Bir 'Şirin' adam

Darbecileri kızdıran 12 Mart'ın yargıcı Remzi Şirin, "Bugünkü mahkemelerin hukukla ilgisi yok" diye konuştu.

cumhuriyet.com.tr

Bugün 12 Mart darbesinin 42. yıldönümü. 12 Mart denince akla Balyoz harekâtı sonucunda sol görüşlü öğrencilere, öğretim üyelerine, yazar-çizerlere yönelik başlatılan sürek avı, Deniz’lerin idamı, kontrgerillanın işkence merkezi Ziverbey’deki sorgulamaları, ordudaki tasfiye operasyonu gelir. Ve tabii bütün ülkeye korku salan bu eylemlerin başlıca failleri Memduh Tağmaç, Nihat Erim, Sadi Koçaş, Faik Türün, Turgut Sunalp, Baki Tuğ, Ali Elverdi ve Süleyman Takkeci de “hayırla!” yâd edilir. Ancak bir de o karanlık günlerde hem de üzerlerindeki büyük baskıya rağmen hakkı, hukuku ve insan olmanın erdemini unutmayan, insanlara umut veren isimler de vardır. Onlar da darbecilerin hukukunu değil yasalardaki hukuku uyguladıkları için karşılarına sanık diye çıkartılan ve büyük çoğunluğunun idamı istenen 12 Mart mağdurları gibi bedel ödemek zorunda kalmışlardır. Oysa onlar da TSK’nin mensubu idiler. Ancak her şeyden önce hukukçuydular. “Bu ülkede yargıçlar var” dedirten bir Remzi Şirin, bir Hamdi Sevinç, bir Refik Karaa’yı unutmak mümkün mü?

Şirin, bir şirin adam. Şu günlerde 90’ıncı yaşına akıl sağlığını koruyarak girmenin mutluluğunu yaşıyor. 12 Mart’ta İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nın kıdemli hâkimi olarak görev yapan Remzi Şirin, hiç idam kararı vermediği için mahkemesi lağvedildi ve kendisi de eski görev yeri olan Erzurum’a sürüldü. Şirin’le 12 Mart ve 12 Eylül darbe döneminin koşullarını konuştuk.

 

Tek bir idam vermedik

- Sizin başkanı olduğunuz mahkeme idam kararı vermediğiniz için mi lağvedildi?

ŞİRİN - Gayet tabii. Bizim karşımıza sanık olarak çıkarılan gençleri biz “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik suçlar”ın girdiği 146. maddeden değil “çete” suçundan yargılıyorduk. O nedenle idam kararı çıkmıyordu. Bu da sıkıyönetim komutanlığını ve yukarıyı kızdırıyordu. En son 83 sanıklı Denizci subayların davasını vermişlerdi bize. Bunlardan galiba 67’sinin idamı isteniyordu. Biz bu sanıkların 72’si hakkında beraat kararı verdik. Diğerleri hakkında da çeşitli hapis cezaları. Tek bir idam vermedik. İşte bu karara çok kızdılar. Bu karar sonucunda da mahkememiz lağv edildi.

- Denizciler davasında pek çok ünlü isim sanık olarak çıkmıştı karşınıza...

- Evet. İrfan Solmazer, eski Dev-Genç Başkanı Atilla Sarp, Ali Kırca, Sarp Kuray, Erol Bilbilik, Ruhi Koç gibi sanıklar vardı.

- Bu davada kararı açıklayınca salonda nasıl bir hava oluştu?

- Mahkeme salonu bayram yerine döndü. Birbirine sarılanlar, “Yaşasın adalet!” diye bağıranlar, kendilerini sevinçten yerlere atanlar... Kolay değil askeri savcı üçte ikisinin hakkında idam istiyor.

 

‘Remzi Baba kurtar bizi’

- Bu davanın sanıkları ile sonraki yıllarda hiç karşılaştınız mı?

