Kirli Üçgen: Siyaset - Mafya - Ticaret, "Birinci Babalar Operasyonu"
'Kirli Üçgen' yazı dizinin üçüncü sayısında, darbe dönemlerinde mafyaya yapılan operasyonlar ve kirli ilişkiler ele alındı.
Miyase İlknur / Zehra Özdilek / Tuğba ÖzerYazı dizinin bir önceki sayısına buradan ulaşabilirsiniz.
12 Mart darbesinin ardından Ziverbey Köşkü’nde solcuların sorgulanmasında işkenceci olarak kullanılan Mehmet Eymür’e mafyaya operasyon yapma konusunda görev verilir. Eymür uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan Uğurlu, Bezal, Mirza ailelerinin üyeleri ile Zihni İpek’e operasyon yapar. Ancak uyuşturucu ve silah kaçakçısı babaların ev ve ofislerinde oldukça sakıncalı resim ve evraklara rastlanır. Aralarında subaylar da vardır ünlü polis şefleri ile üst düzey bürokratlar da...
Üstelik gözaltına alınıp sorgulanan mafya üyeleri, ifadalerinde pek çok bürokrata rüşvet verdiklerini de ikrar etmişlerdir. Eh bu durumda da ordunun ve emniyetin itibarı her şeyden önemli olduğu için bu isimler dosyadan ayıklanır.
İşin ilginç yanı 11 yıl sonra yapılacak darbe döneminde yapılan II. Babalar Operasyonu’nda da yeraltı dünyası ile bürokratlar arasındaki rüşvet ilişkisinde aracılık görevi yapan aynı isimdir: Ünlü Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan.
İKİNCİ BABALAR OPERASYONU
1970’li yıllarda yıllarca terörü besleyen iki ana damarın uyuşturucu ve silah kaçakçılığı olduğunu, uluslararası kaçakçıların yurtiçi bağlantılarını, bürokrasideki uzantılarını yazarımız Uğur Mumcu yıllarca yazmasına ve o dönemde neredeyse Türkiye’nin her bölgesinde sıkıyönetim uygulamasına karşın harekete geçmeyen ordumuz darbeden sonra hidayete eriyor.
12 Eylül’den bir ay sonra 11 Ekim 1980 günü İkinci Babalar Operasyonu için düğmeye basıldı. Türk Armatörler Birliği Başkanı Ziya Kalkavan, Kürt İdris, Dündar Kılıç, Arap Nasri, Fikri Erdöş, Fahrettin Soysal ve demir tüccarı Şükrü Ertürk, Savaş Kalkavan ve Nizamettin Aytemiz gözaltına alındı. Gözaltına alınma nedenleri kaçak yollardan yurda hurda demir sokulmasıydı. Peki ya uyuşturucu ve silah kaçakçıları?
ACELEYE GEREK YOK CANIM..
Uyuşturucu ve silah kaçakçılarına ancak bir yıl sonra sıra gelebildi. 23 Aralık 1982 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda kaçakçılık ve rüşvetle ilgili bir toplantı düzenleniyor. Toplantıda Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı Kaçakçılık ve İstihbarat Şubesi gibi bir birimin MİT içinde de kurulması ve iki kurumun koordineli çalışması kararı alınıyor. MİT’te kurulan Kaçakçılık Şubesinin başına da 12 Mart’ta birinci “Babalar Operasyonu”nu gerçekleştiren Mehmet Eymür atanıyor.
Nihayet şubat ayında uyuşturucu ve silah kaçakçılarına operasyon gerçekleşiyor. Dündar Kılıç, Behçet Cantürk, Zihni İpek, Hüseyin Cevahiroğlu, ünlü balıkçı Uğurcan Elmas ve Fahrettin Aslan gözaltına alındı. Ünlü silah ve uyuşturucu kaçakçısı Abuzer Uğurlu ise 12 Eylül yönetiminin “Yurda dönmedikleri takdirde yurttaşlıktan çıkarılacakları” açıklananlar listesinde adı olduğu için yurda dönerek güvenlik güçlerine teslim oldu.
BAKAN KAÇAKÇININ EMRİNDE
Ünlü kaçakçılardan Pötürgeli Hüseyin Uğurlu’nun büyük oğlu Abuzer Uğurlu’nun yönettiği başta silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan şebeke üyeleri de gözaltına alındı.
Üst düzey üç gümrük görevlisi ile birlikte 1.Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderilen sanıklar arasında o güne kadar hiç gözaltına alınmamış ancak silah kaçakçılığını yönlendirdiği bilinen Topal Yaşar (Yaşar Yamak), şüpheli bir şekilde ölen ve Uğur Mumcu’ya gönderdiği mektuplarda önemli itiraflarda bulunan İbrahim Telemen’in ihbarlarında adı geçen Örfi Çetinkaya ile Hacı Mirza da bulunuyordu.
