Prens Philip: Siyasi görüşüne inanamayacaksınız

İngiltere’de Prens Vanuatu kabilesi mensupları için tapılan bir tanrıydı. Trump’ı hiç sevmedi. Protekiz’in faşist diktatörüyle dalga geçti. Saray protokoluyla çatışması ömrünün sonuna kadar sürdü.

Mustafa Kemal Erdemol

İngiltere tarihinin sadece görevde en uzun süre kalan hükümdar eşi değil, bu işi en iyi başaranlardan biriydi Prens Philip. Eşi Elizabeth’in, aniden ölen babası Kral VI. George’dan sonra tahta geçmesi üzerine henüz çok gençken bir hükümdar eşine dönüşmüştü. Birçok yeteneği olmasına rağmen resmi görevlerin çoğundan dışlanıp sadece Kraliçe’nin eşlikçisi gibi görülse de Elizabeth’in gerçek akıl hocası, yönlendiricisi olduğu anlaşıldı yıllar sonra.

Uzaktan öyle görülmüyor belki ama yaşadığı hayat özenilecek bir hayat değildi. Belki de bu yüzden dili, espri yapayım derken son derece zehirli olmuştur. İstediği hayatı dilediğince yaşayamamanın öfkesini hak etmeyenlerden çıkarmasının nedenlerinden biri de budur.

Prenses Elizabeth’i çok sevdiği kesin, ancak gençliğinde özellikle her bilgiyi öğrendiği amcası Lord Mountbatten’ın da teşvikiyle evlilik konusunda yaptığı seçim tüm hayatını huzursuz kılmıştır. Elizabeth Kraliçe olduğunda amcası Windsor olan Kraliyet soyadının yerine Mountbatten’ı kullanılması önerisi dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in “kadın da olsa bir Kraliçe’nin eşinin soyadını alması bir hükümdar için mümkün değil” diyerek karşı çıkması üzerine kabul görmemiştir. “Dünyada çocuklarına kendi soyadını veremeyen tek erkeğim” diyerek yakınan Philip’in Churchill’e “kanlı amip” deyişi o günlerden kalmadır.

SARAY DIŞI YAŞAM

Yanından bir saniye bile ayrılmadığı sanılmasına rağmen Buckhingham Sarayı’nda değil kraliyete ait bir malikane olan Clarence House’da kalmayı tercih etmesi sokulduğu “havadan” çıkma isteğiyle ilgilidir. Ekim 1956'da, dört aydan fazla bir süre karısından, iki küçük çocuğundan uzakta, iki erkek arkadaşı ile Royal Yacht Britannia'da bir dünya yolculuğuna çıkması da o boğucu “havadan” uzaklaşma çabasıydı. Kraliçe’den ayrı bir yaşam sürdü çoğunlukla. Yemek odaları, oturma odaları, banyoları ayrıydı. Bunun böyle olduğu bir Elizabeth hayranı İngiliz vatandaşının 1982'de tüm güvenlik önlemlerini aşarak Kraliçe’nin yatak odasına girmesiyle öğrenilebildi. 

Elizabeth Kraliçe olduğunda başına takılan taç için “bu şapkayı nereden aldın?” yollu alaycı yaklaşımı, şapkalarının güzelliğiyle de bilinen Elizabeth’e de gerektiğinde laf soktuğunun göstergesidir. Saray’da kimi değişikliklerin onun tarafından yapıldığı söylenir. Çok basit bir örnek de vardır. Saray’ın saçma, akıldışı kurallarının da bir örneğidir. Kraliçenin yatağında her zaman bir viski şişesi bulunur. Oysa yıllar önce soğuk algınlığına iyi gelir diye Kraliçe Viktorya için bulundurulan o şişe neredeyse 100 yıldan fazla bir zaman orada kalmıştır. Kimsenin aklına o emri iptal etmek gelmemiştir. Şişeyi oradan kaldırması bile tutucu, gelenekçi, değişime karşı saraya ilk itirazıdır. Saray protokoluyla çatışması ömrünün sonuna kadar sürmüştür. 

Yine de saraya teslim olmasını hazmedemedi. Bunu dile getirdiği anlar vardır; eski İngiliz sömürgesi Singapur’un 1959’daki bağımsızlık törenlerinde, ülkenin yöneticilerine “tartışabileceğiniz en ‘yönetilen insan’ benim” demesi en iyi bilinen örnektir.

