Refik Anadol, eserlerindeki niyeti açıkladı: 'İlham ve iyilik'

Sanatçı Refik Anadol, 2021'de gerçekleştirdiği bir dizi proje ile dünyada medya ve hatta çağdaş sanat alanında ismi en çok duyulan isimlerdendi...

Berrin Karadeniz

Miami'de Art Basel Sanat Fuarı kapsamında, Barcelona'da Gaudi tarafından tasarlanan Casa Batillo'da, New York'ta MoMA'da (Modern Sanatlar Müzesi), Milano Moda Haftası'nda, Berlin'de ve daha dünyanın bir çok şehrinde onun ismi ve izleyicisini bir rüya deneyimine davet eden işleri parıldıyor.

Ülkemizin gündemine girmesi ise İstanbul'daki Pilevneli Galeri'de mart ayında açılan "Makine Hatıraları: Uzay" sergisiyle mümkün oldu. Sergi girişinde ziyaretçilerin oluşturduğu uzun kuyruklar, sanat camiamızın pek de alışık olmadığı bir ilgiyi gösteriyordu. Bu ilgi beraberinde "onlar ne anlar sanattan” tarzı eleştirileri de beraberinde getirirken, Anadol'un "Türkiye'de basın beni görmedi" serzenişinin de bir anlamda sebebi oldu.

Anadol, bize sanatta yükselme hikayesini, üretim sürecini ve geleceğe dair hayallerini anlattı. Niyetinin insanlık adına iyilik ve ilham olduğunu söyleyen sanatçı görünmeyeni görünür kılmanın peşinde...



Halen gösterimde olan “Alkazar Rüyası” işinize yoğun bir var. Hatta kapıda kuyruklar oluştuğu için randevu sistemine geçilmiş. Ve bu haliyle de oldukça talep görüyor. Bu ilgiyi bekliyor muydunuz?

Türkiye’de iki sergim oldu. Biri “Makine Hatıraları”ydı onda kuyruk 1 km’ye yaklaştı. Orada bir randevu sistemimiz yoktu dolayısıyla insanlar sırada beklemeyi göze aldılar. Ve bu süre 4 saate kadar uzadı bazen. Çok şikayet gelmişti keşke bir rezervasyon sistemi olsa diye. Bu kez bir randevu sistemi yaptık ama sistem açılır açılmaz 6 haftalık randevunun bir anda dolduğu bir durum oluşmuş. Bu sebeple acaba 6 aya mı uzatsak diye düşündük ve uzattık.

Her sergi bir önceki serginin üzerine inşa edildiği için bir beklenti oluyor ama bu beklentinin niyeti “anlaşılma kaygısı” oluyor.  Bu birçok sanatçı için sanatın temelinde yatan bir kaygı olmayabilir ama ben bunu böyle okumuyorum. Çok kişi mi, az kişi mi gelir sorusundan ve kaygısından çok anlaşılma kaygısını içinde barındırıyor.

AZ BİLİNEN ÖNEMLİ PROJE

Siz bir medya sanatçısısınız. Yaptığınız iş çok da alışık olmadığımız bir yöntem ve çıktı içeriyor. Özellikle Türkiye’de sanat dünyamız daha çok klasik sanatlardan oluşan bir dünya. Sizin işlerinizse oldukça teknik bir geri plan da içeriyor ve etki alanı da farklı. Bize en basit haliyle neler yaptığınızı anlatır mısınız?

Arka planda şu var: Görsel iletişim tasarımı okuyan bir öğrenciydim lisansta ve fotoğraf -video bölümünde de çift dal yapmıştım. Mezuniyetten hemen sonra da yüksek lisansımı yaptım. 2008 yılında Türkiye’deki ilk video-haritalandırma projesini gerçekleştirdik. Santralistanbul’un dış cephesini ışıkla boyayıp bir katman yaratarak mimarinin bir kanvas olabilme ihtimalini  sorgulamaya başladım.

O yıl sadece 3 kişinin aldığı bir ders vardı okulumuzda. Kıymetli Koray Tahiroğlu hocamızdan almıştım bu dersi. Türkiye’deki belki de ilk kodlama dersidir sanat ve tasarım alanında. “Pure data” isimli bir programdı ve bu programla ilk kez bir yazılımın benim el hareketlerimi anlayarak görülemeyen bir dünyanın görünür kılınabileceğini ilk o zaman anlamıştım. 2011 yılında ilk olarak Türkiye’de Yapı Kredi Kültür Sanat’ın cephesine bir yansıtma yapmıştık. Bunu çok az insan biliyor ve buna çok üzülüyorum aslında. O dönem için çok önemli bir projeydi. Mimar Alper Derinboğaz’a beraber İstiklal Caddesi’nin 3 günlük ses kaydından bir veri heykeli yapmıştık. Yani verinin mekanlaşması, maddeleşmesi ışığın materyal olarak kullanılabilmesi, verinin, algoritmanın görülemeyeni görülür kılınması o yıla kadar gidiyor aslında.

