatısı su isnatıyla alakası yok. Kötü bir özet olduğunu söylemek zorundayım. çözüm sürecini hepimiz biliyoruz. Çok önemi şeyler atlanıp, çok gereksiz detaylara girilmiş. Bir öğrencim bana böyle özet yapsaydı 10 üzerinden iki bile vermezdim."

"İddianamede "1984'te başlayan ve 30 yıldan fazla süren çatışmalar neticesinde 40 bin 100 arasında can kaybı meydana gelmiştir" bu 100 bin rakamı nereden alınmış bilmiyorum. Sanırım savcının Wikipedia’dan yararlanması bir problem.  İddianame yazarken daha ciddi kaynaklara bakmak lazım."

"Vicdanımızın sesini bastıramadık"

Kaya, hangi konjonktürde bildiriyi yayınladıklarını anlatmak için çözüm sürecinin nasıl yaşandığına ve gelinen noktaya dek bir özet yaptı.

"Bildirinin kaleme alındığı günlerde hükümet analar ağlamasın demekten  terörle mücadele konseptine geçiş yaptı" diyen Kaya, sokağa çıkma yasaklarının yaşandığı yerlerdeki hak ihlalleri, sivil ölümleri, göç etmek zorunda kalan insanları aktardı.

"Ülkemizin bir kısmında tüm bunlar yaşanırken biz bu ülkenin yurttaşları, akademisyenleri olup korunaklı yaşamlarımızı sürdürmeyi onurumuza yediremedik. Bir kabahatimiz vara budur. Vicdanımızın sesini bastıramadık. Bizim bildirimiz bir haykırıştır. asıl sorgulanası gereken bizim bildirimiz değil hükümetin hatalı yurtta harp cihanda harp politikasıdır.

"Devlet 90 yıl boyunca Kürt sorunun demokratik çözümü dışında her yöntemi denemiş, her seferinde sonu eskisinden kötü olmuştur.

"Halbuki çözüm süreci başlarken 90 yıllık tarihten ders alındığını düşünüyordum. Geldiğimiz nokta vahim. Hepimiz uçurumun kenarında olduğumuz hissiyle yaşıyoruz. Bugün çatışmalarda ölen gençler siyasetçilerin 1990'larda yaptıklarının bedelini ödüyorlar.
 
"Bildirimiz hükümete uyarı ve talepti"

"Bizim barış bildirimiz böyle bir dönemde hükümete hem bir uyarı hem hükümetten bir talepti. Hükümet daha şeffaf ve aha sahici zeminde çözüm sürecine dönmeye ve yüksek ağır insan hakları ihlalleri yapmamaya çağırdık.

"İçinde bulunduğunuz otobüs çıkmaz sokağa girmişse şoförü uyarmak doğal refleks, bu otobüste 80 milyon insan varsa şoförü uyarmak zorunluluk.

"Bildirimizin içeriğine katılmayabilir, bize çok kızabilir, ya da bildiriyi saçma bulabilirsiniz. Ama bizim bildirimizde terör propagandası yapıldığını söyleyemezsiniz."
 
"Talimat almamız söz konusu değil"

"Savcının suçladığı nokta örgüte dönük çağrı yapmamamız. Biz hukuken söylemediklerimizden değil, söylediklerimizden sorumlu olabiliriz. Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları olarak en temel insan haklarına saygılı olmaya ve Kürt sorunun çözümünde müzakereye dönmeye çağrı yaptık. Bunu da yasalara bağlı olarak yaptık. Biz yasadışı örgüte hangi hukuka bağlı olarak çağrı yapabilirdik.

"Bizler bu ülkenin meslek etiğine sahip akademisyenleriz. Her hangi yasadışı örgütten siyasi odaktan talimat almamız söz konusu olamaz, yasal siyasi otoriteden de talimat almayız. Bizi bağlayan tek şey hakikat ve vicdandır. Siyasi iktidarlar görece demokratik iktidarlarsa aydınları dinlerler, baskıcılarsa aydınları vatan haini ilan edip susturmaya çalışırlar. bu yolla tüm toplama gözdağı verilmemiş olur. Toplum bu korku politikalarına direnemezse çürüme başlar. Bizi bekleyen tehlike bu.

