Bu programlar kaldırılmamalı, her yönüyle incelenmelidir

Televizyonlardaki gündüz programları evdeki kadınlara yönelik yayınlarıyla dikkat çekiyor. Programlarda genel olarak ‘Kayıp Aranıyor’ temalı konular işleniyor.

Dr. Erdal Atabek

İtinayla kestirmeden yargı dağıtılır

Bu programlar kaldırılmamalı, her yönüyle incelenmelidir.

Müge Anlı, sabah programında, Esra Erol öğleden sonra yaptığı yayınla izleyicilerini ekrana bağlıyor. Didem Arslan Yılmaz benzer bir programla yayın yapıyor. Serap Paköz de bu tutulan program zincirine katılıyor.

Daha önce Esra Erol ve Zuhal Topal ayrı kanallarda ‘Evlilik programları’ yapıyorlardı. Eleştiriler ve kamuoyu tepkisi üzerine bu programlar kaldırıldı. Esra Erol ‘Kayıp Aranıyor’ tarzına döndü, Zuhal Topal ‘Yemek yarışması’ yapıyor.

'Kayıp Aranıyor’ programlarının çerçevesi nedir?

Bir anne- baba ‘kızlarının bir süredir kayıp olduğunu, hayatından kaygı duyduklarını’ belirterek programa başvuruyor.

Bir erkek "Eşinin üç çocuğunu bırakarak evini terkettiğini, kayıp olduğunu" belirterek program yöneticisinin yardımını istiyor.

Evinden kaçan kızlar.

Evlendirme vadiyle dolandırılanlar.

Eşinden başkasına kaçan kadınlar.

Uyuşturucu batağına sürüklenenler.

Fuhuş ticaretine sürüklenen kızlar- kadınlar.

Öldürülme kuşkusu olan kayıplar.

Müge Anlı’nın programında işlenen konular, başvuranların katılımıyla, programa eklenen tanıklar ya da bilgisi olanlarla destekleniyor. Ortaya çıkan yaşam öyküleri çoğu kez sürpriz sonuçlarla bir yere ulaşıyor. Olaya karışan kardeşler, çocuklar, akrabalar kadınlı erkekli karışık ilişkilerle sahneye çıkıyor.

Müge Anlı, kendine özgü tavırlarıyla olayların üstüne cesaretle gidiyor, sorguluyor, çelişkilere dikkat çekiyor, ara yargılarla olayı ortaya çıkarmayı hedefliyor. Programda babacan bir avukat (Rahmi bey), bir adli tıp uzmanı (Şevki bey) bilirkişi olarak bulunuyor. Psikiyatr Arif Verimli uzun bir hizmetten sonra ayrıldı.

Esra Erol daha çok anlayışlı bir dost gibi yaklaşarak olayı sorguluyor, sanıklar ve tanıklar açıklamalar yapıyorlar. Programın düzen bekçiliği görevini avukat Hülya Hanım yapıyor. Evini terkeden kadını eleştiriyor, neden boşanmadığını soruyor, evde kalan çocukların ne olacağını düşündürüyor.

Bu programlarda dikkat çeken ortak noktalara gelince:

• Evini terkedip başka bir erkekle yaşamaya başlayan kadınlar, evinden kaçan kızlar, onları yana yakıla arayan anneler babalar hemen tümüyle ‘muhafazakar aile- kapalı kadın- egemen baba’ kesiminde. Bu kesimin toplumun geleneksel ahlak kurallarına daha bağlı olduğu sanılır. Daha kontrollü bir yaşam sürdükleri, daha toplumsal kabule yönelik hareket ettikleri varsayılır.

Oysa, bu programların ortaya koyduğu gerçekler bu sanıların, bu varsayımların hiç de öyle olmadığını ortaya koyuyor. 

Resmi nikâhlı bir kadın, evini terkedip çocuklarını bırakarak yine evli bir erkeğin ikinci eşi olmakta hiçbir çekince görmüyor. 

Geleneklere göre yaşadığı sanılan ailenin kızı telefonuyla ilişki kurduğu birisine kaçarak yeni arayışlara giriyor. 