DİNOZORLAŞMIŞ ELEŞTİRİLER

Türkiye’deki bir kısım sanat çevreleri tarafından işlerinizin sanat eseri dahi sayılamayacağına kadar varan yorumlar geldi. Sizce belli bir sanat anlayışına sahip olan bu çevrenin ortaklaşa olarak sizin işlerinizden olumsuz şekilde tetiklenmiş olmasının sebebi nedir?

Evet, ben bunu bilinçli olarak yaptım aslında. Maalesef ülke olarak belli konularda geriden geliyoruz. Bu konular 90’larda tartışılmış bitmiş Avrupa’da, Amerika’da. Medya sanatları kolay kolay klasik sanat dünyasında kabul görmüyor. “Algoritmadan sanat olur mu, bilgisayardan sanat olur mu” gibi biraz dinozorlarmış sorulara da maruz kalıyor.  

Bu aslında normal bir durum çünkü ülkemizde bu alan henüz hazmedilememiş. Yeteri kadar üretim yapılmamış, tartışılmamış dolayısıyla bunu tetikliyor olma ihtimali var. Bu eleştiri kitlesi geniş bir kitle de değil aslında. Eleştirinin yapılması kötü bir şey değil ama dikkatli seviyede yapılması gerekiyor çünkü genç arkadaşların önünü kapatmaması gerekiyor.

Eleştiriler, sorular elbette kıymetli ama hayal kurmayı engellerse, çok gereksiz durumlar yaratabilir.

HAYAL GÜCÜNÜN TEMELİ

Aslında çok teknik ve verilere dayalı ancak hayal gücünü zorlayan bir iş yapıyorsunuz. Nerede başladı bu hayal?

 Çok eskiden geliyor. Hayal gücümüzü eğitebileceğimizi düşünüyorum. Bu anlamda ailemin değerli öngörüleri ve özgürce ilerlediğim yolculuktaki katkıları çok önemli. Henüz 8 yaşındayken annem ilk bilgisayarımı hediye etti. Yıl 1993, muazzam bir şey tabii o zamanlar bu hediye. Daha sonra okuduğum okulların da bu anlamda büyük katkısı oldu.

Bilim kurguya ilgim de 8 yaşında başladı diyebilirim. Hatta Blade Runner diye bir film izliyordum, benim için unutulmaz bir yıldı. O günden beri hayalimde bilgisayarın aklında bir mekân olabilme ihtimali var.

Bilgisayarın bir aklının olması ve o akla seyahat edebilme ihtimalimiz hayal gücümün temelini oluşturdu. O akılda neler oluyor derseniz; binalar, hatıralar, rüyalar, wifi sinyalleri, kalp atışları görselleşebilir vb. Bunu gerçekleştirmem tabii biraz zaman aldı.

UCLA’da dersler veriyorsunuz, anlaşılma kaygısını akademik kaygı da takip ediyor mu?

Özellikle ikinci yüksek lisansımı yaptığım sırada bu alanın derinine inme, derini yüzeye getirme ve çok daha önemlisi sanatın her yaş, her ülke, her kültür için anlaşılır olma ihtimali en büyük tutkumdu. Nedense sanatın sadece müze ve galeriye girme ihtimali bana korkunç derecede bağnaz, sıkıntılı geliyor.

Benim için sanat; sokak gibi, kamusal alan gibi herkese açık, kapısı, tavanı, tabanı, başı, sonu olmayan o sonsuzluk hissiyatı içinde olmalı. O yüzden işlerimin hemen hemen yarısından çoğu kamusal alanda, herkese açık ve ücretsiz diğer yarısı daha farklı formlarda. Bu dengeyi işlerimde hep kurmaya çalıştım ama tabii ki dünyanın her ülkesinden her insana her yaşa hitap edebilme ihtimali inanılmaz derecede karmaşık bir hayal. Burada bana yardımcı olansa verinin algoritmalarla buluşup ışık gibi evrensel bir dil bulabilme ihtimali.

Bu noktada benim hayal gücümü tetikleyen şey; veriler, algoritmalar, yapay zeka, nörobilim açısından baktığımızda zihinsel kapasitemizin gidebileceği yerler gibi dünyalar açtı. Ama duygular hep işlerimin ortasında. Asla bir işimin niyeti, soğuk algoritmalar, anlaşılmayan karmaşık veriler değil.