- Sadece Atilla Sarp’la karşılaştım. Anıtkabir’de gördüm kendisini. Ona davanın sonuna geldiğimizde kendisine son sözünü sorduğumda verdiği cevabı hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Hatırlayamadı. Ben kendisine hatırlatınca da birlikte söyledik. Şöyle demişti Dev-Genç Başkanı Atilla Sarp son sözünü sorduğumda. “Muktedirseniz idraki kaldırın âdemiyetten.” Yani gücünüz varsa insanoğlunun düşünmesine mani olunuz diyordu. Bir de o dönemde bazen askeri cezaevlerine gittiğimizde avluda beni gören tutukluların pencerelerden, “Remzi Baba hoş geldin” ya da “Remzi Baba kurtar bizi” diye bağırdıklarını anımsarım.

- Peki siz bu davayı idam kararı vermeden sonuçlandırınca sıkıyönetim komutanlığı nasıl bir tepki verdi?

- Çok kızdılar. Turgut Sunalp, bana gelip dedi ki, “Remzi Bey, bu konuyu siz yeterince bilmiyorsunuz. Keşke gelip bize sorsaydınız, size anlatırdık.” Ben de kendisine “Ben hukuku biliyorum o da bana yeter” demiştim. Faik Türün de hakkımda “Ben Sibirya’da bile böyle komünist görmedim” demiş. Bana en çok kızdıkları nokta da sanıklara yapılan işkencelere ilişkin raporları ve suç duyurularını dosyaya koymamdı. Sıkıyönetim komutanlığı işkenceye ilişkin raporları ve suç duyurularını diğer hâkimler dikkate almazken benim dosyaya koymama bozulurlardı. 12 Eylül’de de Ankara’da adli müşavirdim, gelen gençlerin çoğu işkence nedeniyle pelte gibi yığılırlardı. Ayakta duramazlardı. Ben hukukçuyum bunları görmezden mi geleyim?

 

Türkiye Orta Amerika ülkesi mi?

- Sizin, fidye karşılığı adam kaçırmak ve banka soymak suçlarından yargılanan Nahit Töre, Cihan Alptekin, Salman Kaya ve İhsan Çaralan’ın davasında yazdırdığınız bir karar var, oldukça ilginç. Şöyle diyorsunuz gerekçeli kararda: “Mahkememiz sanıkların anayasa nizamını ihlal için icraya elverişli vasıtalarla başlamış oldukları kanaatine varmamıştır. Bu anayasa nizamını, cebren değiştireceklerin, onu muhafaza eden güçlerle yaklaşık bir gücü sahip olmaları gerekir. Türkiye Cumhuriyeti anayasa nizamı 5-10 kişilik, 2-3 silahlı çete tarafından banka soygunları ve adam kaçırmalarla ihlal edilebilecek bir Kuveyt emirliği veya Orta Amerika devletçiği değildir. Gerek bu sebeplerle, gerekse gerekçeli kararda izah edilecek diğer sebeplerle, sanıklara direkt olarak fiillerine ilişkin kanun maddelerinin tatbiki cihetine gidilmiştir.” O dönemde böyle bir karar yazmak büyük bir risk değil miydi?

Denizler yanlış mahkemeye düştü

- Ben risk falan bilmem. Hukuku bilirim. Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti anayasası üç-beş kişinin banka soyması ile ya da adam kaçırması ile ortadan kalkacak kadar zayıf mıdır? Biz Kuveyt emirliği ya da Güney Amerika ülkesi de değildik herhalde.

-O açıdan baktığınızda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının suçu da zaten adam kaçırma ve banka soymaktan ibaretti.

- Yanlış mahkemeye düşmüş çocuklar. Daha önce Konya’da biri bana sorduğunda “Deniz’ler benim mahkememe düşseydi katiyen idam edilmezlerdi” demiştim. Gerçekten de öyle. İdam cezası gerektirecek suçlar mıdır bunlar?

-Mahkemenizde Cihan Alptekin ve Ömer Ayna da sanık olarak yargılanmıştı değil mi?