"İddianamede delile dayanmadan asılsız bağlantılar konmuş, söylenmeyenlerden suç üretilmiş, suç olmayanlar suç gibi gösterilmiştir."

"Önce barış bildirisine imza attım. İşten atıldım. İşten atıldığım için bir açıklama yaptım. Bu açıklamayı yaptığım için hapse atılıyorum. Bu ancak totaliter rejimlerde olabilecek bir şeydir. Yürütme makamında bir meslektaşımız olduğunun da altını çizmek isterim.

"İddianame hukuki değil, siyasi, terör propagandası suçu işlediğimiz için değil siy iktidarı eleştirdiğimiz ve barış istediğimiz için tutuklandık.

"Bu suça ortak olmayacağınızı umuyorum.”
 

Esra Mungan: Kalıcı barış talep ediyorum

Mungan da iddianamede yer alanları özetledi;

 "Bir savcı düşünün ki bir dördümüz hakkında 10 Mart basın açıklaması nedeniyle yakalama kararı çıkarıyor. Bir gece nezarette tutuyor. Ertesi gün savunmamızı alırken 10 Mart metni elinde yok. 11. sayfaya dek elle tutulur bir şey yok.

"İddianame şöyle diyor: sen ülkede olanları şöyle yorumluyorsun bu yanlış, devletin görüşü şu ve sen benim, devlet gibi düşünmek zorundasın yoksa seni suçlar hapse attırırım. Tutuklandığımızdan beri bize destek verenlerin sayısı katmerlenerek attı. Hedeflenen şey ortamı susturmakken sonuç tam tersi oldu."

"Bizim devletin parasını yediğimizden bahsedenler sanırım tam ne yaptığımız bilmiyorum. Akademisyen olarak 50-60 sene haftada vakit geçiren insanım. Pırıl pırıl öğrencilerine verebileceğim en fazlasını vermek için çalışan biriyim.

"Bu ülkeye emek veren biri olarak devletten talepte bulunma hakkım yoksa devletle yurttaş arasındaki sözleşme yaralıdır. Ben kalıcı barış talep ediyorum."

 
"Devlete hitap ettik, muhatabımızdı"

“Devlete hitap ettik. Bizim tek yasla muhatabımız devletti Devlet yurttaşlara rağmen değil yurttaşların denetimi ve hesap sormasına tabidir. yurttaşlar devleti var ediyor.

"Devlet 2013'te çözüm süreci başlattı, katkı sunmaya hazır olduğumuzu söyledik. Gördük ki ölümler durdu. 11 Ocak'ta ölüm üstüne ölümlerden nefes alamaz, derslerimizi veremez hale geldiğimiz noktada devleti o tekmeyle devrilen masayı kurmaya çağırdık.

"Altına imza koyduğumuz metin herhangi örgüte övgü barındırmaz. Metnin anlamsal analizi yapıldığında içinde sadece ikaz ve öneriler olduğunu tek bir övgü sözcüğü olmadığı görülebilir.

"10 Mart metni içinse savcı 'devlete meydan okuma maksadı taşıdığımızı' iddia ediyor. O açıklamada işten çıkarmalara, soruşturmalara dikkat çekiliyor. Ölümlerin önüne geçilmesinin tek yolunun barış masası kurulması olduğunu söylüyoruz."

"Bir yerden talimat aldığımız suçlaması da kabul edilemez. Bizler tüm eğitimi egemen söylemlere şüpheyle bakıp değerlendirebilmek üzere aldık. 12 Eylül darbesinin ürünü olarak, YÖK dahil hiçbir yerden talimat almamak için mücadele etmekteyiz. Tüm baskı ve sindirmeye rağmen iki bin üzerinde akademisyen ortaklaştı; devleti barış eksenli politikaya davet etmektir.

"Umarım mahkeme kamuoyu vicdanını rahatlatacak yönde karar verir."

"Bu devletin elinde. Çok geç olmadan yapılmalı ki bu coğrafyaya onarılması mümkün olmayacak yaralar açılmasın.