Amacım her zaman izleyici için deneyimlenmemiş bir hissi, olumlu anlamda, iyimser bir şekilde hayal kurmaya yardımcı ve ilham veren ama sonunda muhakkak eğitim kaygısı da olan deneyimler.

'İYİLİK VE İLHAM'

Yapay zeka gibi insanlığın hem faydalı bulduğu, hem de tehlikeli bulup korkuya kapıldığı bir alanı kullanıyorsunuz. Bu anlamda dikkat ettiğiniz noktalar neler?

Bu işlerin de sorumluluğu olması gerektiğini düşünüyorum. Yapay zeka gibi ne yediğimiz, ne içtiğimiz, ne dinlediğimiz, ne duyduğumuzu tanımlayan sistemlerin tabii ki özgür irade, mahremiyet konusunda bize  sorunlar yaratması muhtemel. Burada niyet bunu yok saymak değil, daha zor olan bunun varlığını kabul edip daha yaratıcı ne yapabiliriz sorusunu sormak.

İşte bu, korkulardan çok daha zor olan. Bu sistemlerle insanlığa faydalı olabilecek neler yapabiliriz sorunu sormak benim sorumluluk olarak aldığım nokta. Dünyanın yeterince sorunu var bir sorun da ben getirmek istemiyorum buraya. Niyetim iyilik ve ilham.

"BILL GATES İLK KOLEKSİYONERLERİMDEN"

Sanatın bir alana sıkıştırılamayacağından bahsettiniz. Kamusal alan ve müzelerin işlerinize gösterdiği ilgi ortada. Peki özel koleksiyonerler geleceğin sanat eserlerini himaye etme konusunda ne kadar istekli?

2013 yılında, “bir bina rüya görebilir mi, hayal görebilir mi, öğrenebilir mi” sorularını sordum ve Microsoft’ın Seattle’daki bir yarışmasına katıldım. O zaman Frank Gehry’nin Disney Hall binasının rüya görebilme projesinin 8 dakikada sahnede anlattım ve o gün karşımda Bill Gates de vardı, yollarımız böyle kesişti. Kendisi ilk koleksiyonerlerimden biridir.

Çok garip bir durumdu; bir taraftan Bill Gates algoritmik eserlerimden birini koleksiyonuna katıyor, diğer taraftan Türkiye’de “böyle sanat olur mu” deniliyor. Benim için ufuk açıcı olan Bill Gates ile, bir kolektörle tanışmak ve neden o işe saygı duyduğunu, destek olduğunu anlamaktı. Aslında orada destek olduğu şey bir sembol, bir sanatçının yolculuğu.

Vizyoner koleksiyonerlerin birçoğunun niyeti bir seferlik deneyimler değil. Bill Gates, “Kuvvetle muhtemel öngörüm, senin önümüzdeki 10 yıl içinde bu soruların cevabını bulacağın ve bu alanda da öncü olacağın” dediğinde heyecanlanıyor insan, sonra bu öngörüler gerçekleşince de başka bir enerjiye dönüşüyor hayatta.

NASA’DAN GELEN GURUR VEREN TEKLİF

NASA size verilerini açtı ve bir ortaklık kurdunuz. Nasıl gerçekleşti bu işbirliği?

Bu ortaklığın bir adım öncesinde 2014-15 yıllarında San Francisco’da dünyadaki ilk üç boyutlu veri heykeli işimi gerçekleştirdim. Google ekibi bunu görüyor ve bu kişiyle yapay zeka ve sanat sempozyumunu yapsak kendisi ilk yapay zeka sanatçımız olsa diyorlar. Bu bir rönesans ben ve ekibim için. 2016’da yapay zeka ve sanat ilk defa tartışılmaya başlandı.

NASA’nın içinde “Stüdyo” denilen NASA’nın tasarım ve sanat kaygılarını üstlenen bir ekip var. Bu ekip 2016’dan beri bu sorduğumuz soruları takip etmiş ve 2018 yılında astronotlar, bilim insanları gibi kişilerden oluşan bir ekip stüdyomuza ziyarete geldi. Dediler ki, “biz uzun süreli bir işbirliğiyle elimizdeki 60 yıllık verileri güvenle teslim edebileceğimiz bir ekip arıyoruz”. Çok gurur duydum. Anında başladı proje, şu an hâlâ çalışıyoruz.

MoMA’DA ÖVGÜ ALAN SERGİ...

