Rakam değil insan-3: ‘Virüs geçer de ekmek nasıl kazanılır’

Koronavirüs rakamlarına ‘vaka’ olarak yansıyanlardan biri Fikret Yalçın... Bir kurye firmasının on yıllık çalışanı. Karantinadaki evinde virüsün neler yapabileceğinden çok, maaşının kesileceği korkusunu yaşıyor...

İpek Özbey/Mustafa K. Erdemol

Sağlıkçılarımızın her birinin kahraman olduğuna elbette kuşku yok. Kendi yaşamlarını düşünmeden hayat kurtardıklarını kabul etmemek olur mu? Doktorundan hemşiresine, cankurtaran sürücüsünden sedye taşıyıcısına hepsi takdiri elbette hak ediyor. Ama bu salgın, bazı meslek mensuplarının ne kadar önemli olduğunu da öğretti bize.

Değersiz meslek yok elbette, en önemsiz sandıklarımıza bile ne kadar ihtiyaç duyuyormuşuz, acı bir biçimde deneyimledik. Emeğe dayalı hiçbir meslek değersiz değildir ayrıca. Salgın öncesi, rahatına düşkün olanlarımızın on line olarak verdiği siparişleri ayaklarına kadar getiren kuryeler örneğin. Onları da alınan önlemlerin bir parçası yapıverdik. Bizim, biz virüs kapmayalım diye korucuya dönüştürdüğümüz insanlar oldular.

PAKETLERDEN BULAŞTI

Ama ne var ki, emek-üretim sürecinde hakları yenen bir mesleğin mensupları onlar. Kolayca işlerini kaybedebilirler örneğin, çünkü yerlerini alacak binlerce işsiz var. Dürüstlük, hız yeteneği gibi önemli birkaç meziyete sahip olanların yapabilecekleri bir meslek çünkü. Dolayısıyla ayrılanın yeri bu niteliklere sahip başkalarınca doldurulabiliyor. Bu daha çok “fast food” olarak adlandırdığımız sektörde geçerli tabii.

Uluslararası alanda faaliyet gösteren büyük kargo firmalarının bu alanda eğitimli elemanlarından söz etmiyorum. Bizim konumuz yüz yüze olduğumuz emekçiler... Salgından sonra evlerinden dışarıya adım atmaya çekinenler, istediklerini onlar aracılığıyla getirdiler evlerine. Kurye meslek örgütlerinin verdiği bilgilere göre iş yükü salgın döneminde neredeyse birkaç kat artmış durumda. Sadece iş yükü değil, kuryelerin virüs taşıdığına inanların sayısı da hayli arttı. Kuryenin getirdiği pakette virüs var mı yok mu bilemeyiz ama virüse kolay yakalanan kesimler arasında kuryeleri de sayabiliriz rahatlıkla.

Gitmedikleri ev, apartman, işyeri yok neredeyse. Fikret Yalçın, bir kurye şirketinde çalışan Batmanlı bir genç. İlkokul mezunu, çalıştığı uluslararası kargo firmasının merkezinde dağıtımı düzenleyenlerden, nakil araçlarına yükleme yapanlardan biri. Paketlerden bulaştığına tanık olmadık diyenlerin erken bir yargıya vardığının da en iyi örneklerinden biri Yalçın. Çünkü, o kapı kapı dolaşanlardan olmasa da merkeze gelen paketleri düzeleyen bir emekçi. Koronavirüs nedeniyle karantinada; “Bana muhtemelen düzenlemelerini yaptığım paketlerden bulaştı” diyor.

YÜZLERCE KİŞİYE İKİ TUVALET

Yani mesleki riski fazla olan bir işkolunun koronavirüs bulaşmış bir emekçisi. 14 kardeşi var. Yirmi yıldan fazladır yaşadığı İstanbul’da tekstilde ütücülük de yapmış, lokantada da çalışmış. On yıldan beri de uluslararası alanda faaliyet gösteren bir kurye firmasında çalışıyor. Öyküsünü dinledim. “Nasıl oldu” diye sordum.

“Belki de herkesten fazla dikkatliydim. Ama ben de koronavirüse yakalandım” deyince merak ediyor insan haliyle. “Emin misin dikkat ettiğine” dedim. Verdiği yanıt, tüm emekçilerin aslında her zaman karşılaştıkları sorunlara bağlı bir yanıttı tabii. “Zaten başta hijyen yokluğu olmak üzere, sağlığımızı tehlikeye atan olumsuz koşullarda çalışıyoruz. Yüzlerce işçi arkadaşımla çalıştığım yerde bize ayrılmış sadece iki tuvalet olduğunu söylersem bir fikriniz olur” diyor.

İNSANIN DEĞERİ YOK ANLADIM! KENARA ATILMIŞLIK DUYGUSU İÇİNDEYİM

Bacaklarında ağrıyla başlamış süreç. Halsizlik ardından geliyor hemen. Önce o da herkes gibi kendisine konduramamış koronavirüse yakalanabileceği ihtimalini. İlk aklına gelen önlem de eve gidip dinlenmek. Dinlenmiş mi peki? Hayır tabii ki. “Halsizim, biraz dinlenmem lazım, eve gidebilir miyim” dediğinde bağlı olduğu yetkili tarafından terslenmiş Fikret Yalçın. Buna rağmen, onu dinlemeyip eve gitmiş. “Hastayım dedim inanmadılar” diyor.