"Bu mahkeme tüm tarafsızlığı ile bunu görmeli, üstünüze gelebilecek tehditlere rağmen, okuyan düşünen insanlar olarak devleti barış politikasına çağırmak hakkım vardır. Kaçma ve delil karartma durumumuz yokken, beş haftadır tutukluyuz. Mahkeme derhal tahliyemize ve 2152 akademisyenin beraatine karar vermezse hakkımı helal etmeyeceğim.

"Tutuklanmamız kamu vicdanında yara açmıştır. Umarım bu mahkeme Türkiye ve dünya kamuoyu vicdanını rahatlatacak yönde karar verir."

Kıvanç Ersoy: "Suçluysa tabii ki tutuklu yargılanacak" sözü kabul edilemez!

"Barışı barışçıl iki yöntemle savunduğum için haksız şekilde terör örgütü iddiasına maruz kalarak yargılanıyorum. Bu saçma mesnetsiz iddiayı reddediyorum" diye söze başladı.

Ersoy, savcının "Bese Hozat'ı talimatıyla bildiriyi imzaladıkları" iddiasına karşı çıktı. İddianamede kendileri için kullanılan aydın kavramının tarihsel kökenlerini anlattı.

"Aydın, çağına göre şoke edici fikirleri olabilen hiçbir otoriteden onay beklemeden hareket eden kişidir. İddianamede bize aydın denilmiş. Bunu delil olarak kabul edelim. Tanım gereği bağımsız düşünce olduğu kabul edilmeli. Fikirlerimiz siyasi otoriteler ile uyuşmayabilir. Aydınsak okuduğumuz metinler aydın olmanın doğal gereğinin ürünüdür. İddianamede aydın kavramının tam olarak anlaşılmadan kullandı."
 
"Suçluysa tabii ki tutuklu yargılanacak'

"Suçluysa tabii ki tutuklu yargılanacak" sözü kabul edilemez ne hukuken ne mantıken. Suçluysa tabii ki tutulu yargılanacak önermesi, kirliyse tabii ki çok temiz kokacak önermelerinden farkı yoktur.

"Bildirimiz barışı savunmaktadır. Ölümlerin olmadığı ülkeyi savunmak can güvenliğimizi savunmaktır. Can güvenliğini sağlaması gereken vatandaşı olduğumuz devlettir. Bedeni buzdolabında saklanan çocukların, cenazesi sokakta kalan dedelerin, hepimizin can güvenliği sağlamak için bildiriye imza attık. Can güvenliğimizi ölümlerin olmamasını talep ediyorsak bunun mercii devlettir.

"Barışı savunmak, vatandaşlık hakkıdır. Barışı savunmak anayasal haktır, aydın sorumluluğu gereği vazifemizdir.
 
"Biz Türkiye'yiz"

"Biz Türkiye’yiz. Bu ülkenin akademisyenleri ve aydınlarıyız, üniversitelerinde bilimsel faaliyet üretiyoruz. 2212 akademisyen  biz Türkiye olarak demokrasiye güçlü bir şekilde sahip çıkanlar olduğunu gösteriyoruz. Bunun bedeli kelepçenin kesikleri, hakkımızda sözde hain, karanlıksın diyenlere, iddianameye, kanlarımızla duş alacaklarını söyleyenler serbestken biz tutukluyken diyoruz ki; pişman değiliz, yine olsa yine imzalarız.

"Türkiye toplumu demokrasi mücadelesi tarihinde bu duruşma salonlarında çok sayıda meslektaşlarımız yargılandı. Demokrasi için biizm meslektaşlarımız dimdik durdu. Bizler de gözaltı kararı duyunca evde yokken kendimiz ifadeye gittik. Meral Camcı yurtdışındayken kendisi döndü. Bu saatten sonra hakkımızda tutuklama gerekçelerinden kaçma, saklanma şüphesini hakaret sayacağımı söylerim.
 
"Bilim güçlerinin işlerini aksatıyoruz"

"Savcı güvenlik güçlerinin işlerini aksattığımız iddia ediyor. Asıl bilim güçlerinin işleri aksatılıyor.

"Tutukluluğu nedeniyle iki uluslararası konferans, bildiri özeti göndermem bir başkası, iki araştırmanın sonucu makale olarak göndermem gerekiyordu, her hafta dersler vardı, bir yüksek lisans tezi öğrencim vardı. Tutukluluğum devam ettiğinde bu çalışmalar aksamaya devam edecek.

