Şans ve başarı onu hiç bırakmadı: Kate Winslet

Craig Zobel’in yönettiği “Mare of Easttown” adlı diziyle gündemde olan İngiliz oyuncu Kate Winslet artık 45 yaşında. Kariyerinde hemen her ödülü almış oyuncunun hayatının dönüm noktalarına bir bakalım...

Emrah Kolukısa

Bein Connect ve Digitürk üzerinden izlenebilen “Mare of Easttown” Pennsylvania’nın küçük bir kasabasında polis dedektifi olarak görev yapan Mare Sheehan’ın dünyasına götürüyor izleyiciyi. Bir yıldır kayıp olan bir genç kızın ölü ya da diri bir türlü bulunamamış olmasının verdiği kasvetli havayla damgalanmış Easttown adlı kasabada şimdi de başka bir genç kızın cesedi bulunmuştur ve olayı çözmek de Mare’e düşecektir. Herkesin birbirini tanıdığı kasabada asık suratı ve elinden düşürmediği elektronik sigarasıyla sorular sormaya başlar Mare... 7 bölümlük dizinin ilk beş bölümünü geride bıraktık bile ve kasabayı dehşete boğan olaylar zincirinin çözülmesine belki çok kalmadı ama kariyerinin unutulmaz performanslarından birini sergileyen Kate Winslet’ın canlandırdığı Mare’in kendi geçmişi ve ailesiyle olan hesaplaşması dizinin asıl duygusal merkezini oluşturuyor şüphesiz.

SANDVİÇ YAPAN KIZ

Daha önce defalarca anlattı, oyuncu olmayı kafasına koyduktan sonra 16 yaşında okulu bırakmış Kate Winslet. “Seçmelere katılmak için Londra’ya gidip gelmek gerekiyordu ve bunun için de para kazanmalıydım” diyor. “Bir şarküteride çalışıyordum. Sonra ilk kez bir sinema filmi için seçmelere katıldım ve birkaç kez o filmin görüşmelerine çağrıldım. Bir gün şarküteride sandviç yaparken telefon çaldı ve ben o çalan telefonun benim için olduğunu hissettim nedense. Elimdeki hindi sandvici yarım bırakıp içeri koştum. Rolü almıştım.” Anlattığı hikâye henüz 17 yaşında başrol üstleneceği “Heavenly Creatures” filmine dair bir anı ve filmin yönetmeni de Peter Jackson adlı bir Yeni Zelandalı.

Birkaç yıl içinde Peter Jackson dünyanın en büyük film serilerinden biri olan “The Lord of The Rings” i çekecek, Kate Winslet ise daha da kısa bir süre içinde sinema tarihinin en büyük gişe hasılatını yapan filmde başrol oynayacaktı. Şanslı bir başlangıçtı ve bu şans bir süre daha peşini bırakmayacaktı.

Kate Winslet’ın şansı genç yaşından itibaren üst üste çalıştığı yönetmenlerin dönemin kalburüstü sinemacıları oluşuydu elbette. Peter Jackson’ın ardından Ang Lee (Sense and Sensibility), Michael Winterbottom (Jude), Kenneth Branagh (Hamlet) ve tabii kariyerinin en önemli dönüm noktalarından birinde bir araya geleceği James Cameron (Titanic)… Üstelik henüz ikinci filmi olan “Sense and Sensibility” ile ilk Oscar adaylığını almış, “Titanic” ile ikinci Oscar adaylığını alarak yeteneğini ispatlamıştı, sadece 22 yaşında. 30 yaşında 5 kez Oscar’a aday gösterilen ilk kadın olarak bir rekora imza atacaktı. 2008 yılında o çok istediği ödüle kavuşmadan birkaç ay önce iki filmle birden iki ayrı dalda aday gösterildiği Altın Küre Ödülleri’nde iki ödülü birden alarak bambaşka bir seviyeye çıktı Kate Winslet. Tüm dünyanın onu hayranlık ve şaşkınlıkla izlediği zamanlardı ve “The Reader” ile En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını alması sanki kaçınılmazdı.

