Hayko Cepkin: Otomobil benim için bir tutku

Hayko Cepkin, yaklaşık bir yıl önce İstanbul'u terk etme kararı aldı ve Kuşadası'na yerleşti. Yalnızca konserler için yollara düşüyor, İstanbul'a gelip gidiyor. Neredeyse hayatı yollarda geçiyor diyebiliriz. Her yere mümkün olduğunca arabası ya da motoruyla gidiyor.

Zuhal Aytolun/Cumhuriyet

Hayko Cepkin'in Mitsubishi A S X'inin yanı sıra dört tane de motoru var: Honda VFR 800 Sport Touring, Honda VFR 800 Crossrunner, Yamaha WR 125 süpermoto, Yamaha XT 660 X. Bu merakı nereden mi geliyor? Ondan dinleyelim...

Herkesin bir hikayesi vardır. Senin otomobille yolların nasıl kesişti?

İlk kaçırdığım araba, babamın Lada'sıydı. Ehliyetimi almıştım ama yine de babamdan araba almak zordu. O yüzden habersiz alıp gitmiştim. Sonra Uno'muz oldu. Küçük ve süratli arabaları sevdiğim için, Uno'yu da sevmiştim. Ben bir araba bağımlısıyım. Bir alanda baktığınızda en çirkin ama en güçlü arabaya sahip olmayı isterdim eskiden. Çünkü güçlü arabayı tercih ediyorum. Marka takıntım yok. Hepsini seviyorum.

Kendi kazancınla aldığın ilk araba hangisi?

Mazda RX-8 hayalini kurduğum arabaydı, onu aldım. Aslında o dönem bir tur minibüsü yapmayı düşünüyordum ama zaten bir çok şirket var bu konuyla ilgili çalıştığımız. Bana ait, sevdiğim bir araba olsun istedim.

Zaten mülke yatırım yapmıyorsun. Üzerinde yalnızca araba ve motosikletlerin var.

Bence bunlar oyuncak. Eğer maddi imkanın varsa hayatta, bu oyuncaklarla oynamak keyfi bir şey. Yatırımcı ya da ticaret adamı değilim ben. Paradan anlamam. Şuraya yatırım yapalım, kâr ederiz; ucuza alalım, pahalıya satarız gibi konuları bilmem. Barış Manço'nun deyimiyle, “Bu dünya benim memleket”. Benim mekanik makinalara fetişim yüksek, o yüzden bu oyuncakları seviyorum. Tek sorun, mantıkla duygu arasında gidip gelmek. Spor arabamın olmasını hala çok istiyorum. Ama memleketimizde bunun gideceği bir asfalt yok. Her yerde kullanamazsın, hızlı gidemezsin. Bir toplantıya giderken kapının önüne arabamı gürül gürül bir sesle yanaştırıp, havamı atıp, sonra 50'yle gitmem. Ben arabayı kullanmak isterim. O yüzden benim yerim pist.

Titizliklerin var mıdır peki?

Arabada tık sesi istemem. Dışını pis severim, karizma görünür. Ama içi gıcır gıcır olmalı. Yola uygunluğu, amortisörlerin rahatlığı, gücü çok önemli. Bir de ekonomik olması elbette.

Arabada modifiye sınırın ne?

Oynamayı severim. Aldığım bir araba, aynı şekilde kalmamalı. Boş araba alıp doldurmayı seviyorum. İç tesisatı komple yeniledim. Ekranları çok sevmiyorum. Çok yere seyahat edip, arabamı her yere park ettiğim için soyguna maruz kalmasını istemem. Cep telefonu bağlantısını sağladım, her işimi bu yolla hallediyorum. Jant ve lastikleri değiştirdim.  Frenledin mi, freni hissedersin. Dışını mutlaka kaplarım. Çok uzun yıllardır mat siyah ve karbon kaplamayı seviyorum. Jantları 19 ya da 20 inch seviyorum. Virajla oynarım. Siyah cam yaparım ki, arabanın içinde şapka takıp yüz gizlemeye çalışmayayım. Motor gücüyle de oynarım. Mazda RX-8'den kalma fena huylarım var. Hıza ve ivmelenmeye alıştım.

Hayalinde bir araba var mı?

Spor araba düşünürsem, Toyota'nın GT 86'sını gözüme kestirmiş bulunuyorum. Ama şu ara böyle bir planım yok.

Ters köşe düşünür müsün?

Bir Pick-up olabilir mesela. Muhakkak arkamda bir cross motorumu taşımak isterim. Zaten Pick-up da modifiye çevirilip canavar yapılabilir. Şuan kullandığım arabanın jantlarını değiştireceğim. Arazi tipi bir makineye çevirmem lazım.

Karavan fikrin var bir de...

Onu, dünyanın sonuna hazırlandığım için istiyorum. Her yönüyle mantıklı bence. Karavan, benim için yaşamsal bir kaçış fikri. Sürati ve virajı sevdiğim için aynı tadı alamayacağım kesin ama hayatta kalmak için de böyle bir araca ihtiyacımız olacak.

Peki her zaman siyah mı?

Arabada siyaha doyuyorum, değiştirebilirim. Belki içine renk katabilirim. Öyle çok canlı bir renge de geçiş yapacağımı sanmıyorum.


Yolculuk kendi kendime kaldığım tek zaman dilimidir

Uzun yıllardır yoldayım. Ne motorda ne arabada kaza yaptım. Durmaksızın, kilometrelerce gidiyorum. Arabamı aldığım ilk sekiz ayda 35 bin kilometre yaptım. Arabayla yolculuk ettiğim zaman dilimi, kendi kendime kalabildiğim, düşünebildiğim bir süreç. Biri benimle yolculuk edecekse, kabul ederim ama özerk alanıma girilmiş gibi hissederim. Bir yerden sonra makinayla da bir bağ kuruyor zaten insan. Özellikle motorda bedenin oluyor, hacmi bedeninle hissediyorsun. Her şeyini tanıyor, biliyorsun. O yüzden kızım, tosunum, evladım diye isim takıyorsun. Benimkinin de adı Göbekli. Zaten böyle olunca satmaya da kıyamıyor insan. Tipine bakarım, sevmezsem ona satmam. Kötü ellere gidecekse vermem.