Toplumun bu kesiminde büyük bir ahlak çöküşü, artık inkar edilemeyen bir kural tanımazlık görülüyor.

• Bu programlarda yaşanan hiçbir olayın gerçek nedenleri dikkate alınmıyor. 

Evini terkeden kadının ‘evini neden terkettiği?’, bıraktığı evinde nasıl bir hayat yaşandığı sorgulanmıyor?

Evinden kaçan bir kızın, bulunduktan sonra söyledikleri ile yaşadıkları arasında neler olduğu programda hiç yer almıyor. 

Çünkü bu programlar ‘sonuçların eleştirisi’, ‘suçlanacakların bulunması’, ‘görülenlerin yargılanması’, ‘nedenlere hiç dokunulmaması’ üzerine kurgulanmıştır. 

Bu kurgu toplumun genel beklentisine uygundur ve bu beklentiyi pekiştirmektedir.

Toplumun geneli de ‘nedenleri araştırmak’ yerine ‘sonuçları yargılamak’ gibi kolay bir yolu benimsemiştir.

Böylece ‘nedenler yerine sonuçlarla uğraşmak’ kimseyi sorumluluk altına sokmadan kolayca suçlu arayıp bulmakla olayı kapatır.

Bu programlar bu yolu izleyerek toplumun seçtiği kestirme yolu pekiştirmektedir.

• Programların çoğunda ‘suçlanan kadın’ olmaktadır. Evden kaçıp başkasıyla yaşamaya başlayan kadın ‘neden boşanmamıştır?’. ‘Çocuklarını neden düşünmemektedir?’. Hem de terkedilen erkek ısrarla karısını çağırdığı halde kadın neden ‘evine dönmemektedir?’. 

İşte, ‘ahlak olarak da suçludur’, ‘ yasal olarak da suçludur’.

Suçlu bulunmuştur. Yargılanıyor. Teşhir ediliyor ve olay ‘kutsal aile şablonuna’ oturtuluyor.

Ailelerin içinde neler olup bittiğine hiç değinilmiyor. Yaşanan şiddet, dayak yiyen kadınlar, dövülen çocuklar bu programlarda yer almıyor. 

Verilen ibret dersi şu oluyor: Toplum bu olaylardan ders almalıdır. Evli kadın dayak da yese, aldatılsa da ‘çocukları için katlanmalı’, kıçını kırıp evinde oturmalıdır. 

Evinden kaçan kız da başına gelenlere müstahaktır. Onu kandıran gence kapılarak başını belaya sokmuş, kimbilir ne haltlara bulaşmış, şimdi de pişman olmuştur.

Yine de ona kucak açan annesi babası ‘ne yaparsan yap, biz seni evladımız olarak seviyoruz, yuvana dön’ çağrısını gözyaşları içinde yinelemektedirler. 

Sonuçta toplumun bu geniş kesiminde değişen hiçbir şey olmuyor.

Televizyon programları izlenme yarışını sürdürüyor, reklam gelirleri ile programın başarısı ölçülüyor, evdeki kadınlar da ‘başkalarının başına gelenleri’ seyrederek vakit geçiriyorlar.

Örnek Olaylara Bakarsak!

Esra Erol’un programında;

56 yaşında çocukları da olan bekâr bir kadın internette bir evlilik sitesine giriyor. Bu site adından da belli ki giren kişilere eş bulmayı amaçlıyor.

Kadın bu sitede bir erkekle yazışmaya başlıyor. Hiç tanışmadan, hiç buluşmadan bir yıl yazışıyorlar. 