PASİFİK ADASI YERLİLERİNİN TANRISI

Güney Pasifik’teki Vanuatu’da bir köy olan Yaohnanen’de inanılan bir efsane vardır. Adalılar, uzak bir diyardan güçlü bir kadın bulmak için okyanuslarda maceraya atılan bir "soluk benizli”nin Philip olduğuna inandılar. Adına kurdukları tapınakta “tanrıları” Philiph’e yakarır, ibadet ederler o köylüler. İki kız kardeşi Nazi subaylarıyla evlenince onları affetmedi. Ancak bir uçak kazasında ölen o kız kardeşlerden Cecile’in Almanya’da düzenlenen cenaze töreninde yüksek rütbeli Nazi subaylarıyla beraber Hitler selamı vermesi çok eleştirildi. O sıralarda 16 yaşındaydı. Ama faşizme düşman olduğunu söylerler yakınları. Paraguay’ı ziyaretinde faşist diktatör General Alfredo Stroessner'la “halkın yönetmediği bir ülkede olmak da hayli keyifli” diyerek dalgasını geçmiştir.  Küçük çaplı diplomatik bir krizdir yol açtığı. Politikacılara olan nefreti de dillere destandı. Hiç ama hiç sevmediği Donald Trump’la karşılaşıp tanışmasın diye hem de 97 yaşındayken bir çocuğunun vaftiz törenine katılmak için saatler süren bir uçak yolculuğu yaptı Trump Londra’dayken. 

Büyük oğlu Prens Charles’la iyi değildi arası, ama birçok açıdan kendisine benzeyen kızı Prenses Anne ile harikaydı ilişkileri. Prenses Diana’ya tutumundan ötürü halkın kızgınlığını topladığı kesindir. Ama yaşına rağmen modern zamanlara ayak uydurmayı da bildi. Büyük torunu geleceğin kralı William’ın Kate Middleton’la ilişkisine verdiği destekle gösterdi bunu. 

Zorunlu saray görevlerinin dışında hiçbir görev üstenmedi. Onun yerine doğayla ilgili işlere adadı kendini. 1961'den 1982'ye kadar İngiltere Dünya Yaban Hayatı Fonu'nun başkanı, sonra aynı kurumun uluslararası başkanı, 1996'dan itibaren de fahri başkanıydı. Britannia'dan Kuşlar ile Vahşi Yaşam Krizi adlı kitapları yazdı. Altmışlı yılların başlarında büyük bir avı sırasında bir kaplanı öldürmesi haklı olarak ikiyüzlülükle suçlanmasına yol açtı. Belki de en kalıcı başarısı, 1956’ta hayata geçirdiği gençler arasında girişimciliği özendirme amaçlı Edinburgh Dükü Ödül Programı'ydı.

GENÇLİĞİNDE “SOLCU”YDU

Muhafazakarlığın doruğu olan Monarşi’nin bir üyesi olduğu için bir zamanlar “solcu” olduğu şaşırtıcı bulunabilir haklı olarak. Varoluşunun nedeni, büyük hayranlık duyduğu amcası Lord Mountbatten Philip’in gençliğinde sosyalist düşüncelere yakın olduğunu söylemiştir.  2011’de yayınlanan  "Genç Prens Philip: Çalkantılı Erken Yaşamı" adlı kitapta söyler bunu amcası.

1945'te sosyalizm ilkelerine hiçbir düşmanlığı yoktur Philip’in. O dönem siyasi bakışı savaşın hemen ardından ülkenin değişen ruh haliyle uyumluydu deniyor kitapta, İngiliz halkı Churchill'e de temsil ettiği toprak sahibi aristokrasinin geleneksel yönetici sınıfına karşıydı. Philip de bu görüşü benimsemişti derler. Ama Elizabeth’le evlendikten sonra siyasi görüşlerini saklamıştır. Siyasi tartışmalardan hep uzak durdu ama tabii ki Marksizm’e de uzaktı.  

Kimi esprilerinde ırkçılık sayılacak nitelendirmeleri oldu elbette. Onun mizah sandığı kelamları incitici olmuştur. Baştan sona bir günah imparatorluğu olan yapının mensubu olarak geçmişte sola meyilli olması, monarşinin sömürgeci, saldırgan, sinsi yanında taraf olduğunu ortadan kaldırmaz elbette. Sadece bir bilgi olarak ortaya konulsun istedim. 

Ülkesinde bir dönemin kapanması olmuştur ölümü. Sıradan insanların yaşamından uzak “kafes içi” yaşamı, kimsenin özeneceği bir yaşam değildi. Aristokrasi içinde trajik bir ömürdü sürdürdüğü.