Dışişleri 'sırf' sorun
Emekli Büyükelçi Bilge Cankorel, Davutoğlu’nun bakanlığında Dışişleri’nin saplandığı batağı anlattı.
Leyla Tavşanoğlu/CumhuriyetEmekli Büyükelçi Bilge Cankorel diplomatlık yaşamını anlatan “Bir Dönem Biterken-Bir Diplomatın Seyir Defteri” isimli yeni kitabında AKP eliyle Dışişleri Bakanlığı’nın düştüğü acıklı durumu anlatıyor. Özellikle yeni, nur topu başbakan adayımız Ahmet Davutoğlu dönemindeki yanlış uygulamalar, bakanlık teamüllerinin altüst edilmesi dış politikada bugün gelinen durumun, Türkiye’nin nasıl bir batağa sürüklendiğinin nedenlerini açıkça ortaya koyuyor.
- Dışişleri’ne girdiğiniz dönemle bugünkü Dışişleri Bakanlığı’nı kıyasladığınızda ne görüyorsunuz?
B.C.- Benim Dışişleri’ne girdiğim 1971’de diplomasi, çok dar perspektif içinde yürütülen bir diplomasiydi. Türkiye bakımından diplomasinin asıl patlaması 1980’ler ve Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1990’lar sırasında oldu. Ayağımız yere basarak gerçekçi bir diplomasi faaliyeti yürüttük. Fakat bunu daha önce kurulan çok sağlam sistem üzerinde yapabildik. Bunun temeli de herhalükârda tam profesyonelliktir. Hiçbir zaman kayırmacılık yapılmamıştır; diplomatların performanslarına bakılmıştır. Bir de Türk Dışişleri siyaset üstü hareket etmiştir. Şu ya da bu siyasi partiye yakın olmak gibi bir durumu söz konusu olmamıştır. Bizler devletin memurları olarak yetiştik. Partiler, iktidarlar gelir gider. Ama devlet devamlıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu şekilde kurulabildi zaten. Bunu kaybetmek devleti kaybetmek demektir.
- Siz, daha birkaç gün önce piyasaya çıkan “Bir Dönem Biterken- Bir Diplomatın Seyir Defteri” isimli kitapta diplomatlık yıllarınızı anlatıyorsunuz. Dikkatimi çeken, Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’yla diplomasideki teamüllerin tamamıyla altüst edildiğini yazıyorsunuz. Neden?
B.C.- Hariciye Teşkilatı’nın devlete fazla bağlılığı siyasi iktidarların her zaman Dışişleri’ne şüpheyle bakmasına neden olmuştur. Ama çok kısa zamanda buna intibak etmişlerdir. En yakınlarında da her zaman hariciyecileri bulmuşlardır. 2000’li yıllarla birlikte iktidar değişikliğinde Dışişleri’ne yaklaşımda mesafeli olunmasını hiç yadırgamamıştım. Bunun çok kısa zamanda üstesinden gelinebileceğini düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Ne yazık ki sistematik olarak Dışişleri’nin profesyonelliğinin, tarafsızlığının, siyaset üstü yapısının bozulmaya başlandığını gördüm. Bu açıkça deklare edilerek yapılmadı. Türkiye’nin büyükelçilerini küçük düşürmek amacıyla Fransızca tabirle hitap etmek buna dahil.
- Erdoğan’ın sizler için “monşerler” demesini mi kast ediyorsunuz?
