Hıdrellez
KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...
İZMİR / CumhuriyetHıdrellez kadim Anadolu ve onu çevreleyen ülkelerde kutlanan, kökü İslam öncesi bayramlara dayanan bir bahar şenliğidir.
Biri karada diğeri denizde bulunduğuna, başı darda kalanlara yardım ettiğine inanılan Hızır ve İlyas peygamberlerin buluştuğu 5-6 Mayıs günü kutlanır.
O güne “Ruz-ı Hızır”, “Hızır günü” de denir.
Bu inanç ve kutlama Anadolu’dan Orta Asya’ya, Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara kadar yayılır.
“Nevruz”, 21 Mart günü, geceyle gündüzün eşit olduğu ve günlerin uzuna döndüğü gün olarak Doğu Anadolu’da, Kuzey Irak’ta, Azerbaycan’da, İran’da ve Orta Asya Ülkeleri’nde bahar bayramı olarak kutlanırken, “Hıdrellez”le baharı kutsamanın Orta Asya’dan gelen Türk geleneklerinin kadim Anadolu kültürüyle birleşmesi, etkileşmesiyle ortaya çıktığı düşünülür.
(Hızır ile İlyas su başında)
Anadolu Hıristiyanların “Aya Yorgi” kutlamaları da aynı doğrultudadır.
Anadolu Alevi inancına göre de Hızır ve İlyas Aleyhisselam Ab-ı Hayat'ı, Ölümsüzlük Suyunu aramaya çıkar, bu suyun kaynağını bulup içerler. Böylece ölümsüz olurlar. Muhtaç olanlara yardıma koşarlar.
Doğanın doğurganlığıyla yardımseverlik Hıdrellez inancıyla birleşir.
***
Ölü doğadan canlı doğaya geçiş, üretimsiz topraktan bereket fışkırmasına tanık olma insanlığı her zaman etkilemiştir.
Hayatını buna göre düzenlemiştir.
Bu dönüşümü bir bayramla kutlama insanın yaşama sevincinin doruğa çıkmasıdır.
Çok eskidir bu sevinç!
(Üzeri Hızır yazılı bir arma)
Tarihi kayıtlar bize İ.Ö.4.binyılda Güney Mezopotamya’da Ur kentinde bereket tanrısı Tammuz ve İ.2.binyılda Anadolu’da Hitit döneminde “Çiğdem” ve “Purilli” bayramlarında baharın gelişinin coşkuyla, uzun süren törenlerle kutlandığını anlatıyor.
Arapça “yeşil” anlamına gelen Hızır İslam inancında da bir yer edinmiş, birçok hadiste adı geçmiştir: Hızır’a Hıdır da denmiş.
Bir hadis anlatısında; “Hz.Hızır’ın oturduğu kuru yerin, ayağa kalktığında yeşillendiği” bildirilir.
Hadislerdeki Hızır Peygamberin halk inancındaki Hızır’la aynı olduğu düşünülür.
(Hızır -yeşil giysili- ile İlyas)
***
Baharın gelişini, kışın gidişini kutlama gününün 5-6 Mayıs olması rastlantı olmamalıdır.
Gökyüzü birçok şey anlatır bize!
Binlerce yıldır berrak gecelerde gök küreye bakıp kafalarındaki sorulara yanıt arayan insanlık “Ülker” takım yıldızından çok etkilenmiştir.
Yedi yıldızdan oluşan ve gökyüzüne bakıldığında bir cezveyi andıran bu yıldızlar topluluğu çok parlak, göz alıcıdır.
Türkçe’de “Ülker”, “Yedi Kızkardeş”; Helence’de “Pleiades”, Arapça’da “Süreyya”, Farsça’da “Peren ve Pervin” olarak adlandırılır.
(Helen mitolojisinde Pleiades-Yedi Kız Kardeş/1885 tarihli Elihu Vedder‘in resim tablosu)
“Ülker, Süreyya, Pervin” Anadolu’da çocuklara da verilen isimlerdendir.
