Mirgün Cabas: Yeni gazeteciler birer argüman fabrikası
Mirgün Cabas yeni Türkiye’nin yeni gazetecilerini birer argüman fabrikası olarak tanımlıyor. “İncir çekirdeğini doldurmayacak detaylardan bir dünya yaratıp, kendilerini hükümete beğendirip kullandırıyorlar. Aralarında gerçekten Houdini gibi büyük yetenekler de var!” diyor.
Ali Deniz Uslu / Cumhuriyet
Mirgün Cabas, hepimizin hayatına ekranda sorduğu sorular, yaptığı habercilikle kazındı. Sonra NTV’de bir deprem oldu ve rüzgâr onu GQ’nün başına attı. Ama o her fırsatı kendini geliştirmek için kullanmayı bildi. Şimdi zamanının bir kısmını Ceyms isimli internet projesine ayırıyor. Bu, GQ günlerinden ona kalan bir miras. Erkekleri hedefleyen stil, kültür ve yaşam konuları üzerine içerik sağlayan bir site Ceyms. Profesyonel bir ekiple bu işi yürütüyor. Bundan da keyif alıyor. Çünkü insanın karşısına yeni bir şey öğrenme ve uygulama fırsatının her zaman çıkmadığını söylüyor. Peki ya habercilik? Biz de Cabas’la öğrendiklerinden hayatına, evliliğinden haberciliğe geniş bir söyleşi yaptık.
- Konuşmayı sevmiyorsunuz, kendinizi anlatmayı da. Bir yandan da iyi haberci ve soru sormayı iyi bilen bir gazetecisiniz. Kendi hakkınızda konuşmamanızın, konuşmak istememenizin temelinde ne yatıyor?
- Soru soran her zaman rahattır. İstediği yerden sorar… Hiç düşünmediğim bir şey üzerine gak guk’larken bulursam kendimi, canım sıkılır. Soruları soran sensen, dersini çalışır gidersin, takır takır sorarsın. Ama kendin hakkında konuşacaksan dersini çalışıp da gidemezsin röportaja. Siyasetçi de değilim ki, ne sorulursa sorulsun aklımdaki cevabı vereyim! Bir de “Öyle miyim, böyle miyim” diye kendi hakkında çok düşünen biri de değilim, ne sorulursa sorulsun “şak!” diye cevap vereyim. Bazen öyleyim, bazen böyleyim işte… Zaten en korktuğum şey kesin cevaplardır. Kendi hakkımda kendime bile yanılma payı bırakmak isterim.
- Bu sabah sizinle buluşmadan önce kızınızlaydınız. İnsan baba olmaktan ne öğreniyor?
- Sabır ve empati! Kör olduğun alanlar güçleniyor, kendi sınırlarını geliştiriyorsun. Tahammül konusunda çok ilerleme kaydettim mesela. Bilgisayar gibi “bir”ler ve “sıfır”larla çalışan ama çok primitif bir zihne, en basit şekilde ve sınırlı bir kelime dağarcığıyla her şeyi açıklamak zorundasınız. Empatiye gelince, dünyayı 100 santim boyunda birinin gözünden görmeyi deneyin, dediğimi anlarsınız. Tabii bir de meselenin duygusal tarafı var. Sevgi, bağlılık vs gibi.. Orada da her ana babanın sadece kendi başına geldiğini zannettiği şeyler yaşıyorsunuz. Çok güzel.
- Ekranda olduğunuz günleri özlüyor musunuz? Mesela cumhurbaşkanlığı seçiminin olduğu gün, “Geçen seçimde ekranda sonuç açıklıyordum, bugün evde brownie yapıyorum… Olsun, baharda yine geliriz” diye bir tweet attınız.
- E, özlüyorum tabii. Çünkü severek, özenle ve iyi yapıyorum o işi. Çok mu kahroluyorum? Hayır. Hayatım altüst mü oldu? Hayır. Zaten olayların böyle gelişebileceğini epey zaman önce kabullenmiştim. NTV’deki programlarım bitirildiği zaman, haber yayıncılığına en azından uzun bir süre ara vermek zorunda kalabileceğim fikrini kabullenmeye başlamıştım. Artı 1 dönemi geri dönüş için büyük bir şans oldu, sanırım onu da en iyi şekilde kullandım.
- NTV’den el çektikten sonra eleştiriler de geldi. “Bunca yıllık haberci neler yapıyor?” diye.