"İmzaladığımız metin bir barış metni. 10 Mart'ta okuduğumuz ise imzacı meslektaşlarımızın yaşadığı mağduriyetlere dikkat çeken başka bir metin.

"Çünkü çok sayıda meslektaşımız işten atıldı. Bazıları taşra kasabalarında linç girişimlerini destekleyecek şekilde teşhir edildi. Erdoğan İstanbul'un en turistik merkezinde IŞID saldırısında ölenler varken saldırıdan iki dakika bahsedip konuşmasını bize ayırdı ve bize hakaret etti.12 Eylül'de bile aydınlar dilekçesini yazanlar tutuksuz yargılandı ve hepsi beraat etti. 12 Eylül'e hesaplaştığını söyleyen bir partinin iktidarında 12 Eylül uygulamaları geri kaldı."

"Pişman değilim, yine olsa yine imza atar, aydın sorumluğu ile imza attığım bir metindi.

"İddianame Türkiye'nin demokratik geleceği için endişe verici.

"Barışı savunmak anayasal hakkımızdır"

"Barışı savunduğum için yargılanıyorum ama barışı savunduğum için kendimi savunmayı zul sayıyorum. Kaçma şüphesini hakaret sayıyorum. Ya okulda ya evdeyim. İş için yurtdışına gittiğimi sanan 5 yaşında bir oğlum var.

"Bizler Türkiye toplumunda demokrasi ve barış isteği olduğunu gösterdik. Türkiye demokrasinin daha fazla lekelenmemesi için beraatimizi talep ediyoruz. Vatan haini değil, biz Türkiye'yiz. İmzacı akademisyenler aydın sorumluluğu ile barışı, ölümlerin olmadığı bir Türkiye'yi savunduk. Barışı savunmak anayasal hakkımızdır."
 

Meral Camcı: İmza metni ve basın metni savunmamdır

Meral Camcı, üzerime atılı suçu kabul etmediğini belirtti.

"Her iki metnin sizin iddianamenizi, benim savunmamı oluşturduğunu belirtirim. İki metin de iddianamede eksik yer almıştır. İsmail Beşikçi'nin iddianameniz savunmamdır değidim gibi. Her iki metin benim savunmamdır diyorum.

"Barış bildirisi olarak anılan imza metinine dair, örgüt ile ilişki olduğu iddiası yanlı perspektiften, önyargılı yorumdan öteye geçemeyecek niteliktedir. Bu ilişkilendirmenin temeli yoktur. Yargılamanın da tutukluluğumuzun da sebebi yoktur.

"Derhal beraat kararı verilmesini demokratik hukuk ilkeleri çevresinde anayasal haklarımızın koruma altında olduğunun mahkemenizce teyit edilmesini talep ederim.

"Bilim insanının içinde var olduğu, topuma karşı görevini toplum ve kamu yararına ve çıkarına katkı sunmak olduğunu hatırlatırım. Bilim insanı tanıktır. Gözlem yapar, analiz eder, bilgiyi biriktirir ve kullanır.  İktidar olgusundan bağımsız olmalıdır ki özgür düşünce yeşerebilsin. Bilmek, yapabilmektir.

"Hakikatin yüksek sesle dile getirilmesi"

"Sessiz bir tanıklığın tartışmaya konu olmayacağı aşikardır. Kastettiğim, gerçekliğin hakikatin yüksek sesle dile getirilmesine dair tanıklıktır. Toplumsal barış ve uzlaşma sağlanmasına dönük talebi tanıklığın yüksek sesle söylenmesini gerekli kılan süreç içindeyiz.

"Tanıdığım tek inisiyatif kendi inisiyatifim, kendi vicdanımdır. Hiç kimse ve kurumdan talimat almadım, almam. İmza metni de barış açıklaması da bu topraklarda kamu vicdanında yola açan sivil ölümler, sokağa çıkma yasaklarının, yaşam hakkına müdahale eden tutuma ve bu tutumun sürdürülmesine muhalefetin dile getirilmesidir.