C.B.- Mesela... Bunun devletin en üst yöneticileri tarafından söylenebilmesi bilmem ne anlam ifade eder?.. Biz kendi aramızda da şaka olsun diye birbirimize “monşer” diye hitap ederiz. O başka bir şey. Ama bunu bir aşağılama, dışlama olarak kullanmak da başka. Ben başlangıçta bunlara münferit olaylar olarak bakmaya çalıştım. Derken oligarşik baskı, vesayet gibi sözler de söylenmeye başlandı. Türkiye’nin bütün bürokratik sistemi oligarşik olarak niteleniyordu. Böyle böyle bir algı yaratıldı. Sonra yavaş yavaş bakanlık dışından büyükelçi tayinleri başladı. Bu olabilir. Ama kırk yıl boyunca ben en fazla on beş yirmi dışardan büyükelçi tayini hatırlıyorum. Son 10 yıl içinde bu rakam katlanarak arttı. Derken bakanlığın 70 yıllık kanunu değişti. Bakanlığa meslek memuru alımlarında müthiş bir elastikiyet yaratıldı. 70 yıl boyunca bakanlığa girmek için siyasal bilgiler, hukuk ya da ekonomi eğitimi görmüş olmak niteliği aranırdı. Şimdi bunun yanına edebiyat, matematik, tarih, ilahiyat her türlü eğitim dahil edildi. Bu da çok kötü bir şey bakanlık açısından. Bakanlık sınav komisyonlarına sadece büyükelçiler ve meslek memurları katılabilirdi. Bakanlar komisyona telkinde bulunmak isteseler bunun ters tepeceğini bildikleri için hiç karışmazlardı.
'Sınırları zorluyor'
- Şimdi bu komisyonlar ne durumda?
B.C.- Komisyonların kalktığını biliyorum. Müsteşar yardımcısı, personel dairesi başkanı bir araya geliyor. Mülakat yapıyorlar. Derken mevcut kanuna ek bir madde eklendi torba yasa içinde. Buna göre dışardan büyükelçi yapılanlar merkeze döndüklerinde bakanlıkta çalışmaya devam edebilecek. Oysa daha önce dışardan bir büyükelçinin görev süresi dolduğunda bakanlıkla ilişiği kesilirdi.
- Yani artık Dışişleri Bakanlığı’nın yönetici kadroları dışardan gelenlerce mi doldurulacak? Meslek memurları yok mu ediliyor?
BC- Dışardan gelenler tarafından görevlerin merkezde yetişmiş diplomatların elinden alınmasıdır bu. Daha açık söylemek gerekirse Dışişleri Bakanlığı profesyonel olmayanlar tarafından yönetilecek. Belki böyle olmayacak. Ama kanun bunun yolunu açmış durumda. Bu da çok vahim bir durum. Biz emekli büyükelçiler ve yaşayan eski Dışişleri Bakanlığı mensupları olarak 100 küsur kişi imzaladığımız bir bildiriyle yapılmak isteneni protesto ettik. Hatta o bildiriyi Sayın Cumhurbaşkanı’na (Abdullah Gül) ilettik. Ne yazık ki kanun imzalandı ve yürürlüğe girdi. Yani Dışişleri Bakanlığı profesyonellikten ayrılıyor.
Türkiye’nin karşılaştığı dış politika sorunlarında Bakanlığın gereken ikazları yaptığını, doğru yolu gösterdiğini biliyorum. Ama bütün mesele artık dinleyenin olmaması. Artık dış politika birtakım danışmanlarla ya da bizim teşkilat dışındaki birtakım teşkilatlarla arazide faaliyet göstererek yürütülmeye başlandı. Bizim teknik dairelerin doğru olarak yaptıkları tahliller, verdikleri raporlar bir kenara atılıyor olsa gerek.
- Yani Davutoğlu’nun sıfır sorun politikası sırf sorun haline böyle mi geldi?
