Vezirler ve piyonlar: Ukrayna Savaşının gölgesinde Amerikan lobileri

ABD Başkanı Donald Trump, 20 Ocak'ta, 'güçlü adam' imajıyla yönetimi devralmaya hazırlanırken, zenginliklerini savaşlara borçlu olan lobiler başkanın en güçlü finansörleri konumunda. Tarih bize yeniden, George Washington ve Dwight D. Eisenhower'ın uyarılarını hatırlatıyor. Vezirler, piyonların sefaleti pahasına iktidarlarını sürdürebilir mi?

M. Birol Güger

Bugünlerde diplomasi çevrelerinde en çok tartışılan konulardan biri olan, 'Amerika Birleşik Devletleri'nin Rusya - Ukrayna Savaşı'ndaki rolü,' 20 Ocak'ta görevi devralmaya hazırlanan yeni ABD başkanı Donald Trump ve kabinesi tarafından, 'ulusal çıkarlar' bağlamında yeniden ele alınıyor.

Görünürde Rus saldırganlığını engellemeye yönelik olan Washington’un Kiev’e yönelik cömert desteği, yaygın olarak Soğuk Savaş’ın ilk günlerinde ortaya çıkan ve 1946’da George Kennan’ın 'Uzun Telgraf'ı ile ölümsüzleşen 'çevreleme stratejisinin bir uzantısı' olarak değerlendiriliyor. Ancak Cumhuriyetçi kanat, bu stratejinin artık faydasını yitirdiğini, ABD’ye gereksiz ekonomik yükler getirdiğini ve acil iç sorunlardan uzaklaştırdığını savunuyor.

UZUN VE MALİYETLİ BİR OYUN

Ukrayna'ya yönelik, 'demokrasiyi savunma' argümanı ile gerekçelendirilen bu destek, Amerikan vergi mükelleflerinin finanse ettiği oldukça uzun ve maliyetli bir jeopolitik satranç olarak tarif edilebilir. Zira Kongre, Şubat 2022'den bu yana Ukrayna'ya askeri, insani ve ekonomik paketler dahil olmak üzere toplamda 100 milyar dolara yakın yardım sağladı. Bu finansman ile yeni bir ülke kurulabilirdi, fakat savaşı derinleştirmekten ve daha fazla kayıptan başka hiçbir işe yaramadı. Bundan en çok da Ukrayna etkilenmiş görünüyor.

Öte yandan, Cumhuriyetçi eleştirmenler, bu harcamaların enflasyonun hâlâ yüksek olduğu, ulusal borcun 33 trilyon doları aştığı ve birçok Amerikalının ekonomik güvensizlikle karşı karşıya olduğu bir dönemde gerçekleştiğini savunuyor ve bugünlerde, bu politikanın akılcılığı kıyasıya sorgulanıyor.

AMERİKALI MESLEKTAŞIN SÖZLERİ

Ukrayna’ya sağlanan bol sıfırlı desteğin yarattığı ekonomik yük, bugün hükümet bütçelerinin ötesine geçerek sıradan Amerikalıları derinden etkiliyor. 2022’de son 40 yılın en yüksek seviyesine çıkan enflasyon, enerji ve gıda fiyatlarındaki artışla daha da şiddetlendi. Bu artışın bir kısmı da şüphesiz Rusya’ya uygulanan yaptırımlarla bağlantılı. Bu önlemler, temelde Moskova ekonomisini zayıflatmaya yönelik olsa da aynı zamanda, ABD’deki yaşam maliyetlerini artırarak hane bütçelerini zorluyor.

Eski Başkan Donald Trump, 2023’te düzenlediği bir mitingde, “Kendi şehirlerimiz çökerken Ukrayna’ya milyarlar gönderiyoruz" demişti. Haksız sayılmaz.

Geçen yıl Amerikalı meslektaşım Cyrus Janssen ile bir sohbetimizde, New York gibi büyük bir finansal başkentte, kamu hizmetlerinin eskiliğinden ve kalitesizliğinden dem vurmuştu. Örneğin kentteki metro sisteminin, güvenlik sorunları ve eskimiş altyapı nedeniyle, ABD'nin dünya çapındaki iddiasını karşılamaktan uzak olduğunu söylemişti. 

 Cyrus Janssen

SİLAH LOBİLERİNİN MERKEZİ ROLÜ

Aynı derecede endişe verici olan bir diğer konu ise özel çıkar gruplarının dış politikayı şekillendirmedeki rolü. Washington’daki en güçlü lobi gruplarından biri olan savunma sanayi şirketleri, Ukrayna’ya yönelik yardımlar sayesinde kârlarını sıra dışı ölçüde artırdı. Bizzat Amerikan medyasında çıkan güncel veriler, savunma sanayii şirketlerinin bu çatışmadan nasıl faydalandığını ve askeri-endüstriyel kompleksin, resmi karar alma mekanizmaları üzerinde ne denli etkili olduğunu ortaya koyuyor.