"Ben bir halk çocuğuyum. şimdi bir üniversite emekçisiyim. Beni olduğum bu konuma getiren emeğe borcum var. Kalıcı barışı istemek, bugün sorumlu konuşmak; ölümden değil yaşamdan, savaştan değil barıştan, sermayeden değil emekten, amasız, fakatsız tam demokrasiden yana olmaktır.

"Halka açık ders verme hakkımız elimizden alınamaz. Akademi biat etmez, etmemelidir. Çünkü üniversite memlekettir."

"Toplumsal barışın tesisi için tüm süreçlerin bir an önce hayata geçirilmesi yurttaşı olduğum devletten talebimdir."

 

ÇAĞLAYAN ADALET ŞÖLENİ

Akademisyenler ve gazetecilere destek için gelenler sabah erken saatlerden itibaren adliye binası önünde toplanmaya başladı. Hocalarına destek olmak isteyen öğrenciler, adliye bahçesini doldurdu.
Öğrenciler, adliye bahçesinde bekleyişleri sırasında halay çekerken görüntülendi.



Barış Anneleri, Amedspor taraftarları, gazeteciler, öğrenciler, CHP’li ve HDP’li vekiller de, adliyede bir sonraki duruşmayı bekliyor.

Akademisyenlere adliye bahçesinde destek - VİDEO



‘Barış İçin Akademisyenler’, öğretim üyelerinin duruşması öncesinde basın açıklaması düzenledi. Açıklamada, Dündar ve Gül de ‘Barış İçin Akademisyenler’in pankartından tutarak destek oldu.



Açıklamada, “Akla mantığa aykırı iki ayrı davayı izlemek için geldik. Bu iki dava, daha geniş ölçekli tüm topluma sürdürülen ifade özgürlüğü saldırısının da bir sonucudur bizim gözümüzde” dendi.


Dünyadan destek

Türkiye dışındaki akademisyenlerden gelen destek mesajları da basın açıklamasında okundu:

Etienne Balibar (Paris-Nanterre Üniversitesi): Avrupalı akademisyenler ve benim gibi uzun vadede Türk halkının dostu olanlar, bölgede demokrasi ve halkların öz yönetiminin genel anlamıyla geliştirilmesi ve daha iyi bir gelecek için umutlanmak isteyenler; temel haklar ve cumhuriyet değerlerini savunan ve bunu yaptıkları için kendilerini soruşturma içinde bulan cesur Türkiye vatandaşlarını desteklemek için seslerini yükseltmek zorundalar.

Immanuel Wallerstein (Binghamton Üniversitesi): Bir devletin ya da diğer herhangi bir kurumun ya da herhangi bir kişinin, görüşlerini açıkladıkları için entelektüelleri hapsetmesi meşru değildir. Bu sadece bir meşruiyet sorunu değildir aynı zamanda bu tür bir görüş beyanına bu şekilde karşılık vermek siyaseten güçsüzlüğü de gösterir.

Michel Wieviorka (Ecole des Etudes En Sciences Sociales): İnsan ve toplum bilimlerine mensup araştırmacıların ve bilim insanlarının ve genel olarak da aydınların, haksızlıklar karşısında tepki vermek, gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamak ve eleştirel bir bakış açısını ortaya koymak gibi bir eğilimleri vardır. Bu onların sadece hakkı değil aynı zamanda görevlidir de. Onlar Türkiye'nin onurudur ve haklarındaki davalar ve tutuklamalara derhal son verilmelidir.

Judith Butler (Berkeley Üniversitesi) - Rosi Braidotti (Utrecht University): Entelektüelin görevi idari baskı ve devlet şiddeti karşısında eleştirel bağımsızlığını sürdürmektir. Meslektaşlarımıza yapılan saldırı, katlanmak zorunda kaldığımız tehditlere rağmen işimize, mesleğimize saygımıza, düşünce yaşamına olan adanmışlığımıza bir saldırıdır. Göstermelik hiçbir mahkeme bu dayanışma ruhunu kıramaz.