B.C.- Evet, böyle geldi. Zaten sıfır sorun politikasını ilan etmek bence diplomasinin temel kurallarına aykırı. Hangi devlet sırf sorun ister, sıfır sorun istemez? Bundan sonra sıfır sorunlu dış politika ilan ediyoruz, demek doğrusu bir parça tebessümle karşılanacak bir davranıştır. Bunun bir de şöyle bir tehlikesi var: Kendinizi sıfır soruna angaje ettiğiniz andan itibaren sizle sorunu olan herkes size istediğini yapmakta kendini özgür hisseder. Böyle bir izlenim yaratmak zaten baştan bütün silahlarınızı indirmek demektir. Dolayısıyla böyle şeyler diplomaside deklare edilmez. Nitekim sıfır sorun diye zaman zaman bilimkurgu sınırlarını zorlayan birtakım hamleler yapıldı. Ermenistan’la açılım dendi. Birdenbire Azerbaycan’la sorunlar patladı. Zaten Ermenistan’la normalleşmeyi kendi kendinize yapmanın imkânı yoktu. Bunlar iki taraflı olacak çalışmalar. Siz sıfır sorunu ilan ettiğiniz zaman karşı taraf kabul etmedikçe ne işe yarayacak?
- Nitekim Ermenistan son anda geri adım atmadı mı?
B.C.- Eh, tabii. Dış politika tek taraflı olmaz ki. İyi niyet güzel de, fazlası fazla. Bu olmadı. Azerbaycan üzerinde çok kalıcı etkiler yarattı. Güvensizlik izlenimleri yerleşti. Kürt açılımı sonradan isim değiştirdi. İçi doldurulmadan nereye gidiliyor? Hâlâ kimse bilmiyor. Suriye’yle aynı şey. Ortak bakanlar kurulu toplantıları yapıldı, sınırlar kaldırıldı, dendi. Derken birdenbire iş tersine döndü. Suriye’yle eskiden var olan sorunlar yeni keşfedilmek suretiyle ciddi bunalım yaşanmaya başlandı. Büyükelçilikler kapatıldı. Bakın Ortadoğu’da bugün pek çok ülkede büyükelçimiz yok. Dünyada ilk defa bir Türkiye büyükelçisi istenmeyen kişi ilan edildi. O da Kahire Büyükelçisi Hüseyin Avni Botsalı’ydı. Çok da başarılı bir arkadaşımızdır. Irak’la İsrail’le ilişkiler malum. Azerbaycan ve Orta Asya’daki Türki ülkeleri unutmuş gibiyiz. Geriye de çok fazla bir şey kalmıyor.
Bütün bunlar profesyonel yaklaşımların dışına çıkıp iç politikaya dönük günlük kazanımlara bakan, perspektifi, vizyonu, oryantasyonunu tamamıyla kaybetmiş bir dış politika manzarasıyla bizi karşı karşıya bırakıyor.
Bakü'de tam bir skandal yaşandı
- AGİT’in Bakû Büyükelçiliği görevinizin bakanlıkça çok tuhaf biçimde uzatılmamasının sizce nedeni neydi?
B.C.- Nedenini hiç bilmiyorum. Bunlar hep profesyonelliğin dışına çıkan davranışlar. Profesyonel yaklaşımın dışına çıkıldığı zaman sonu gelmiyor. İlk defa Azerbaycan’daki AGİT ofisine bir Türk’ün atanması fırsatı elimize geçmişti. Bu, Azerbaycan’la krizin doruğa ulaştığı döneme rastlıyordu. AGİT Büyükelçiliği bir denetleme görevi. Batılılar Türk Türk’ü nasıl denetleyecek diye aralarında konuşuyorlardı. İki yıl boyunca gayet başarılı bir görev oldu. Bitimine yakın bir yıl daha görev süremin uzatılması gündeme geldi. Ancak son anda üçüncü taraflardan görev süremin uzatılmasının Ankara tarafından uygun bulunmadığını öğrendim. Herhangi bir spekülasyona kapı açmamak için de o konuda hiç konuşmadan Ankara’ya döndüm. Benden sonra meslekten bir Türk arkadaşımız tayin edildi. Ama çok sorunlar çıkmış. Azerbaycan Hükümeti’nin çok şikâyetleri olmuş. Sonunda ofisin statüsünü düşürdüler. Daha sonra çok parlak bir arkadaşımızı göndermek istediler. Bu sefer Azerbaycan Hükümeti kabul etmedi. Bunun üzerine benim yardımcılığımı yapan bir Fransız diplomat o görevi üstlendi.