Bu yıldızlara ilişkin Orta Asya’nın Türk öbeklerinden Yakutlar dahil birçok söylence üretmiş insanlık.
Issız gökyüzünü izlerken “Ülker yıldız kümesini” ilginç bulmuşlar, çok beğenmişler.
Gözlemleriyle bu yıldızlarının 5 Mayıs gününün 6 Mayıs’a bağlandığı akşamdan itibaren görünmediğini, 6 Kasım akşamı gün batımından sonra tekrar ortaya çıktığını ve bir dahaki yıl 5 Mayıs akşamına kadar gökyüzünde görünür kaldığını fark etmişler.
Ülker yıldızlarının 6 Kasım’la birlikte gökyüzünü süslemeye başlamasının; insanlara kışın yaklaştığını, zor günlerin kapıda olduğunu uyarması olduğunu düşünüyorlardı belki.
Doğanın uykuya çekilip insana sağladığı besini kısıtlamasının yanı sıra kışın soğuğu insanın en çekindiği, önlemli olması gereken olgulardandı.
Ülker’in 6 Mayıs’ta kaybolması da o günden itibaren havanın, bir daha soğumamak üzere ısınacağını, baharın yeryüzüne iyice yerleşeceğine işaretti.
Belki de bu bağlamda insanlar, iklime karşı tutumlarını belirlerken, bu coğrafyada yılı 6 Mayıs ile 6 Kasım arasında ikiye bölmüşler.
İlk bölüme “Hıdrellez”, ikinci bölüme “Kasım” demişler.
Osmanlı döneminde de kullanılan bu takvim Anadolu’nun özellikle kırsal kesiminde ve yine özellikle Batı Anadolu ve Balkanlarda yakın zamana kadar dikkatle izlendi.
Havaya, suya, toprağa “Cemre” düşmesi, “Kocakarı soğukları”, “Erbain”, “Sitte-i sevr”, “Ehem buhur” gibi iklimsel süreçler hep bu takvim içinde yer aldı.
(Ülker yıldız kümesi)
***
Hızır ile İlyas’ın buluştuğu “Hıdrellez günü” bu takvim yılının başlangıcıydı.
Kasım günlerinin bitmesi iple çekiliyordu.
Ekimler dikimler ona göre yapılıyor; fırtınalar yağmur ona göre öngörülüyordu.
Sorunlardan başı kurtulmuyordu ki insanın!
Gücü tek başına doğayla ve gelecek zamanla güreşmeye yetmiyordu.
Uzun kış günlerinin bitiminde başı dara düşenlere yardıma koşuyordu Hızır ve İlyas.
(Hıdrellezde Dilek ağacı)
Ölümsüz iki yüce kişi baharı getiriyordu!
Zamanla İlyas’ın işlevi unutuldu. Denizle pek bir işi kalmamıştı kara toprakla uğraşan insanların.
Hızır kaldı dertlerine derman arayanlara çare olan.
Sıkıntıda olana “Hızır gibi yetişiyordu “O”.
5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece su kıyılarında, belki yoldaşı İlyas’ı arıyor, belki İlyas’la buluşuyor, ona dileklerini iletenlerin dileklerini yerine getiriyordu.
Baharın gelişiyle, yardım isteyenlere yardıma koşma inancı özellikle Anadolu insanlarının bilincinde tutundu.
Kimi yerlerde unutulsa bile Batı Anadolu sokaklarında yakılan ateşlerle hala yaşıyor bu inanç…
(Hızır Peygamber)
***
Bakın bir Ege kasabasında bir Hıdrellez gecesi (5 Mayıs) ve günü (6 Mayıs), evvel zaman içinde nasıl yaşanmış.
Yer yer hala yaşanıyor:
Halk inanışına göre Hızır ile İlyas peygamber her Hıdrellez gecesi sabaha doğru, gün ışımadan, şırıldayarak akan derelerin, dalgalı su birikintilerinin, engin denizlerin kıyısında dolaşır, gezinirdi.
