Tehcir: Soykırım iddialarına yanıtlar I

Dünya çapında yayılan sözde soykırım iddialarına karşı gerçekler...

Prof. Dr. Şaduman Halıcı

24 Nisan yaklaşıyor… Yine emperyalistler ve emperyalizme hizmet edenler “Türkler 1915’te Ermenilere soykırım yaptı” asılsız iddialarını yayacaklar… Yine asılsız iddialarına destek verenler olacak… Yine içeriden “acaba”, “olabilir”, “özür mü dilesek” palavraları seslendirilecek…

İstedim ki o gün geldiğinde asılsız iddia ve palavralar dillendirildiğinde gerçekleri bilerek yargımızı ortaya koyalım. Biraz uzun sürecek konuyu işlemem. Sıkılmayacağınızı umarak dizi yazı olacak. Haydi başlayalım…

1915 yılı… Osmanlı Devleti Dünya Savaşı’nın en çetin günlerini yaşarken Osmanlı vatandaşı Ermeniler göç ettirilir.

Yıl 1951… Birleşmiş Milletler’in 1948’de kabul ettiği “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” yürürlüğe girer… Sözleşmenin 2. maddesi (c) fıkrasına dayananlar Ermenilere soykırım yapıldığı tezini savunmaya başlar. Buna göre:

Osmanlılar, Ermenileri açıkça yok etmekten çekindikleri için tehcirden yararlanıp yok olmalarını sağlayacak yaşam şartlarını onlara dayatmış. Yani tehcir sırasında saldırılardan koruma, güvenli ulaşım sağlama, gıda ve ilaç tedarik etme, tedavilerini yapma, barınak ihtiyaçlarını karşılama gibi görevlerini bilerek ihmal ederek ölümlerini hızlandırmış.

Yıl 1987, 14 Nisan… Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik başvurusunun ardından konu Avrupa Parlamentosu’nun (AP) gündemine girer. AP, “18 Temmuz 1987 tarihinde Ermeni sorununun siyasi çözümü üzerine karar”ı kabul eder. Yani “Ermeni soykırımı”nı kabul ederek Türkiye’nin de tanımasını ister. Topluluğa katılmanın ön koşulu yapılır sözde soykırım.

Yıl 1999… Türkiye’nin AB’ye üye adaylığının kabul edilmesinden sonra AP yeniden konuyu gündemine alır. Bu çerçevede, AP dış ilişkiler, insan hakları, ortak güvenlik ve savunma politikası komitesi raportörü olan Fransız Hıristiyan Demokrat Philippe Morillon tarafından hazırlanan “Katılıma doğru Türkiye’nin ilerlemesi üzerine komisyondan 1999 düzenli raporu”nda Ermeni iddialarına yer verilir. Morillon raporunu hazırlarken “Andonian belgeleri” ve “Mavi Kitap”ı esas alır. Sonraki yazılarımızda bu uydurma belgeleri ve kitabı ele alacağız… 15 Kasım 2000’de AP Genel Kurulu raporu kabul eder. Türkiye’den asılsız iddiaları bir kez daha kabul etmesi istenir.

Yıl 2002. 28 Şubat… AP kabul ettiği Kafkasya raporunda yine Türkiye’den “Ermeni soykırımı”nı kabul etmesini ister. 31 Mart ve 15 Aralık 2004 tarihlerinde aldığı kararlarda da isteğini yineler. İstek Türkiye’dendir ama pek çok devlet ön alır. Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Kıbrıs Rum Yönetimi, Çekya, Ermenistan, Fransa, Yunanistan, İtalya, Libya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Hollanda, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Suriye, Vatikan, Venezüella, Uruguay soykırım iddialarını kabul eden ülkelerdendir. Birleşik Krallık’ın parçaları olan Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda da tanır ancak İngiltere’nin resmi bir açıklaması yoktur. İspanya’da da Bask Parlamentosu tehciri soykırım olarak tanımlayan bir bildirge yayımlar. Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaleti de kabul eder.

