Türkiye’de felsefe yapmak

Türkiye’de felsefe yapmanın olanaklı olup olmadığı zaman zaman dil tartışmaları bağlamında ele alınmaktadır. Bunlar önemli tartışmalardır fakat konu, geniş bir çerçeveden gündeme alınması gereken hakiki bir problem olarak önümüzde durmaktadır.

Ayşe Acar

Tüm dünyada “ben düşünüyorum”un önünde büyük bir engel bulunmaktadır. Prof. Dr. Taylan Altuğ bu engeli şöyle açıklıyor; “Düşünce, çıkarcılık ve yaşama yararlılığın baskısı altındadır.”

Bilgiyi kendimiz değil çıkarlarımız için biriktiriyoruz. Bilginin kendilik için organize olması felsefi düşünüşü başlatan şeydir. İnsan doğa karşısında kendisini merak ve hayret içinde bularak felsefi mabede giriş yapar.

Türkiye’de felsefe yapmanın olanaklı olup olmadığı zaman zaman dil tartışmaları bağlamında ele alınmaktadır. Bunlar önemli tartışmalardır fakat konu, geniş bir çerçeveden gündeme alınması gereken hakiki bir problem olarak önümüzde durmaktadır.

DOĞU – BATI GERİLİMİNDE TÜRKİYE

Prof. Dr. Taylan Altuğ’un “Türkiye’nin Tini ve Felsefe” alt başlığında yayınlanan Hakikat Korkusu isimli eseri bu konuyu kendine dert edinen insanlar için bir ders kitabı niteliğindedir.

Altuğ, doğu – batı arasında yaşanan düşünsel gerilimi betimlerken, gerilimin tarih sahnesi olarak Türkiye’yi dikkate alır ve bir anlamda gerilimin aşılmasının olanağını Türkiye’de görür.

Doğu, “doğaya batmış” bir haldedir. Kendini doğa karşısına koyup, saf teorik tavır alamayan bu yönelim henüz nesne – özne ayrımında değildir. Doğanın tamamı, kendi öznelliğini nesnelleştirememiş tekil bireyi de kapsayarak “Mutlak”a (ya da “Bir”) teslim edilmiştir. Kapıları açılmamış doğa, inanmadan bilmeye doğru giden yolun da kapılarını kapatmıştır. Ateşin pamuğu yakması herhangi bir meraka neden olmaz.

“İnsan teki, dünya karşısında düşünen bir varlık olarak bir bilgi tavrı içinde değil, inanan bir varlık olarak ahlaksal bir tavır içerisinde bulunmakta ve kendisini ancak böyle tanımlayabilmektedir. Ahlaksal kişilik, kendisini bireysel kanalda bir türlü var edemeyen, nesneleştirilemeyen öznelliğin, toplumsal ilişkiler bütünü içinde kendini üretebileceği biricik kalıptır.”

Mutlak(töz) olanının varlığının şiir olarak vaaz edildiği doğu eğilimi, özne olarak kendi varoluşuna imkan tanımayan bu dünyayı övünç meselesi olarak ele alır. Tanrı istemezse yaprak oynamamaktadır. Doğu eğiliminde yaşanan en büyük sorun özgürlük sorunudur.

“Doğu’da özgürün özgürle ilişkisi değil, fakat tözsel ilişki (yani bireyin töz tarafından yutulmuş olması) egemendir ve bu da birey bakımından bir bilinçsizlik ilişkisidir.”

BATI’DA VE DOĞU’DA ANLAM SORUNU

Doğu’da kelebekler Tanrı’nın mesajını taşıyan aracılardır. Nesneyi “Mutlak”ın sembolik imlemi olarak anlayan doğu bu eğilimiyle varlığın temelsizliği duygusunu yaşar. Rastlantının hüküm sürdüğü bu yerlerde insanlar anlamsızlığın anlamı olarak kabul edilen Mutlak’ta sükûn bulmaktadırlar.

Kelebeği kelebek olarak fark eden, kendini doğadan geri çeken, dışarı çıkaran batı eğilimli düşünüş dikkatini dışarıda kalana, nesneye yöneltir. Nesne orada, karşısında durandır. Doğu, kendi içine çekilip şeylerin özünü içeride ararken batı, nesne – özne, beden – ruh, doğa – akıl çelişkileri içinde kendini doğa içinde doğaya karşıtlık olarak bulur. Kendi özerk doğasını -ki bu doğa hiç şüphesiz özgürlüktür- bulmak için çıktığı yolda Schiller’in dediği gibi “Sadece işinin ve özelleşmiş biliminin kopyası olmaktadır.”

Batı, Altuğ’un “tarihten kopma” olarak özetlediği bir durumla karşı karşıyadır. Bir tür kültür bunalımıdır yaşanan.

“Bilimsel düşünme ve onun göz alıcı kazanımlarına karşılık… kendi geleneğinden kopmuştur. Soyut düşünmenin başatlığı altında, konuşmanın içi boşalmış, kendisi boş konuşma olmuştur. Öyle ki insan kendini dile getirirken dile getirilmiş olarak bulur.”

Eleştirel felsefenin en önemli isimlerinin başında gelen Adorno, modern aydınlanma ve onun ürünü olan bireye yönelik eleştirisinde “Birey, kültür endüstrisi tarafından birey olarak tanımlanan ve sürekli kopyala-yapıştır yöntemiyle çoğaltılan şeydir”, diyecektir. Birey, kendini birey zannedendir.

İşte Türkiye’de felsefe yapmanın olanağı tam bu doğu-batı geriliminin aşılmasına çözüm sunmakla mümkün gibi görünmektedir.