İnsanlara yardımcı olmak, dileklerini yerine getirmek onların ilahi göreviydi.
Bu nedenle Hızır ve İlyas’la karşılaşmak, gerçekleşmesi istenen dilekleri iletmek için insanlar çırpınırdı.
Subaşları dilekte bulunanlarla dolup taşardı.
İstekler belirli işaretlerle, yazılı kağıtlarla, yere çizilen şekillerle, bırakılan minyatür maketlerle bildirilirdi.
Çömleklere saklanır, dere boyu söğüt ağaçlarının dallarına asılırdı.
Bebeği olmayan bebek, hastası olan iyilik, borcu olan para isterdi.
Hızır ile İlyas gezindikleri su kıyılarında önlerine çıkarılan bu iletileri toplar, zaman içinde değerlendirir, uygun bulduklarını yerine getirirdi.
Önemli olan bu gezici ulu kişilerin dilekte bulunanların bıraktığı işaretleri görmelerini, ayırt etmelerini sağlamaktı.
Çünkü herkes istekte bulunuyordu!
Kimin derdi yoktu ki bu geçici dünyada!
Bu nedenle su kıyılarına yakın meydanlık yerlerde büyük ateşler yakılırdı.
(Hıdrellez ateşi)
Gençler parlaklığıyla insanları çeken ateşin çevresinde toplanır, şenlik başlardı.
Şarkılar söylenir, davullar çalınır, büyük bir hevesle ateşin üstünden atlanırdı.
Bu bir tür bahara “hoş geldin”, kışa “güle güle” bayramıydı.
***
Hıdrellez akşamları ateş yakacak odun, tahta toplamak özellikle çocukların en büyük eğlencesiydi.
Evde yemeğini yiyen çocuklar, karanlığa aldırmadan, hemen evden fırlardı.
Çalı çırpıların tutuşturulmasıyla yakılan ateşin görkemli olmasına çalışılır, kullanılmayan eşyalar, eskilik ne var ne yoksa yakılırdı.
Ateşin çevresine tüm mahalleli toplanır, kendini ateşin büyülü alevlerine kaptırırdı.
Binlerce yıllık geleneği sürdüren bir törendi bu muhtemelen: Ateşin kutsanması!
Kızıl yalazalar lacivert gökyüzüne dans ederek yükselirken bulunulacak dileğin gerçekleşme olasılığını arttırmak için ateşin üstünden atlamak gerekirdi.
Paçaları, etekleri tutuşturmadan ateşi aşmak, havaya sıçramak beceri işiydi.
Gençler ateşin üstünden atlamak için sıraya girer hatta yaşlı kadınlar bile ateşin üstünden atlamaktan çekinmezdi.
Sonra sönerdi ateş.
Ortalığı bir sessizlik kaplar, gece yarısı genci yaşlısı usulca dere, göl, deniz, kıyılarına, su başına giderdi.
Birbirlerine görünmemeye çalışarak, ya su başlarındaki kumluğa dileklerinin resmini çizer, istemlerini simgeleyen oyuncaklar bırakır ya da dileklerini yazdıkları kağıtları suya salarlardı.
Gizlilik esastı. Kişiyle “Hızır” arasında özel bir ilişkiydi çünkü bu!
Herkesin umudu resimleri, maketleri ya da kağıtları Hızır’ın görmesiydi.
(Hıdrellezde ateş üstünden atlayan bir genç)
***
Neşeyle geçen akşamın, yaşlı kadınların duasıyla süren gecenin ardından Hıdrellez sabahı yeni heyecanlar getirirdi.
Genç erkeklerin genç kızların bacaklarını ısırgan otlarıyla dalamaları ayrı bir eğlenceydi.
Bacaklarına ısırgan otu değen genç kızlar, otun yakıcı etkisiyle çığlık çığlığa kalır, kaçışırdı.
Bazen bu kaçışlar delikanlıların dikkatini çekmek için iyice abartılı olurdu.