Lockheed Martin, Raytheon Technologies ve Northrop Grumman gibi şirketler, Javelin füzeleri, HIMARS roket rampaları ve Patriot hava savunma sistemleri gibi silah sistemlerine yönelik artan talep sayesinde geçen yıllar içinde rekor kârlar bildirdi; bilanço raporlarına tek tıkla ulaşmak mümkün. Biden yönetiminin Abrams tankları ve F-16 savaş uçakları gibi gelişmiş silahları Ukrayna’ya sağlama kararı ise bu şirketlerin çatışmadaki merkezi rolünü daha da pekiştirdi.

EISENHOWER'I HATIRLAMAK

Bu durumda, Başkan Dwight D. Eisenhower’ın 1961’de 'askeri-endüstriyel kompleksin büyüyen etkisine' dair yaptığı uyarıyı hatırlamak gerekiyor.

Eisenhower, şöyle diyordu: "Askeri-endüstriyel kompleksin, hükümet idaresinde haksız nüfuz edinmesine karşı dikkatli olmalıyız. Yanlış konumlandırılmış gücün, felaketle sonuçlanabilecek yükselişi mümkün ve kalıcıdır..." 

ABD askeri-endüstriyel kompleksinin, Eisenhower’ın o yıllarda işaret ettiği yükselişi, bugün açıkça ulaşabileceği en yüksek irtifadadır ve son tahlilde; kurumsal kârın, ulusal refaha tercih edildiği bu yaklaşım, ABD müesses nizamını tıpkı bir kanser gibi çürütmektedir.

BUZ DAĞININ 'GÖRÜNEN YÜZÜ' BİLE DEĞİL

Yukarıda sözünü ettiğimiz şirketlerin, Kongre kararlarını nasıl etkilediğini merak edenler, OpenSecrets tarafından hazırlanan açık kaynaklı raporlara göz atabilir.

Bu raporlardaki bazı önemli verileri ele almak gerekirse; 

  • 2022 yılında, Amerikan savunma sanayii şirketleri, federal lobicilik faaliyetleri için 872 lobiciyi devreye sokarak 130 milyon dolardan fazla harcama yaptı.
  • 2022 yılında başlayan seçim maratonunda, savunma sanayii şirketleri ve siyasi eylem komiteleri (PAC'ler), adaylar ve komitelere yaklaşık 50 milyon dolar bağışta bulundu.
  • 2022 yılı bütçe tasarısında askeri inşaat projeleri için özel ödenek alan 45 senatör, seçim dönemi boyunca savunma sektöründen ortalama 110 bin 930 dolar siyasi bağış aldı.

Senatör Bob Menendez ve eşi Nadine Arslanyan

Tabii, bunlar kamuya açık veriler. 2023 yılında bir rüşvet soruşturması kapsamında evi aranan Türkiye karşıtı senatör Bob Menendez'in tasarrufunda bulunan 22 külçe altın hatırlandığında, yukarıda telaffuz edilen rakamların, 'buzdağının görünen yüzü bile olamayacağı' çok açık.

Soruşturmanın yürütüldüğü tarihlerde Menendez'in, Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olduğunu hatırlatmakta da fayda var.

ORTADOĞU POLİTİKASINI BELİRLEYEN LOBİ

Lobiler, ABD dış politikasının şekillenmesinde derin ve çok yönlü bir etkiye sahiptir. Savunma sanayiinin de ötesinde; etnik, dini, ideolojik ve ekonomik lobilerden oluşan bir ağ, ABD’nin küresel angajmanlarını belirlemede kili bir rol oynamaktadır.

Örneğin savunma şirketleri, askeri faaliyetlerin yüksek seviyelerde devam etmesinden çıkar sağlar; çünkü bu koşullar, silah sistemlerine olan talebi artırır. Bunun yansımaları, Orta Doğu gibi bölgelerde açıkça görülmektedir. Zira ABD’nin bölgedeki uzun süreli varlığı, silah üreticileri ve özel savaş şirketleri için istikrarlı sözleşmelere dönüşmektedir.

ABD'deki en etkili 'etnik/dini' lobilerden biri de genellikle “Yahudi lobisi” olarak adlandırılan İsrail yanlısı bloktur. American Israel Public Affairs Committee (AIPAC) gibi organizasyonlar, on yıllar boyu ABD’nin Orta Doğu’daki dış politikasını şekillendirmiştir. Bu yapılırken de kimi zaman, diğer ABD müttefiklerinin zararı pahasına, İsrail’in stratejik çıkarlarına öncelik verilmiştir.