Erkek, inşaat işi yaptığını yazıyor. Kadın umutla yazışmayı sürdürüyor. Adam, borçları olduğunu, bunları kapatması gerektiğini anlatıyor. Kadın bu borçları kapatmaya yardımcı oluyor, bir kere 35 bin Tl, sonra tekrar 10 bin TL gönderiyor. Bu arada kapısının önünde duran ‘kelebeğim’ dediği, içinin titrediği arabasını satıyor. Ama ne zararı var ki? Bu adam ona daha iyisini alacaktır diye umuyor. Hatta kızı kendisini uyarıyor, ‘anne, tanımadığın adama para gönderiyorsun, bunu geri alamazsın’ diyor. Ama kadın bir yola girmiştir. Sonra paranın ödenmesinden söz edilmeyince dolandırıldığını düşünüp Esra Erol’a başvuruyor. Adamı ilk kez bu programda görüyor, öfkeyle hakaretler ediyor, kendini yerlere atıyor, onu yalancılıkla suçluyor. Adam gayet soğuk, kendisinin hiçbir şey vadetmediğini, aldığı parayı da inkâr etmediğini, ilerde ödeyeceğini söylüyor.

Burada, tipik bir dolandırıcılık olayı görülüyor. Kadının evlenme umudu kullanılarak parası çekiliyor. Elbette kadının davranışları da ölçüsüz, kontrolsüz ve dayanaksız. 

Ama her olay böyle para kaptırmayla bitmiyor.

Müge Anlı’nın programında genç bir kız (20 yaş) kayboluyor. Yakınları programa başvuruyor. Olay örgüsü ortaya çıktıkça anlaşılıyor ki, kayıp genç kız biraz aklına eseni yapan, başına buyruk birisidir. Genç bir erkekle yakınlaşıyor. Bu yakınlıkla uyuşturucu almaya başlıyor ve buna alışıyor. Kızı buna alıştıran kişi ya da kişilerle ilişki, kızın tecavüze uğramasıyla sürüyor. Bu arada, olayın içindeki bir kişi, kızı bir odada ağlar durumda gördüğünü, kapı kilitli olduğu için de ikinci kattaki odanın camından atlayıp kaçtığını söylüyor. İfade elbette tutarsız. Bu genç erkek sorgulara hep ‘başka bir şey görmediğini, bilmediğini’ söyleyerek karşılık veriyor.

M. adındaki genç kızın öldürüldüğü düşünülüyor ama ortada cinayet kanıtı bulunamadığı için kuşkular sürüyor. Bu arada kızın bir kız arkadaşı, onun bir masaj salonunda çalıştığını, orada masaj yerine başka isteklerin yanıtlandığını anlatıyor.

Kendini kontrol edemeyen bir genç kızın başına gelenler dinleyenleri üzüntüye sevkediyor ama olaya karışanlarda bir üzüntü emaresi görülmüyor.

Evlenme vadiyle kandırılıp parası alınanlar da trajikomik sahnelere konu oluyor.

İnsanların nasıl kandırıldığı hayretlerle karşılanıyor.

Ama ben Sülün Osman olayını anımsıyorum.

Geçmiş yılların dolandırıcısı Sülün Osman, Eminönü meydanında dolaşırmış. Orada, o zaman bir meydan saati vardı. Birisi gelip saate bakınca Sülün Osman yanaşıyor, ‘Beş lira vereceksin’ diyor. Adam, ‘neden ağam, ne parası?’ deyince Sülün, ‘Bu saat benimdir, her bakan para verir, onun parasıdır’ diyor. Bu arada Sülün’ün iki adamı yaklaşıyor, saate bakıp beşer lira çıkarıp veriyorlar. Adam şaşıp kalıyor, ‘Ağa, sen böyle para kırarsın’ deyince Sülün Osman, ‘İstersen saati sana satayım, ben buralardan gideceğim’ diyor. Adam böyle hazır parayı görünce ‘Alırım Ağam’ diyor. Sülün, bu tipleri iyi biliyor, ‘Hacıağa’ denilen bu tipler, hasadı bitirip toplu parayı cebine koyup İstanbul’a biraz eğlenmeye gelen safdiller. Vur aşağı tut yukarı Sülün Osman saati adama yüklüce bir paraya satıyor. 

Sülün Osman meydan saatini satıyor, Galata Kulesini satıyor, Kapalıçarşı'ya müşteri arıyor.