“Burada insanın değeri yok, biliyordum, iyice anladım” diye de ekliyor. Dinlenme de ağrılarını, halsizliğini gidermeyince en yakın sağlık ocağına görünüyor. Sırtında da ağrı başlamış. Önce “şeker olabilir” demişler. Ardından Florence Nightingale’e düşmüş yolu. Yapılan testte sonuç pozitif çıkınca, on çeşit ilaç verilip, “evde kal” denmiş Fikret’e. Ben konuştuğumda karantinanın beşinci günündeydi. Ne tür bir karantina diye sordum hemen. “Ailemle yaşıyorum, eşim ve üç çocuğumla” deyince onlara test yapılıp yapılmadığını merak ettim. Karantinanın en yakınlar dahil olmak üzere herkesten uzak durmak olduğunu hatırlattım.

“Ülkenin her yerine gidecek irili ufaklı hemen hemen tüm paketler benim de elimden geçiyor. İşyerimizde salgın çok ama çok yaygın. Bir önlem alındığı da yok.”

“Ayrı ayrı odalardayız, yemek bile yemiyoruz birlikte” dedi. Eşi de kendi çabalarıyla gidip test yaptırmış. Sonuç negatif çıkınca rahatlamış haliyle. Çocukları çok küçük daha; 3, 5 ve 8 yaşında üç kızı var. “Ruh halim, kimse arayıp sormadığı için etkilendi tabii” diyor. Yakın dostları dışında, işyerinden hiç kimse arayıp sormamış. “Bir kenara atılmışlık duygusu içindeyim” sözleri yürek yakıyor gerçekten. Anne baba da İstanbul’da, evleri yakın. Ama onları da göremiyor doğal olarak. Nasıl kaptığına dair bir fikri var: “Ülkenin her yerine gidecek irili ufaklı hemen hemen tüm paketler benim de elimden geçiyor. Muhtemelen onlardan kaptım. Ayrıca işyerimizde salgın çok ama çok yaygın. Bir önlem alındığı da yok.”

Paketlerden de insanlara virüs geçmez derken dikkatli olmalı. Zaten Bilim Kurulu’nun da önerdiği önlemler arasında eve giren her paketin dezenfekte edilmesi gerektiği söyleniyor. Fikret işyerine gelen paketlere böyle bir işlem yapıldığını anımsamıyor, “Hiç görmedim” diyor. Kardeşlerinden biri de koronavirüse yakalanmış ama ne mutlu ki o “atlatmış”. “Ben de herhalde atlatırım” diyor Fikret.

Ama ciddi anlamda kızgın. İşyerinde salgın öncesi de bir özensizlik olduğunu vurguluyor. Salgın başladıktan sonra bile, onca duyuruya, dikkat edilsin çağrısına rağmen 20 ya da 30 kişinin bir kamyona doldurulup paket dağıtımına çıkarıldığını söylüyor. En fazla 20 kişi alabilen yemekhanede yüzden fazla çalışan yemek yiyormuş hâlâ. Bu elbette salgına davetiye demek. Sosyal mesafenin ise esamisi okunmuyor işyerinde anlattığına göre. “Herkes o kadar iç içe ki anlam vermek zor diyor” öfkeyle.

ÇOĞU VİRÜS KAPTI

Koronavirüs insan temasıyla bulaşan bir hastalık. Bu nedenle özellikle insanlarla yüz yüze olmayı gerektiren bir meslek yapanlar olarak kuryelerin bu konuda bilinçlendirilmeleri gerekiyor tabii. Alınan bazı önlemler var ama Fikret’e sorarsanız, eve giden meslektaşlarının çoğu virüs kapmış durumda, bir o kadar da bulaştırmış olanlar var.

Şu anda kendisini iyi hissediyor, bacaklarında ağrı, genel halsizlik durumu kalkmış ortadan. Ama peşini bırakmayan bir rahatsızlığı var. Emek-üretim sürecinin bu ağır emekçisi belki de çok tehlikeli sonuçlara yol açacak virüsle buluşmuş olmaktan çok, “karantina süresince” işe gidemediği için maaşında kesinti yapılıp yapılmayacağının korkusunu duyuyor.

HASTAYIM, DİNLENMEM LAZIM!

Öyle bir korku ki, “Virüse işyeri koşullarının olumsuzluğu yüzünden yakalandın, mutlaka dava et, haklarını ara” diyen eşine hak vermekle beraber alacağı üç beş kuruşu da kaybedeceği endişesini taşıyor.

“Hastayım, dinlenmem lazım” dediğinde kendisini tersleyen müdürünün bulunduğu işyerini dava ettiğinde, “ya kazanamazsam, ne iş yaparım” endişesi virüsle baş etmekten daha zor geliyor ona. Teslim ettiğiniz paketi, istediğiniz adrese hasarsız götürmesini beklediğiniz kuryelerin belki de sizin paketinizden virüs kapmış olabileceğini aklınıza getirdiniz mi hiç? Birbirimize muhtaç olduğumuz kadar birbirimiz için “tehlikeli” de olabiliyoruz.

Bu kesin. Hani şu bizi eşitlediğini söylediğimiz koronavirüs, bazı endişelerimizde hiç de bizi eşit kılmış değil. Fikret Yalçın’ın, “maaşımı kaybeder miyim?” endişesi, başka endişelerle eşit değil. Umarım atlatacak Fikret bu belayı. Üç küçük ve güzel kızıyla, eşiyle yaşam kavgasını sürdürecek. Hak arama mücadelesini, ekmek kazanma kavgasını virüs bile kesintiye uğratamıyor gördüğünüz gibi.