Abuzer Uğurlu silah ve her türlü malın Türkiye’ye kaçak olarak girişi için İpsala gümrüğünü kullanıyordu. Gözaltında alınan ifadelerden sonra kendilerine rüşvet karşılığı yardım eden Gümrük Başmüdürlerinden Yaşar Apak, Trakya Gümrükleri Başmüdürü Tali Kut ile İpsala Gümrük Müdürü Süleyman Yavuz da operasyan sonucu yakalandı.
Yurtdışında şebekeyi yöneten Abuzer Uğurlu ile Yaşar Yamak arasındaki haberleşmeyi Örfi Çetinkaya sağlıyordu. Özellikle Gümrük ve Tekel Bakanlığı bünyesindeki tayinler için Yamak devreye giriyordu. Devreye soktuğu en üst düzey siyasi eski Gümrük ve Tekel Bakanı Ahmet Çakmak’tı.
Bu bakanlığa Tuncay Mataracı atanınca da durum değişmedi. Bu kez de Mataracı’ya rüşvet karşılığında gümrüklerdeki atamalara yine Abuzer Uğurlu ve adamları karar veriyordu.
Abuzer Uğurlu 1969-1974 yılları arasında Bulgaristan’da Bulgar devletinin kiraladığı bir evde kalarak himaye edilen ve Kintex şirketiyle işbirliği içinde kaçakçılık işlerini organize ediyordu.
SİLAH KAÇAKÇISI MİT’Çİ ÇIKIYOR
1985 yılında bir MİT yetkilisi, dönemin MİT Müsteşarı Burhanettin Bigalı’ya yazdığı mektupta silah kaçakçısı Abuzer Uğurlu’nun “Yıldırım” kod adıyla teşkilatın adamı olduğunu söylüyordu:
“Bugün bütün dünyanın adından söz ettiği Abuzer Uğurlu, 1974-1979 yılları arasında teşkilatımızca kullanılmıştır. Bildiğim kadarıyla Abuzer Uğurlu’yla resmi ilişkinin kesilmesinden sonra da bazı kişisel temaslar devam etmiştir. Duyduğuma göre Mataracı davası nedeniyle gözaltına alınan Abuzer Uğurlu’ya; kaçakçılık konularına bakan bir mensubumuz, yanında İstanbul Ülkü Ocakları eski Başkanı Komando Mustafa olduğu halde Beşiktaş’ta Abuzer’in Mercedes otomobili ile Sadettin Tantan’a teslim edilmiş ve ona iyi davranılmasını istemiştir.”
RÜŞVET POSTACISI ÜNLÜ BALIKÇI
Rüşvet ve irtikap suçlarından hakkında dava açılan eski Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı’ya gümrük kapılarında yapılacak tayinlerle ilgili listeleri Abuzer Uğurlu ve Topal Yaşar hazırlıyor, eski bakanlardan Ahmet Çakmak ile ünlü balıkçı Uğurcan Elmas da Tuncay Mataracı’ya iletiyordu. Restoranının adı “Urcan” olduğu için Urcan lakabıyla anılan Uğurcan Elmas, Uğurlu’nun istediği tayinler gerçekleşince Bakan Mataracı’nın dostu Şaban Eyüboğlu’na çekle para gönderdiği, aynı günlerde Mataracı’nın müteahhit Eyüboğlu’ndan Çankaya’da kat satın aldığı ortaya çıktı.
Ünlü sosyete balıkçımız Uğurcan Elmas için 21 Aralık 1980 tarihinde de 1450 kilo uyuşturucuyu Hollanda’ya sokarken yakalanan Süleyman Necati Topuz, malın asıl sahibinin Uğurcan Elmas ve Abuzer Uğurlu olduğunu söylemiş ve tutuklanmıştı.
1990’lı yıllarda Uğurcan Elmas’a ait Urcan Balık Cumhurbaşkanından bakanlar kuruluna ve ünlü bürokratlara kadar devlet erkanının uğrak yeriydi.