Soruyorlar, ‘Yahu Sülün, bu işten bıkmadın mı, hapislere girip çıkıyorsun?’. Sülün yanıtlıyor, ‘Ne napayım, işi bırakıyorum ama ortalık öyle enayi kaynıyor ki, duramıyorum’. 

Aslında durum pek de değişmiyor. 

KADIN  CİNAYETLERİ

Kadın cinayetleri bu ülkenin utancı.

Kadını kendi malı sayan ‘erkek egemen kültür’den kaynaklanan bir uygarlık utancı.

En büyük neden ‘kadının boşanmak istemesi’.

Bu bir suç. Erkeğin erkekliğine yapılmış bir hakaret sayılıyor. 

Erkek ne yaparsa yapsın, kadın tahammül edecek.

Aldatılsa da, dövülse de ‘o’ erkektir, ‘bu’ da kadın.

Sesini çıkarmayacak, evinde oturacak.

Boşanmak isteyince erkeğin onu öldürme hakkı doğmuş sayılıyor.

Bu ilkel erkek davranışı ile ülkenin siyasal iklimi arasındaki bağlantıyı görmek gerekiyor.

Siyasal dinci için kadın, 'erkeğine itaat etmesi gereken, örtünmesi şart olan, evinde işini yapan’ ikinci sınıf insan.

Erkekle kadın eşitliği diye bir şey yok. Kadın erkeğe emanet edilmiş. Her şeyde erkeğine karşı sorumlu.

Bu kadın ideolojisi, ilkel erkek mülkiyetinde kadını erkeğin malı yapıyor.

Kadın iradesinin özgürlüğü, kadının sindirilmesi gereken bir isyanı olarak kabul ediliyor.

Kadın cinayetleri de böylece sürüp gidiyor.

Bu Programlar Kaldırılmalı mı?

Bu programların kaldırılması değil, incelenmesi gerekiyor. Bu ülkenin sosyologları, psikologları, tıp doktorları, eğitimcileri, politikacıları bu programları incelemelidir.

Bu çaresiz insanların neden buralarda çare aradıklarını, köyden, kasabadan gelip kentleşemeyen bu insanların evlerinde neler yaşadıklarını, kaçanların neden kaçtığını, kaçamayanların nelerin hayalini kurduklarını incelemelidir bu ülkenin bilim insanları, bu ülkeyi yönetenler.

O zaman anlayacaklardır, bu ülkenin neden doğru dürüst yönetilemediğini.

İşte bu insanlar oy veriyor, bu insanlar iktidarları ülkenin başına getiriyor.

İktidarın gücü bu insanların çaresizliğinden kaynaklanıyor.

Bu programlar kaldırılmamalı, her yönüyle incelenmelidir.

YAŞANANLARIN SİYASAL İKTİDARLA İLİŞKİSİ

Bu programlarda ortaya çıkan yürek burkucu yaşamlarla siyasal iktidar arasında bağ var mıdır?

Kanımca vardır.

Bunca kuralsızlık, bunca ahlak erozyonu, bunca yalan, bunca entrika neleri örnek alıyor?

‘Siyasal dinci’ denilen ama dinle ilgisi kalmamış iktidar bu topluma hangi örnekleri veriyor?

Yolsuzluk, haksızlık, çıkarcılık, yakınları kollama, yandaşları zengin etme, geri kalanlara uygulanan baskılar, yapılan zulüm bu topluma neleri anlatıyor?

İşte, onlar gibi olursan, onlar gibi yaparsan sen de zengin olursun, sen de rahat yaşarsın, bu dünyanın keyfini sürersin.

Bu programlarda görülenler, bu programda ortaya çıkan olaylar, siyasal iktidarın davranış kodlarıyla özdeştir.

Bu özdeşleşmeyi görmemek çok büyük bir yanlış olur.

Bu toplumu uygarlaştırmak istiyorsanız, doğru bir siyasal iktidarınız olmalıdır.

Doğru bir siyasal iktidar istiyorsanız, uygar bir toplumunuz olmalıdır.

Gerçekler her zaman açıktır ama görmek isteyenlere.

Bilince giden yol her zaman emek ister.

Unutmayalım...