Ünlü Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu'nun okunması gereken tüm kitapları
Mesleki tecrübelerinden yola çıkarak yazdığı güçlü eserlerle geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan Psikiyatr Dr. Gülseren Budayıcıoğlu, çağdaş Türk edebiyatının en çok takip edilen yazarları arasında yer alıyor. Kitapları televizyon dizilerine de uyarlanan yazar, gerçeklerden yola çıkan çarpıcı kurguları ve akıcı üslubuyla okurlarına birbirinden sürükleyici hikayeler sunuyor.
İşte ünlü psikiyatrın tüm kitapları…
GÜNAHIN ÜÇ RENGİ
Genç ve yakışıklı bir gencin mazoşizmin acısıyla renklenmiş dünyası, bu acıdan alınan haz, ölüme yaklaştıkça hissedilen doyum ve yaşlı, göbekli bir holding patronunun cinsel tercihi nedeniyle varoşların kasketli orta yaşlı erkeklerinde aradığı yakın ilişkiler, üç kuşak boyunca sürüp gelen fahişeliğin kadının ruhunu paramparça edişi…
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu bu kitapta insan denen muhteşem ve bir o kadar da karmaşık varlığa ait sahici yaşam hikâyeleri sunuyor.
HAYATA DÖN
Hiç de güzel denemeyecek suskun mu suskun bir kız; sustukça, terapistin tarihin mahrem yerlerinden bulup çıkardığı unutulmuş hikâyeler dökülüyor ortaya. Genç firavun Tutankamon’un esrarı, Hitler ve Freud’un kişiliklerinde gücün analizi, 18. yüzyılda adına “Fısıltı Sanatı” dedikleri, evli kadınların yaşadığı aşk ilişkileri, Çariçe Katerina’nın çamaşırcılık ve hayat kadınlığından başlayan tılsımlı yazgısı ve Eva Peron’un ve Prenses Süreyya’nın hüzünlü hayat hikâyeleri ve daha niceleri…
Derken suskunluk bozuluyor. Çirkin kızın hikâyesi başlıyor. Öyle bir hikâye ki acısıyla, dehşetiyle, hüznüyle her şeyi gölgede bırakıyor.
CAMDAKİ KIZ
“Küçükken çekilen acıların ateşi kolay sönmüyor, kolay unutulmuyor ve izlerini hayatımız boyunca üstümüzde taşıyoruz.”
Aşk yakıyor
Ayrılık kavuruyor
Aldatılmaksa hep çok acıtıyor…
Bize çocukluk acılarını tekrar yaşatacak kişileri gözünden tanır, başkasına değil, ona âşık oluruz. Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize. Kaderimiz aslında doğduğumuz evlerde yazılır. Yine o evlerde yaralanır, o yaralarla büyür, sonunda o yaraların bizi götürdüğü yere gideriz. Ancak mutluluk her zaman o yolda değildir…
“Bu kitapta her zamanki gibi gerçek bir yaşam hikâyesi anlatacağım sizlere. Hep lüks içinde yaşamış ama kaderi daha baştan kötü yazılmış Camdaki Kız ile bir varoş çocuğunun aşk hikâyesi bu.”
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
MADALYONUN İÇİ
Bu kitapta okuyucu, Türkiye’de değişik nedenlerle psikiyatra başvuran her kesimden insanın hikâyelerini buluyor, başta aşk ve ölüm olmak üzere insanlık halleriyle karşılaşıyor. İnsanlar okuyucuya içini açıyor, en gizli sırlarını onlarla paylaşıyor. Ve bütün bu sorunlar, hastalar ve hastalıklar karşısında Türkiye şartlarında bir ruh doktorunun duyguları, düşünceleri, yapabildikleri ve yapamadıklarını görülüyor. Bu kitabın bir yerlerinde okuyucu mutlaka kendini bulacak, kendisiyle yüzleşecek. Okudukça, yaşamın, sağlığın, sevginin ve huzurun değerini daha iyi anlayacak…
KRAL KAYBEDERSE
"Avına av olan bir avcının hikâyesi…"
İnsanoğlu ilk çocukluk yıllarında yaşadıklarından çok etkilenir. Henüz tam ortaya çıkmamış bir heykel gibidir o; hayat da onu ince ince şekillendirmeye çalışan usta bir heykeltıraş… Alır eline keskiyi, usul usul oyar. Ama bazen keskiyi öyle bir savurur ki, bir parça kopuverir ve o parçayı bir daha kimse yerine koyamaz. Kendini hep dorukta görüyor ve asla aşağı düşmeyeceğini sanıyordu. Ama bir gün hayat elindeki keskiyi ona da savuruverdi ve onun da koptu yüreği… Oysa pek çok kadının gönlüne taht kurmuş bir kraldı o…
Uzun süre ne kendi inandı tahttan indiğine, ne de kadınlar. Ama bir şeylerin değiştiğini yine de ilk hisseden kadınlar oldu; ona yıllarca köle gibi itaat eden kadınlar…
Psikiyatrist Dr. Gülseren Budayıcıoğlu Kral Kaybederse romanında, doruklardan aşağı inmeyeceğini sanan bir avcının avına av olup yuvarlanışını, kendini sevilmeyeceğine inandırmış mutsuz bir kadının da trajik hayatı içinde avken nasıl avcı olduğunu anlatıyor.
HAYATIN SESİ
Duygularımız durmadan akan derelere benzer. Doğduğumuzda pırıl pırıl olan o berrak dereye attığımız her sıkıntı, her kaygı, her üzüntü rengini değiştirir, onu bulanıklaştırıp karartır.
Bütün güzelliğine ve ihtişamına rağmen, hayat huysuz ve bencildir. Huysuz bir hayatla mücadele etmek, iyi yaşayabilmek ciddi bir sanattır. O sanatı da hayat kendisi öğretir bize; onun sesini duyanları, özen gösterenleri, anlamaya çalışanları bilir. Ona bakışımızı, duyduğumuz hayranlığı, onunla mücadele etmekten vazgeçmeyeceğimizi hissettikçe, bizimle başka türlü bir ilişki kurmaya başlar. Bize arkasını dönmez, unutmaz. İki kere vursa da üçüncüde öyle güzel şeyler yaşatır ki şaşırır kalırız.