Bugün geriye dönüp baktığımızda ise Oscar’ın ve Altın Küre’nin (ki bugüne dek 4 Altın Küre aldı) yanı sıra, BAFTA, Emmy, SAG ve Grammy (evet yanlış okumadınız, çocuklar için doldurduğu bir öykü albümüyle aldı bu Grammy’yi) ödülleri başta olmak üzere çok sayıda ödül aldığını görüyoruz ünlü oyuncunun.

“Mare of Easttown” 

Winslet’ın filmografisinin popüler ve anaakım zirvesinde “Titanic” varsa eğer, tam aksi tarafında, yani bağımsız ya da “sanatsal” zirvesinde de şüphesiz 2005 tarihli Michel Gondry filmi “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” (Sil Baştan) var. Burada canlandırdığı rol belki Gondry’nin ve senaryonun yazarı Charlie Kaufman’ın ayrıksı dehalarının bir nebze gölgesinde kalmış gibidir ve izleyici Winslet’ın karakterinin derinliğinden ziyade filmin karmaşık konusunu (Winslet da okuduğunda anlamadığını itiraf edecektir bir söyleşisinde) ve alabildiğine duygusal atmosferini hatırlayacaktır ama Winslet’ı da bir çeşit kült statüsüne çıkaracaktır elbette.

Winslet, kızı Mia ve oğlu Joe ile

ÜÇ EVLİLİK, ÜÇ ÇOCUK

Bir yandan da yıllar içinde genişleyen bir aile kurar Kate Winslet. Kendisinden 12 yaş büyük olan ilk büyük aşkı oyuncu ve yazar Stephen Tredre ile 5 yıllık bir ilişkisi olacak ve ayrıldıktan 2 yıl sonra kansere yenik düşen Tredre’nin cenazesine katılmak için “Titanic”in galasını kaçıracaktır. İlk evliliğini ise 1998 yılında Jim Threapleton ile yapar. İlk çocuğu Mia 2000 yılında doğacak ama kocasının kıskançlıkları yüzünden hem kariyeri tehlikeye düşecek (“Ünlü olmamı istemiyordu, hep önümü kesiyordu” diyecektir yıllar sonra) hem de duygusal hayatı zehir olacaktır. 2001 yılında boşanırlar ve kısa bir süre sonra o sıralar İngiltere’nin en parlak yönetmenlerinden biri olan Oscar ödüllü Sam Mendes ile bir ilişkiye başlar. Winslet’ın ricası sonucu Emma Thompson’ın sırf ikisini bir araya getirmek için verdiği bir barbekü partisinde başlayan macera 2003 yılında evlilikle sonuçlanır ve aynı yıl oğulları Joe doğar. 8 yıl süren bu ikinci evlilik de bittiğinde Winslet kalbinin çok kırıldığını açıklar ama çocukları sayesinde hayata döner. Halen evli olduğu kocası Abel Smith ile ise 2012 yılında evlenir ve üçüncü çocuğu Bear’i dünyaya getirir. 

Şurası bir gerçek, Kate Winslet kusursuz vücuduyla bir yandan da moda ikonu olan Hollywood yıldızlarından değil. Ergenlik yıllarında hep kilo sorunu çekmiş... Lezbiyen bir paleontoloğu canlandırdığı “Ammonite” adlı filmde ve erken yaşta büyükanne olmuş bir polis dedektifini oynadığı “Mare of Easttown”da gösterişten uzak tiplere bürünmekten de hiç çekinmiyor. Rollerini nasıl seçtiği sorusuna verdiği şu yanıt belki onun hakkında en bariz ipuçlarını sunacak bize:

“Kusurları olan karakterleri oynamayı seviyorum. Bana hiç benzemeyen, içinde kaybolabileceğim karakterleri… Rolün içinde kaybolmak beni en çok heyecanlandıran, eğlendiren şey. Bir erkeği oynamak isterdim mesela. En büyük meydan okuma bu bence, biraz fazlaca kilolu, elden ayaktan düşmüş, hayattan beklediğini bulamamış bir erkek örneğin.”