Gelecek yıllarda bizi ne bekliyor? Sizce geleceğin dünyasında bu sanat dallarının konumu ne olacak?

2021’in üzerimizdeki en büyük keşiflerinden birisi metaverse. NFT hareketiyle birlikte sanatın merkeziyetsiz, şeffaf ve eşit  bir şekilde dünyaya yayılma hızı muazzam. Bir kısım insan bunu anlıyor, bir kısım dolandırıcılık bu diyor ama çok ilginç bir dönemden geçiyoruz. Dijital sanatın maalesef anlaşılmadığı, kabul görmediği bir dönemden geçtik. Bir de kimin neyi ne zaman yapacağına karar verenler darmadağın oldular.

Şeffaflık, neyin ne kadara satıldığının görülmesi, bir yaratıcının özgürce hayalini kurduğu şeyi dünyayla paylaşabilmesi bir devrimdir. Değer görmeyen bu alanın pandemi sürecinde ciddi bir aktivizmdir.

Örneğin, MoMA sanat koleksiyonunu NFT’den geçirdik ve toplam 2.6 milyon dolara satıldı. Hong Kong’da oranın ilk dijital sergisini yaptık ve orada dünyanın ilk izleyiciyi çevreleyen NFT’si 5.1 milyon dolara satıldı. Bunu söyleme sebebim alanın temsilen gördüğü değer.

Bu demektir ki MoMA gibi bir kurumun bunu kabul etmesi literatüre dahil olduğunuz anlamına gelir ve çok önemli bir gelişmedir. Bu da genç arkadaşlar için de sağlam bir zemine oturduğunu görmesi açısından önemli.



İşin arkasında bir ekip de var.  Siz ekibi hedefe doğru götürürken süreci nasıl yürütüyorsunuz ve kendinizi burada nasıl konumlandırıyorsunuz?

Aslında stüdyomuzu kurarken, sanatın bu dünyada her yaşa, herkese ulaşabilmesinin çok uluslu bir yapıyla mümkün olabileceği düşüncesindeydim. Bunun bir kişiden, bir egodan çıkmasının mümkün olmadığını, kolektif bir hafıza, bilinç ve duyguyla yapılabileceğini düşünüyorum.

Çok güzel bir Afrika atasözü var. Der ki: “Hızlı gitmek istiyorsan yalnız git. Daha uzağa gitmek istiyorsan hep beraber git!”, bu aslında takip ettiğim yol.  Bu ekibi de kurarken niyetim, çok uluslu bir zihinle ortak paydayı elde etmekti. Şu an 14 kişilik, 14 farklı dil konuşan, 10 farklı ülkeyi temsil eden bir ekibiz. 26-27 yaş ortalamamız. Herkesin kod bildiği duygusal nerdleriz (inek öğrencileriz) ve küçük bir okuluz.  Tamamen yatay düzlemde şekillenen, herkesin herkesle eşit  seviyede düşünüp hayal kurduğu bir yapıyız.

Amacı gerçekten akademik olan, referanslarımızı her zaman verdiğimiz, geçmişi anlayıp bugünü yaşayan ama geleceği de tahayyül eden, etmeye çalışan ve “geleceği hatırlayan” bir ekibiz. Etik değerlerimiz önde tutup, kişisel veriler kullanmadan, veriyi ve egoyu birbirinden ayırarak  insanlığa dair hayalleri ve hatıraları kullanmaya çalışıyoruz. Amacım alanında öncü işler yapmak.

KOPYALANMAK ETİK SORUN

Olumsuz anlamda sizi etkileyen bir olay var mı bu süreçte?

Bu ne yazık ki var. Türkiye’de maalesef bir grup var ki, yaptığımız işleri kopyalayıp yapıp izleyiciyle ücretli bir şekilde buluşturuyor. Bunun sadece Türkiye’de olması da beni çok üzüyor, etik olarak çok kötü bir durum.

Ben bu anlamda kapı tutan biri değilim ama referans kültürünü öğrenmesi lazım bu arkadaşların. Çünkü yapılan iş, bu işi ilk kez yapanların, devlerin omuzlarında yükselir ve devam eder. İlham vermek isterken kopyalanmak çok üzücü...



Peki diyelim ki en iyi veriler, en iyi algoritmalar size verildi ve denildi ki artık hepsi sizin elinizde. Kullanabilirsiniz. Nasıl bir dünya yaratırdınız?