Bunun en dikkat çekici bir örneği, ABD’nin, terör örgütü PKK'ın Suriye'deki yapılanması SDG'ye verdiği destektir. 

TRUMP'I NASIL ÇİĞNEDİLER?

Pentagon verilerine göre, Washington yönetimi son beş yılda Suriye'deki gruplara toplamda yaklaşık 645 milyon dolar değerinde 'resmi yardım' sağladı. 2023 yılı için ise 183 milyon dolar bütçe ayrılmıştı. Bu yardımın önemli bir kısmı SDG'ye gitti, ancak yardımların çapı bununla sınırlı değil.

ABD tarafından, Türkiye'nin yarım asra yakın süredir savaştığı terör örgütüne 4 bin Kalaşnikof, 100 doçka, 432 PKM, yüzlerce M4 ve M16 tipi makineli ve ağır makineli tüfek, keskin nişancı tüfekleri, ABD yapımı TOW tanksavarlar; bunların yanı sıra Humvee ve mayına dayanıklı MRAP gibi zırhlı araçlar, kamyonlar; çeşitli tür ve kalibrelerde mühimmat, zırhlı ekipmanlar, gözetleme ve istihbarat dronları hibe edildi.

Bu açıkça bir 'profesyonel ordu yaratma' teşebbüsüdür.

Hatırlayalım; Trump 2019’da ABD kuvvetlerini kısmen Suriye’nin kuzeyinden çekme emri verdiğinde lobiler ve finanse ettikleri kurumlar direnç göstererek bu çekilmenin kapsamını sınırlamıştı. Bu bile tek başına, ABD’nin bölgedeki varlığının, ulusal önceliklerden ziyade çeşitli güç odaklarının çıkarları tarafından yönlendirildiğini ortaya koymaktadır.

ENERJİ LOBİSİ VE NORD STREAM PROJESİ

Benzer şekilde, enerji şirketleri de kritik pazarlara veya kaynaklara erişimi güvence altına alan politikalardan faydalanır. Bu grupların lobi faaliyetleri, genellikle ‘ulusal güvenlik’ söylemini ekonomik hedeflerle birleştirerek ABD’nin dünyanın dört bir yanında yürüttüğü ‘kesintisiz savaş’ paradigmasını meşrulaştırır.

Örneğin, Amerikan şirketlerinin çıkarları, Nord Stream 1 ve 2 gibi projelerin, ‘Rusya’dan Almanya’ya doğal gaz taşıma’ hedefiyle çatışmıştır. ABD, bu projeleri baltalayarak yalnızca Rusya’nın ekonomik etkisini zayıflatmayı değil, aynı zamanda Avrupa’yı, Amerikan sıvılaştırılmış doğal gazına daha bağımlı hale getirmeyi hedeflemiş ve bunu başarmıştır.

Bu strateji, büyük ölçüde enerji lobilerinin finansmanıyla yönlendirilmiştir.

'JEOPOLİTİK ZORUNLULUK' DAYATMASI

OpenSecrets verilerine göre, petrol ve gaz endüstrisi 2022 yılında lobi çalışmaları için 120 milyon dolardan fazla harcama yaparak kilit yasama ve yürütme kararlarını etkilemiştir. ExxonMobil, Chevron ve Cheniere Energy gibi büyük LNG ihracatçıları, Washington yönetimini, Nord Stream’i baltalamak da dahil olmak üzere, Avrupa pazarında rekabeti azaltan kararlar alması yönünde etkilemiştir. 

Hatırlayalım; 2019 yılında, Trump'ın Enerji Bakanı Rick Perry, Avrupa ülkelerini Amerikan LNG’si satın almaya açıkça teşvik etmiş ve bunu 'jeopolitik bir zorunluluk' olarak tarif etmişti.

ABD, Nord Stream projesini baltalamak için çeşitli taktikler kullanmaktan da geri durmamıştır. Ana stratejilerden biri ekonomik baskı olmuştur. Örneğin, 2017 yılında yürürlüğe giren CAATSA yasası kapsamında, Nord Stream’in inşasında yer alan şirketlere yaptırımlar uygulamıştır. Bu yaptırımlar, projede yer alan Allseas gibi Avrupa firmalarını projeden çekilmeye zorlamış ve inşaat sürecini geciktirmiştir.

Bununla birlikte, ekonomik önlemlerin de ötesinde, daha gizli ve yıkıcı taktiklere başvurulduğuna dair iddialar bulunmaktadır... 

SEYMOUR HERSH’İN İDDİALARI DOĞRUYSA...