- NTV’den ayrılınca GQ Türkiye’de dergicilik yapmamdan söz ediyorsanız, bana gelmedi o sözler. Gelse de umursamazdım zaten. O güne kadar yaptığım iş devam ettirilemez hale gelmişti. Yapabileceklerim arasında en iyi seçenek de dergicilikti. Ayrıca habercilik benim için kutsal filan bir iş değil ki! İşlerden bir iş, iyi bir iş, en sevdiğim iş, en iyi yaptığım iş… Ama onu yapamıyorsam da başka bir şey yapacağım belli. Limon sat diyorlar ya. Bu durumda limon, dergicilikti benim için. Gittim, bir şey daha öğrenmiş oldum. Kim bilir belki de orada edindiğim tecrübeyle geçineceğim bundan sonra. Kaldı ki GQ gibi bir dergiyi yaparken siyasi görüş ayrılığı nedeniyle çalıştığı gruptan ayrılan kaç kişi tanıyorsunuz, bana söyleyin...
- NTV’ye baktığımda artık ben bir şey göremiyorum. Bazen başka bir ülkenin kanalı gibi geliyor. Mesela Norveç ya da İsveç gibi... Siz ne görüyorsunuz?
- Siz bakıp görmüyorsunuz, ben bakmadığım için hiç görmüyorum. Gerçekten bakmıyorum, bakamıyorum.
- Artı 1 dönemi de fırtınalı geçti. İlk zamanlar eski bir dostla yeniden buluşma gibiydi.
- Artı 1’de çok mutluyduk ekip olarak. Her gece yayını bitirdiğimizde “Bizim işimiz ne güzel bir işmiş meğer” diyorduk. Belli ki özlemiştik, hakkını vererek yapmanın keyfini yaşıyorduk. Zaten NTV’deki son dönemlerimizde hep bir sakınma hali vardı. Kendini sakınma, kanalı sakınma... Yayını sürdürebilmek, söylenmesi gereken sözü birine söyletebilmek için birtakım cambazlıklar falan, bunlar çok yorucu ve tatsız şeylerdi. Yüzeysel bir dengeyi arıyorduk, işin özüne zarar veriyordu. Çok bezmiştik. İşte o yüzden Artı 1’de eski heyecanı yeniden yaşadım, ne kadar sahici bir iş yaptığımızı yeniden keşfettim. NTV’nin ilk yıllarında aldığım hazzı orada aldım, gerçi o da kısa sürdü. Ama bana soluk almak için bir fırsat verdi bu iş.
- Artı 1 niye devam etmedi, edemedi?
- Kanalın mali yapısı sağlam değildi. Kanalın sahibi sermayeyi kediye yükleyerek gemiyi yüzdürebileceğini düşündü, o kedi de bizdik. Yine de haberciliğin yanında kanalı yaşatmak, bir gelir modeli kurmak için elimizden geleni yaptık. Hayat boyu çalmadığımız kapıları destek için çaldık. Gerçi çaldığımızla da kaldık ama olsun, denedik, en azından günah bizden gitti. Her gün beş kişiye “Artı 1 niye bitti”nin cevabını verirken en azından, rahatım.
- Yeni Türkiye’nin yeni gazetecileri nasıl ya da bildiğimiz gazetecilik öldü mü?
- Bildiğimiz gazetecilik ölmediyse bile bir yerlere saklandı ve uzunca bir süre orada kalacak gibi. Yeni gazeteci dediğin şeyler ise birer argüman fabrikası. İncir çekirdeğini doldurmayacak detaylardan bir dünya yaratıp, kendilerini hükümete beğendirip kullandırıyorlar. Aralarında gerçekten Houdini gibi büyük yetenekler de var! Ama gün gelecek insanlar “Bunlar bu kadarını nasıl yapabilmiş?” diye soracaklar, bu kaçınılmaz.
- Sosyal medya hakkında ne düşünüyorsunuz? Vicdan mastürbasyonu yapmak için birebir...
- Haklısın. Tweet başına cüzi bir para ödeniyor olsa, her şey daha sahici olurdu mesela. At tweeti, yap retweeti, vicdan listende Filistinli çocuklar maddesine de, Ezidilere de, erkek şiddetine de bir check at, geç. Ama orada asıl, her şeyin online olmasına sığınarak büyüyen linç kültürü çok korkutucu. Her şey linç konusu. Hatta bir bakıyorsun bir gün lince katılan kişi, ertesi gün linç edilen oluyor. Her gün aldığın tehditlerin, hakaretlerin onda birini sokakta yaşasan, ne yapacağını bilemezsin, online olunca görmezden geliyorsun, sineye çekiyorsun. Başka türlü başa çıkamazsın ki zaten. Dışında kalmayı deneyebilirsin ama göz önünde biriysen haberin olmadan orada hızla harcanabilirsin.