Dış siyasette kayıplar artıyor
- O dönem müsteşar yardımcısı Naci Koru’ya bu kararın nedenini sorduğunuzu kitapta okudum. Koru size ne dedi?
B.C.- Bakın, bir hükümetin kendi diplomatik görevlisine karşı bir tutum alıp onun ayağını kesmesi hiç görülmemiş bir şey. Üstelik AGİT içindeki hiçbir ülke benden şikâyetçi olmamışken... Aksine... Bir de görev süremin bitmesine ve uzatılmasına bir hafta kalmış. Beni geri çekiyorlar ama yerime hangi ülkeden kimin atanacağı belli değil. Ortalık karıştı. Tam bir skandal. Ankara’ya döndüğümde bana yapılanın nedenini öğrenmek istedim. Muhtemelen bir karışıklık olduğunu, böyle bir durumun ortaya çıkmasından üzüntü duyduklarını çok nazik bir dille söyledi. Böylece de iş bitti.
- Musul Başkonsolosluğu diplomatlarının serbest bırakılması karşılığında hükümetin IŞİD’e Süleyman Şah’ı verme pazarlıkları içinde olduğu haberine ne diyorsunuz?
B.C.- O haberin doğruluk derecesini bilmiyoruz. Ortadoğu’da çok karışık bir durum olduğu muhakkak. Musul Başkonsolosluğumuz devlet toprağı. Orası da işgal altında. Konsolosluğun tahliye edilmemesi kararının neye göre alındığını bilmiyorum. Ben Kâbil Büyükelçiliği’ni tahliye etmiş bir insan olarak zamanında tahliyenin ne kadar önemli olduğunu yaşadım. Tahliye zamanında yapılmadığı takdirde hükümetiniz, devletiniz, milletiniz rehin alınır. Kazanım için bir şeyler yapılıyorsa ne âlâ. Ama ben kazanım göremiyorum. Bunun yerine kayıplar gittikçe artıyor. Umarım bu haber doğru çıkmaz; o noktalara gidilmez.
Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek
- Bölgede IŞİD’in bu derece güç kazanması sizce ne anlama geliyor?
B.C.- Bunlar çok karmaşık konular. Taliban, El Kaide gibi IŞİD’i yaratan siyasi, Sünni İslam. Böyle diplomasi mühendislikleri yürümez. Bunlar Amerikan sisteminin işlediği hatalardır. IŞİD’in birdenbire bu kadar güçlenip bölgede hâkim duruma gelmesi acaba hangi güçlerin desteğiyle oluyor? Bugüne kadar büyük güçler, yaptıklarını görmezden gelmeseydi IŞİD nasıl bu güce sahip olabilirdi? Birkaç ABD bombardımanı dışında hiçbir devlet IŞİD’e karşı savaşmıyor. Onunla savaşan peşmergeler ve PKK. Acaba birileri ölümü gösterip sıtmaya razı mı etmeye çalışıyorlar?
Bilge Cankorel
İstanbul, 1946 doğumlu. Ortaöğrenimini Robert Kolej, yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Yüksek lisans derecesini ABD’de Ohio State University’de aldı. Dışişleri Bakanlığı’na 1971’de girdi. Bakanlığın merkez ve yurtdışı diplomatik misyonlarında çeşitli görevler yaptı. BM Cenevre ofisi nezdinde müsteşar ve elçi-müsteşarken Yugoslavya krizi nedeniyle yürütülen müzakerelerde hazır bulundu. Afganistan’daki büyükelçiliği sırasında Taliban’ın Kâbil’e girmesi üzerine büyükelçiliği tahliye etti. Ukrayna Büyükelçiliği’nde Turuncu Devrim’i yaşadı. 2009-2011 arası AGİT Bakû Ofisi Büyükelçiliği görevini yürüttü. Görev süresi daha dolmadan 2011’de merkeze geri çağrıldı. Bunun ardından da emekli oldu.