SIKIYÖNETİM SAVCISI NACİ GÜR MAFYANIN MASASINDA: ‘YILMAZ GÜNEY KAVGASI’
Kürt İdris, bir söyleşisinde Sıkıyönetim Savcısı Naci Gür’ün de olduğu masada “kardeşim” dediği Yılmaz Güney yüzünden Oflu Osman’la tartışmasını ve silahların çekilmesi olayını şöyle anlatıyor:
Bir akşam beni tuzağa düşürdüler. Bir arkadaşım beni Çakıl Gazinosu’na davet etmişti. Gittim baktım, beni davet eden arkadaş orada yoktu. Bizim kabadayı âleminin bütün adamları orada. O akşam düşürüldüğüm tuzaktan Dündar Kılıç beni kurtardı. Yoksa bir felaket olabilirdi. Sıkıyönetim vardı o zaman (1979). Adanalı ünlü bir Sıkıyönetim Savcısı Naci Gür, Oflu Osman ve bazı subaylarla birlikte oturuyordu. Bir masada, Dede Sultan, Dündar (Kılıç), beş altı kişiyle oturuyor. Ötede Arap Nasri birkaç kişiyle...
Beni davet edenleri görmedim. Oflu Osman, bana saygı gösterdi, kalkıp masasına davet etti. Mecburen oturdum. Masada, sağdan soldan konuşurken, Savcı Naci Gür ve öteki subaylar Yılmaz’dan bahsettiler. Ben de arkadaşımı anlattım.
Oflu Osman bozuldu:
“Yahu” dedi. “Yılmaz’ı Allah gibi anlatıyorsun. Allah mı bu?”
“Hayır Allah değil. Ama tanıdığım en büyük insandır.”
“Şüphelenmeye başladım İdris, nerdeyse Ermenileri..”
Ermeni lafını duyunca tepem attı. Çünkü, bu sözün evveliyatı vardı. Tarabya’da Lazlardan bir arsa satın almıştım. Sonradan, paha biçilmez bu arsayı, tek kuruş almadan garibanlara dağıttım. Şimdi oğlum, orada kiracı olarak oturuyor. Tarabya’daki yeri Yılmaz da çok seviyordu. Bazen telefonla arardı:
“Abi biraz dolaşalım mı?”
Arabaya biner; Tarabya’ya giderdik. Çok güzel bir yerdi. İçinde kaynak suyu ve bir de konak vardı. Dündar’ı da çağırırdık. Gittiğimizde bir ağacın altında oturup konuşurduk. Yılmaz’ın dinlenmesine de konuşmasına da hayranım. Çok güzel konuşurdu o büyük adam. İnsanı dinlemesi de bir başka güzeldi.
Akşamüstleri giderdik. Bazen sabaha karşı gider bülbül seslerini dinlerdik.
İşte o arsayı fakir fukaraya dağıttıktan sonra sağda solda laf etmişler: “Ermeniler, bu arsayı alıp, Ermenilere dağıttı...”
Bu olay çok ağırıma gitmişti. Ben Ermeni değilim. O garibanlardan hiçbiri de değildi. Oflu Osman, Ermeni deyince, o olay çağrışım yaptı. Tepem attı. Aramızdaki çekişme ve tartışma silahların çekilmesine kadar vardı. Allah’tan, zehrin panzehiri Dündar (Kılıç) ordaymış. Osman akrabası olmasına rağmen, benim hayatımı kurtardı. Bu davete giderken, yanımda Adanalı Enver’i de götürmüştüm. Ne olur, ne olmaz diyerekten... Cebimde, altın kabzalı ufak bir tabanca vardı. Ama asıl silah Enver’deydi. Silah çekilince, ben geri geri gidiyorum. Çıkmaya çalışıyorum. Meğer Enver de, gazinoya girerken silahı, tuvalete saklamış. Biz çıkarken, bu da tuvalete girdi. Çıkınca silahı çekti. Bir el ateş etti. Silahın otomatik olduğunu bilmiyor, ikinci mermiyi de ağzına veriyor. Tabii ikinci mermi ters dönüyor. Ben bunların farkında değilim. Enver de bilmiyor. Bu sırada ben:
“Enver bana aleti yetiştir” diye bağırınca, yanıma varıp uzattı. Silahı aldım Enver’den. Tam o sırada, Osman’la karşı karşıya geldik. Tetiğe basacağım sırada Dündar Kılıç bağırdı:
“Tetiğe dokunma, mermi ters dönmüş...”
Onu fırlatıp attım. Kendi küçük silahımı çektim. Osman delikanlı adamdı: “Bu dava ikimiz arasında ama ben sana silah sıkamam” dedi. Dündar beni dışarıya çıkardı. Gece, benden sonra orası karışmış... Belki bin mermi yakılmış. O dava ve çekişme 20 gün sürdü. Allah’tan kimsenin burnu kanamadı. Hepimizi içeriye aldılar. İki taraftan da... Fakat Laz tarafı hep otel, motel, gemi sahibi kişiler. Bizimkiler gariban takımı, hamallar...”