TEHCİRİN AMACI

Peki tehcir kanunu soykırım amacı mı taşıyor? Tehcire tabi tutulan Ermeniler masum mudur? Bu soruları yanıtlamadan önce I. Dünya Savaşı’na kadar Türk-Ermeni ilişkileri nasıl seyretti, sorusunu yanıtlamak gerekir…

Türkler, Anadolu’ya geldikleri 11. yüzyıldan bu yana bu topraklar üzerinde yaşayan herkese barış, kardeşlik ve dostluk elini uzatmıştır. Selçuklu Türkleri Anadolu’ya geldiklerinde burada Rumlar, Ermeniler, Süryaniler ve Araplar, Bizans egemenliğinde prenslik ya da derebeylik olarak yaşamlarını sürdürmektedir. Bizans, eski Ermeni Prensliği’ne 1045 yılında son verir. 1064’te ise Selçuklu hakanı Alparslan, Ermeni Prensliği Ani’nin topraklarını ele geçirir. Türklerin 1071 Malazgirt zaferini kazanmasında Bizans ordusu içinde yer alan Ermenilerin savaşı terk etmesi de etkili olur. Bu nedenledir ki Selçuklu yönetiminde Ermeniler yaşamlarını hoşgörülü bir ortamda sürdürür. Bu devlet geleneğini Osmanlılar devralır. Ermenilerin “millet” adı altında örgütlenmeleri ve patriklerinin onların ruhani ve cismani lideri statüsü kazanması Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra gerçekleşir. Bu dönemde Anadolu’nun birçok kentinden Ermeniler İstanbul’da çeşitli semtlere yerleştirilir. Başkentteki Ermeni cemaati büyürken Anadolu’da kalanlar kale bekçiliğiyle görevlendirilir. Hiçbir unsurun dilini, dinini, örf, adet ve geleneklerini değiştirmeyen Osmanlı Devleti, Ermenilere de aynı hoşgörüyle yaklaşır. Bu ortamda Osmanlı Ermenileri içinden bankerler, tüccarlar ve sanayiciler çıkar, zengin bir Ermeni aristokrasisi oluşur. Örneğin kuyumcu Düzyan ailesi, mimar Balyan ailesi, tekstilci Bezcian ailesi, Ressam Manus ailesi ve diplomat çıkaran Dadyan ailesi itibarlı bir statü kazanır.

19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan çağdaşlaşma hareketiyle eşitlik, özgürlük konusunda önemli açılımlar sağlandığında bundan Müslüman olmayan unsurlar daha çok yararlanır. Ermeniler en ayrıcalıklı kesim olur. Yunanistan’ın 1829-1830 gelişmeleriyle bağımsızlığını kazanmasıyla Rumların Osmanlı yönetiminin güvenini kaybetmesinin ardından Ermeniler “Millet-i Sadıka” kabul edilir. Kamu hizmetlerinde kendilerini göstermeye başlarlar. Ticarette, sanayide, bankacılıkta adlarını duyurmayı sürdürür. Okullarını açar, ibadetlerini özgürce yaparlar. Bakanlık, müsteşarlık, valilik gibi üst düzey bürokraside yerlerini alırlar. Osmanlı Devlet salnamesinde belirtildiğine göre 19. yüzyılın ikinci yarısında 29 Ermeni kamu hizmetinde en yüksek rütbe olan paşa rütbesini kazanır, hatta Gabriel Noradungyan Efendi gibi Osmanlı’nın dışişleri bakanlığını yapan isimler olur. Giyimleri, oturup kalkmaları, aile yaşamlarıyla da Türklerden pek ayırt edilmezler. İşte bu nedenledir ki 1835-1839 yılları arasında Türkiye’de bulunan Helmut von Moltke, Osmanlı Ermenilerini “Bu Ermenilere aslında Hıristiyan Türkler demek mümkün” cümlesiyle tanımlar.

Peki Ermenilerin ayrılıkçı tutumları nasıl başlar? Bir sonraki yazıda yanıtlamak üzere sağlıkla kalın.

Not: İstanbul’da Ermenilerle ilgili bkz. Saro Dadyan, “Osmanlı Döneminde İstanbul’da Ermeni İskanları”, https://turksandarmenians.marmara.edu.tr

Kaynakça

17. yüzyılda İstanbul ve Anadolu’daki Ermenilerle ilgili bir gözlem için Ermeni asıllı Polonyalı bir seyyahın şu eserine bakılabilir. (Tısid) Simeon, Tarihte Ermeniler 1608-1619, çev. Hrand D. Andreasyan, Çivi Yazıları, İstanbul, 1999.

Şükrü M. Elekdağ, “Tarihsel Gerçekler ve Uluslararası Hukuk Işığında Ermeni Soykırımı İddiası”, https://www.tc-america.org/files/news/pdf/

Helmuth von Moltke, Moltke’nin Türkiye Mektupları, çev. Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, İstanbul 1969, s. 35.