2022 yılının Eylül ayında, Baltık Denizi’ndeki Nord Stream 1 ve 2 boru hatlarını kullanılamaz hale getiren patlamalar, devlet destekli aktörlerin müdahalesine yönelik şüpheleri artırdı. Soruşturmalar, suçluları kesin olarak belirlememiş olsa da, Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh, tarafından kamuoyuna açıklanan bazı veriler 'Biden yönetimi tarafından yetkilendirilen gizli bir sabotaj ekibinin, bu operasyonda rol oynadığına' işaret etmekte. Tabii, bunlar Hersh'in iddiaları.

Hersh, deniz kuvvetlerine bağlı dalgıçların, NATO tatbikatı kılıfı altında boru hattına patlayıcı yerleştirdiğini iddia etmişti. Bu iddiaların bir kısmı bile doğruysa, ABD müesses nizamının, Avrupa'yı kendine bağımlı kılmak için ne kadar ileri gidebileceği büyük ve kaygı verici bir belirsizliktir. 

Oysa Nord Stream krizi, Ukrayna’daki savaşın sonuçları ile birleşerek Avrupa’yı ciddi bir enerji kriziyle karşı karşıya bırakmıştı. 2022 yılında Avrupa, 56 milyar metreküp (adeta rekor seviyede) LNG ithal etti ve bunun yüzde 40’ından fazlası ABD’den sağlandı. Bu durum, Amerikan enerji lobilerinin pazar hakimiyeti sağlama konusundaki başarısını vurgularken, Avrupalı tüketiciler ve Avrupa sanayisi için önemli bir maliyete neden oldu.

UKRAYNA'NIN AB'YE MALİYETİ

Biden yönetimi, geçen dört yıl içinde Avrupa’daki müttefiklerini Ukrayna’ya mali ve askeri desteği artırmaya teşvik etmek için aktif bir çaba gösterdi.

Avrupa Konseyi raporlarına göre, Avrupa Birliği (AB), 2020-2024 yılları arasında Ukrayna’nın savunma kapasitesini güçlendirmek için yaklaşık 35 milyar dolar askeri destek sağladı. Bu yardımlar, silah teslimatları, eğitim programları ve lojistik desteği içermekte.

Bunların yanı sıra Ukrayna hükümetine, doğrudan bütçe destekleri, ekonomiyi stabilize etmek için sağlanan kredi ve hibeler ile savaş nedeniyle zarar gören altyapının yeniden inşası için de yaklaşık 84 milyar dolar mali destek sağlandı.

Bugün Avrupa'da, geçici koruma statüsü ile misafir edilen Ukraynalıların sayısı 4,3 milyonu geçiyor. Söz konusu kişilere yönelik barınma, sağlık hizmetleri, eğitim ve diğer temel ihtiyaçları kapsayan yardımların çapı ise 20 milyar doları aşıyor.

Bu durumda, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın AB ülkelerine toplam maliyeti 140 milyar dolara yaklaşıyor.

Bütün bu para ve daha da önemlisi insan gücü ne pahasına harcanıyor ya da bu durum ne kadar daha sürdürülebilir? Sürdürülemediği noktada ortaya çıkabilecek senaryoları, en iyiden en kötüye doğru sıralayacak olursak; en kötü senaryoda karşılaşacağımız görüntü muhtemelen, "eski model televizyonlarda yayın olmadığında beliren karıncalar" olacaktır.

RAHATSIZ EDİCİ BİR GERÇEK!

Başından beri ortaya koyduğumuz jeopolitik manzaranın temelinde, gerek Avrupa gerekse ABD'de, seçkinlerin çıkarlarının, halkın temel ihtiyaçlarını ezip geçtiği keskin bir çelişki yatıyor. Bu oldukça rahatsız edici bir gerçek. 

Fakat bundan daha rahatsız edici olanı, bütün bu operasyonun, birbiriyle akraba yüzbinlerce Rus ve Ukraynalının canı pahasına yürütülüyor olması. 

Seçkinler ve finanse ettikleri politikacıları bir kenara bırakın, Batı’daki geniş halk kitlelerinin bundan samimi ve orantılı bir şekilde rahatsızlık duyduğuna dair en ufak bir işaret yok.

Konumuza geri dönecek olursak; ABD'nin ilk başkanı George Washington veda konuşmasında şöyle diyordu:

"Dış ilişkilerde, diğer uluslarla kalıcı ittifaklardan kaçınmalıyız. Bu tür ittifaklar, halkın gerçek çıkarlarına değil, çoğu zaman yalnızca belirli grupların veya seçkinlerin gündemlerine hizmet eder…"

Klasik Amerikan pragmatizmi yerini hemen hiçbir esneklik barındırmayan bir tür ideolojik determinizme bırakırken, Washington'ın sözleri, Amerikan rüyasının muhtemel akıbeti konusunda kuvvetli ipuçları barındırıyor.