O sabah kızlar uzun etekleriyle bacaklarını örtmeye gayret eder, gene de ortalıkta görünmekten çekinmez, delikanlıların ilgisini çekmek isterdi.
Kızların peşine düşmüş genç erkekler aceleyle yol kenarında bitmiş, bahar yağmurlarıyla dikeni ve zehri güçlenmiş ısırgan otu bulmaya çalışırdı.
Belki de acı veren dikenleri olan ısırgan otunun zarif genç kızları nazardan koruduğuna inanılıyordu.
Bazı yerlerde de ısırgan otlarından oluşan demetler Hıdrellez gecesi evlerin kapılarına asılırdı. Büyüleri önler, yapılan büyüleri bozardı ısırgan otu.
Her yerde farklı renkler taşırdı Hıdrellez adetleri.
(Isırgan otu)
***
Hıdrellez kutlamaları, havaların ısınmasıyla evlerde artık gerek kalmayan sobaların kaldırılmasının ardından, ailelerin başlarında babalarıyla, konu komşu bir arada kırda, su başlarında yenilen yemeklerle biterdi.
Çobanların, varsıl ailelerin dere taşları arasında yaktığı ateşte kızartılan etin, çevrilen kuzunun kokusu, gelen geçenin ağzını sulandırırdı.
“Hızır’ın kuzusu” derlerdi ona!
Pişen etin çevrede bulunan, kuzu kesmemiş ailelere dağıtılması adettendi.
“Paylaşımcılığın” toplum düzeninde temel alındığı çok eski günlerden kalmış olmalıydı bu adet.
Daha yoksul aileler de tabii ki Hıdrellezin coşkusunu kaçırmak istemez, hanımların pişirdiği otlu tepsi böreklerini yanında ayranla iştahla yerlerdi.
(Hıdrellezde kuzu çevirme)
Tabii ki dere sularında yosunlu taşlarla oynayan küçük çocuklarına birer parça börek muhakkak ayrılırdı.
Böyle dost ortamında sazı olan saz çalar, sesi güzel olan bildiği türküleri, şarkıları seslendirirdi.
Aileler küllenmiş korun üzerine koydukları çaydanlıklarda pişen çayla günü sonlandırır, delikanlılar bakkallardan edindikleri ucuz şarapla, büyüklere fark ettirmediklerini sanarak sarhoş olurlardı.
Açık havanın etkisiyle içtikleri tadı buruk şarabın ölçüsü kaçar, bulanan midelerini rahatlatmak, içtiklerini, dışarı çıkarmak için çalı diplerine koşarlardı.
Delikanlıların acemiliklerini gülümseyerek izleyen babalar, sofrada çay bardağına konmuş renksiz ve susuz rakılarını ağır ağır yudumlarlardı.
(Hıdrellezde kadınlar)
***
Hıdrelllez yüzlerce yıllık bir gelenektir!
2017 yılında da “UNESCO Somut Olmayan Dünya Kültürel Miraslar Listesi”ne alındı.
Yüzlerce yıldır Anadolu’da ve birçok yerde yaşıyor, yaşatılıyor.
Duymasak da “O” bize sesleniyor:
Bin bir çeşit hayat gailesine, geçim sıkıntısına, tüm bireysel ve toplumsal olumsuzluklara rağmen baharla birlikte çok şey yeniden değişiyor, oluşuyor.
(Bahar)
Bütün bunlar baharın anlamını sorgulatıyor bize.
Dertlere deva olunabileceğini!
Her şeyin değişebileceğini!
Yaşamın güzelliğini ve sürekliliğini!
Yaşama sevincinden başka ne ki bahar!
(Not: Bu yazının oluşmasında ve resimlerin kullanılmasında yazarın 2009 yılında yayınlanan “Kına Rengiydi Deniz” kitabından ve çeşitli internet bilgi kaynaklarından yararlanılmıştır).
Sefa Taşkın
27.04.2024
Bergama/İzmir