- Evet. Yazık oldu o çocuklara. Çok yürekli delikanlılardı. Bir gün bir komutan arkadaşımla sohbet ederken söz Cihan Alptekin’e geldi. Ben Cihan Alptekin’in çok yürekli bir delikanlı olduğunu söyleyince arkadaşım itiraz etti. Ben de ona “O Cihan var ya tek başına sizin kolorduyu teslim alır” dediğimde kızmış, “Hangi silahla teslim alacak kolorduyu?” diye sormuştu. “Belki silahı yok ama ciğer var onda ciğer” demiştim. Kızıldere’de Ömer Ayna ile birlikte öldürüldüklerini haber aldığımda çok üzüldüm.

- 12 Eylül’de Türkeş’in bürosu basıldığında bir liste çıkmıştı. Sıkıyönetimde görevli bazı askeri hâkimlerin karşısına artı bazılarının karşısına eksi işareti koymuştu. Siz ve Hamdi Sevinç kırık not almışsınız ‘başbuğ’dan.

- Valla o dönemde bana eksi puan verdiği değil de ortadan kaldırılması gerekenler listesinde adım olduğu söylendi.

- 12 Eylül’den sonra Muhsin Yazıcıoğlu’nun saçının kesilmemesi için Sıkıyönetim Komutanı Nihat Özer size özel ricada bulunmuş ama siz saçını kestirmişsiniz ‘reis’in.

- Öyle oldu. Sıkıyönetim komutanı bana bir kart göndermiş. Muhsin Yazıcıoğlu hemşehrisiymiş. Onun cezaevinde saçının kesilmemesi ricasında bulunmuştu. Diğer tutukluların saçı kesilirken ona neden ayrıcalık yapılsın ki?Ben kesilmesini istedim. Ertesi gün beni arayıp, “Muhsin’in saçını kesmediniz değil mi?” diye sordu. Ben de geç kaldığımızı, talimatını cezaevi müdürünü bulup iletinceye kadar saçının kesildiğini söyledim. Geçtiğimiz yıllarda bu olayı bir gazeteye anlatınca Muhsin Yazıcıoğlu bizim evi aramış. Hanım çıkmış telefona, ona “Kocanıza söyleyin bizimle uğraşıp durmasın sonra kötü olur” gibisinden tehditler savurmuş. Burada sözü Remzi Şirin’in eşi alarak olayı anlatıyor.

 

Darbe dönemi gibi

-Bugünkü özel yetkili mahkemelerde görev yapan hâkim ve savcıları nasıl buluyorsunuz?

- Hukukla falan ilgisi yok bu mahkemelerin. Bunlar özel görevli. Aynı darbe dönemlerindeki hâkim ve savcılar gibi kendilerine verilen görevleri yerine getiriyorlar.

 

İlginç diyalog

Denizci subaylar davasında üç tane muhbir tanık vardı. Şimdiki gibi gizli tanık değil tabii. Sanıkların ve mahkemenin huzurunda suçlamalar yöneltiyorlar. Bunlardan biri de Ömer Gökbayrak’tı. Duruşmada Gökbayrak, sanıkları suçlayacak somut olaylar ve deliller yerine soyut suçlamalarda bulunuyordu. Mahkeme Başkanı Şirin’le aralarında geçen diyalog basına da yansımıştı.

Gökbayrak: Sayın Hâkim, bunların hepsi militandır.

Şirin: Militan ne demek? Gökbayrak: Savaşçı...

Şirin: Bunlar ne savaşı yaptı anlat bakalım.

Gökbayrak: Herhalde bunlar II. Dünya Savaşı’na katılan savaşçılar değildir. Bir davanın savaşçılarıdır. Bunlar gizli bir örgüt kurmuşlardır. Açık bir örgüt olsalardı gizli toplantılar yapmazlardı. Bunlar masaların üzerine THKO, “Yaşasın Türkiye Halklarının Kurtuluş Savaşı” diye yazarlardı. Bunları Türk milletinin bilmesi lazım.

Şirin: Önce biz bilelim de bilahare Türk milleti de öğrenir.

 

Fotoğraf: Mert Taşçılar