2018 yılında maalesef amcamın Alzheimer olmasıyla çok ağır bir yükle karşılaştım. Aslında hatıralarımızın insanlığa dair en önemli veriler olduğunu çok ağır bir şekilde anladım. Bu sürede 1 yıl boyunca Kaliforniya Üniversitesi’nden sinir bilimci Adam Gazzaley ile çalıştım. Kendisinin mentorluğunda insan hatıralarını ve zihinsel hareketlerimizi ölçmeyi öğrendim ve son 4 yıldır insan hatıraları üzerine çok çalışma yaptım.



Hatıralar ile ilgili çıkış noktanız bu hastalık mı oldu?

Evet, 13 yıldır veriyle uğraşıyorum, on yıldır veriyle eser üretiyorum. İkinci on yılıma girdiğimde bir değişimi öngördüm ve gerçekten de insanlığa faydalı olabilme ihtimalini aramaya başladık. Son 1 yıldır UCLA’da ekip arkadaşlarımla, depresyon anksiyete, Alzheimer ve demans üzerine araştırmalar yapıyoruz. Bu dört alanda eserlerimizin etkilerini ölçüyoruz.

2022 yılından itibaren insan zihnine mental seviye ve akademik düzlemde işlerimizin iyi geldiğini kanıtlayan araştırmalar elde ettik. Niyetim geçmiş on yılın deneyimini insanlığa faydalı olabilecek bir hale getirmek.

Bu çok heyecan verici bir şey. Özellikle pandemiyle artan mental rahatsızlıklar uzun bir süre devam edecek gibi duruyor. Bu öngörünüzde sanatın iyileştirici tarafı ve gücü de devreye giriyor sanırım...

Kesinlikle, bunun olduğunu veriyle anlatabilmenin eksikliği vardı üzerimizde. “Ne olacak canım estetik bir kaygı değil mi bu, ne var yani meditasyon yapar gibi” yaklaşımı vardı ama sadece bu değil mesele. Bu alanda veri kullanmadan  zihinsel bir aktivitenin iyi geldiğini iddia etme derdim yok.

Berlin’de 200 binden fazla izlenen işimiz, Türkiye’de 50 binden fazla izlenmiş ‘Makina Hatıraları’, keza ‘Alkazar Rüyası’nı kim bilir kaç insan izleyecek. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, işlerimizin zaten insanların zihninde bir noktaya iyi geldiğini, olumlu anlamda değişim yarattığını gelen binlerce mesajın yanısıra bilimsel anlamda ortaya koyma imkanı elde ettik.

Gelecek yıllarda Türkiye’yi Venedik Bienali gibi uluslararası fuarlarda temsil etme hedefiniz var mı? Yoksa bu konular bir medya sanatçısı için fazla mı eski usül kalıyor?

Aslında bu bir nevi her işte oluyor. Hep en iyi fikirlerimi Türkiye’ye, İstanbul’a getirme gibi bir durum var. Örneğin  ‘Arşiv Rüyası’ ilk yapay zeka enstelasyonu, ‘Eriyen Hatıralar’ dünyadaki ilk sinir bilim, yapay zeka hatırası gibi... Bunların hepsi aslında ülkemizde hep bir projenin ilk olması kültürel anlamda bir değer ve bunu korumaya çalışıyorum.

"TÜRK OLMAKTAN GURUR DUYUYORUM"

Siz çok geniş bir alanda hafızayı ele alıyorsunuz ama 2023 Cumhuriyetimizin 100. yılı. Bu özel tarih için sizden özel işler bekleyebilir miyiz?

Çok isterim. Özellikle bunu devlet düzeyinde yapmak, ülkemizi dünyaya temsil edecek bir hayal kurmak, toplumsal hatıralarımızı, kültürel değerlerimizi olumlu anlamda dünyayla paylaşabilecek bir dil üretmekten onur duyarım.

Türk olmaktan ve Türkiye’de var olmuş, büyümüş, kültürümüzden gurur duyan biriyim ve değerlerimizi dünyaya duyurmak -büyük bir sorumluluk olsa dahi- seve seve almak isterim.Çünkü bu, kurumların ötesinde bir hayal ve bu hayali kurmak benim için muazzam bir hatıra olacaktır.

Ayrıca çok değerli bilim insanıyla, hocalarımızla beraber Türkiye’de de bir iş yapacağız. Mental seviyede işlerimizi kamusal alanda araştıracağız. Birinden veri alabilmek ve işleyebilmek zor da bir iş. Bu anlamda Türkiye’de etik bir alan henüz oturmamış durumda.

Hayalim, Türkiye’de zihinsel sorunlara iyi gelecek bir sanatı ortaya çıkarmak ve dünyaya yaymak.


Fotoğraflar: Refik Anadol Studio