Magazinden canım yeni yandı
-Popüler bir magazin figürü de yaratmak istendi sizden. Alıştınız mı buna?
- Tuba’yla birlikte ortaya çıktı bu durum. Kendi başıma öyle bir durum yoktu. Buna alışılmaz, en iyi ihtimalle yokmuş gibi davranabiliyorsunuz. Neticede şunu gördüm, basında en fazla vicdansızın istihdam edildiği alan magazinmiş. Bazıları karşılarında gerçek insanlar ve hayatlar olduğunun farkında bile değiller. Canım yeni yandığı için de bu kadar sert konuşuyorum. Bir de, bir tür magazinci var ki en pespayesi onlar. Kendi ilgi alanlarındaki kişilerin, yani suje’lerinin hayatlarını yaşamak istiyorlar. Birer celebrity muamelesi görmek, onlarla omuz omuza yaşamak istiyorlar, mesleklerini de bunun için araç olarak kullanıyorlar. Ama ne çapları, ne ışıltıları, ne de doğaları buna izin veriyor. Gazeteci-sanatçı arkadaşlığından bahsetmiyorum. Bu elbette olur. Ama bu söylediklerim kendilerini, hakkında yazdıkları kişilerle kıyaslıyorlar sürekli. Olmayınca da öfkeleniyorlar. Çok zavallı ve tehlikeli... Evlilik sayesinde öğrendiklerimden biri de budur.
Habercilik benim birinci işim, keşke yine yapabilsem...
-Yeniden haberciliğe dönmek gibi bir projeniz var mı, medyada olan biteni izliyor musunuz?
O benim birinci işim! Kendimi ekranda, sudaki balık gibi hissediyorum. Keşke yine yapabilsem. Ama kendimi atanamayan öğretmenler gibi de görmüyorum. Ne yapayım yani. Bizimki de şu ara kalaycılık, keçecilik gibi ortadan kalkan mesleklerden deyip avunuyorum. Cumhuriyet gazetesinde olanlara çok seviniyorum. Bu katkıya ve yenilenmeye Cumhuriyet’in ve okurun çok ihtiyacı vardı. Kendinizi çok homojen, aynı şeyleri söyleyen ve aynı şeyleri duymak isteyen bir kitleyle sınırladığınızda bir adım ileriye gidemiyorsunuz. Oysa asgari müşterekler etrafında birleşerek büyümek diye de bir şey var… Bir de Hürriyet gazetesinin yayın yönetmenliğine Sedat Ergin’in gelmesi bu konjonktürde “gerçek olamayacak kadar iyi” bir gelişme bence. Herkesin orada gazetecilik bayrağının düşüp teslim bayrağının çekileceğine inandığı bir zamanda olabilecek en iyi hareketti Ergin’in gelmesi.
Gezi hâlâ kerteriz alınacak bir şey
- Gezi sizin de her anlamda hayatınızı değiştirdi, bir kırılma noktası oldu. Neydi sizin için Gezi?
- Çok büyük ve güzel bir sürprizdi Gezi. Ama bugün bakınca da çok doğaldı, olması kaçınılmazdı. Elbette olağanüstüydü, çok haklı bir hareketti. İçi boşaltılabilecek bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Bundan nemalanmaya çalışanlar oldu, olacaktır da. Ama nemalanmaya çalışmak bile hükümetin ve yandaşlarının yapmaya çalıştığından kat kat iyidir. Gezi’yi iyi anlayan ve ona göre pozisyon alan kim varsa bunun faydasını görecektir. Gezi hâlâ kerteriz alınacak bir şey.
- “Ceyms” diye bir internet projeniz de var. Nedir hikâyesi?
Ceyms, GQ’dan bana kalan miras aslında. O güne kadar tanımadığım çok fazla insanla tanıştım; yazar, çizer, fotoğrafçı, editörler… Sonra GQ ve Artı 1 bitti, Türkçe online içerikte boş bir alan vardı, birlikte bir şeyler yapabilir miyiz diye düşündüm ve ceyms. com çıktı. Erkekleri hedefleyen stil, kültür ve yaşam konuları… Sitenin tasarımcısı, yazılımcısı, editörleri var, yazarları var ve katkı yapanların sayısı giderek artıyor. Erişim de hızla artıyor. Blog gibi amatör bir iş değil. Üç temel erkek stili üzerinden içeriğimizi ayrıştırıyoruz. Sitenin açılışında bir tarz seçerek içeri giriyorsunuz. Şuaralar işin ticari tarafı için epey mesai harcıyorum. Sponsorluklar, projeler filan… İnsanın karşısına yeni bir şey öğrenme ve uygulama fırsatı her zaman çıkmıyor.