Noam Chomsky (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü): Adli kovuşturma ifade özgürlüğüne ciddi bir saldırı ve geçmiş yılların önemli kazananlarını geriye götürecek şekilde Türkiye'de otoriter yönetime doğru atılan yeni bir adım. Bütün bu tehditkâr gelişmeler, aslında her birimizin kendisini adaması gereken, büyüyen tehlikeli çatışmaların barışçıl çözümüne dair umutlara da yeni bir darbe.

Alex Demirovic (Goethe Üniversitesi): Uzun bir süredir ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, kamuoyunun sindirildiği, özlük haklarına dönük çeşitli tehditlerinin olduğu bir ortamda, Türkiye’de bu denli çok sayıda akademisyenin, barış politikasını savundukları ortak bir açıklamayla kamuoyu önüne çıkmalarını, müthiş ve son derece yürekli bir hareket olarak görüyorum.

Bob Jessop, Ngai-Ling Sum (Lancaster Üniversitesi): 22 Nisan’da (bugün) meslektaşlarımızın serbest bırakıldığım görmeyi, diğer meslektaşlarımız üzerindeki baskı uygulamalarına son verilmesini ve insan haklarıyla ilgili meselelere ve diğer konulara dair ifade özgürlüğünün tekrar sağlanmasını umut ediyoruz.

Michael Burawoy (California Üniversitesi, Berkeley, Uluslararası Sosyoloji Birliği'nin eski Başkanı): Akademisyenleri, bir barış bildirisine imza attıkları için hapse atmak, soruşturmak ve tehdit etmek, modern, demokratik bir hükümete yakışmaz. Açık tartışma ve kamusal müzakere her zaman gözdağı vermeye ve zorlamaya tercih edilmelidir.

Loïc Wacquant (California Üniversitesi, Berkeley): Akademisyenlerin barış hakkındaki görüşlerini ifade etme özgürlüğü çiğnendiğinde, Türkiye Devleti her vatandaşın özgürlüğünü çiğnemiş olur. Bu, demokratik bir toplumun temel ilkesini ihlal eder ve hükümetin, tüm dünyadaki itibarını düşürür.

Alain Touraine (Yüksek Sosyal Araştırmalar Okulu): Geçmiş yıllarda Türkiye’nin AB’ye girmesi konusunda olumlu fikrimi belirtme imkanı bulmuştum, zira birçok kereler Türkiye akademisyenlerinin, yazarlarının veya gazetecilerinin yüksek entelektüel ve profesyonel niteliklerinin birçok ispatı ile karşılaşmıştım. Bu sebeple Türkiyeli meslektaşları ile dayanışmalarını ifade etmeye karar vermiş üniversite hocaları ve entelektüellerden oluşan uluslararası gruba katılmaya karar verdim.

Cynthia Enloe (Clark Üniversitesi): Sizinle birlikteyiz. Siz bizsiniz ve biz de siz. Bir hükümetin kendi akademisyenlerini, araştırmacılarını, hocalarını korkutma çabası yaratıcı düşüncesi ve öğrenimi boğma çabasıdır.

Catherine Lutz (Brown Üniversitesi): (Tutuklu olan) Dördünüzün ve hepinizin gösterdiği etkileyici cesaretin bende uyandırdığı hayranlığı ve Türkiye hükümetinin yanlışlarının yerini bu duruşmada doğru olanın alacağı umudumu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Nadje Al-Ali (SOAS, Londra Üniversitesi): Sizler gibi biz de, Türkiye tarafından sistematik olarak marjinalleştirilen, ezilen ve haklan ihlal edilen Kürtlerle de dayanışma içindeyiz. Ortak bir zemin yaratmak ve barışı aramak yolunda öncü rol oynayan Türk ve Kürt feministlerin olağanüstü çabalarını özellikle anmak istiyorum.

Barış Bloku ise “Sadece barış talebini dile getirenler değil savaşın gerçeklerini ortaya çıkaranlar da tutuklanmaktan ve yargılanmaktan kurtulamadı. Ülkeyi içte ve dışta savaşa sürükleyen iktidar gerçekleri açığa çıkaranları da hedef tahtasına koymuş Dündar ve Gül’ü yaptıkları haber nedeni ile tutuklattı. Ancak bu korku ve yıldırma politikaları ne akademisyenleri ne de gazetecileri yıldıramadı. Akademisyen ve gazetecilerin yanındayız” dedi.