Klimt ve İstanbul’daki saklı altını

Vincent Van Gogh yapıtlarıyla başlayan dünya çapında birçok noktada açılan dijital sergi akımı şimdi de odağına Klimt’i aldı. Klimt eserleri ise kısa süre önce camiiye çevrilen Kariye Müzesi’deki mozaik ve fresklerin mirasını yeniden hatırlamamızı sağlıyor.

Serra Rodoplu

Dijital sergilere “Klimt: The Immersive Experience” adıyla büyüleyici bir Klimt sergisi eklendi. Sanatçının ilk kara kalem eskizlerinden başlayarak Altın Dönemi’ndeki “Ağaç” gibi en ikonik eserlerine kadar uzanan bir yolculuğa çıkarıyor.

14 Temmuz 1862 ile 6 Şubat 1918 arasında yaşayan Gustav Klimt, simgecilik ve “art-nouveau” akımının usta ressamları arasında yer alır. Art-nouveau sanat akımı,19. yüzyılda endüstri devriminin tekdüzeliğine tepki olarak Avrupa’da ortaya çıktı. Bu akım resimden mimariye, iç tasarımdan seramiğe kadar pek çok alanda etkili oldu. 

Klimt’in eserlerinin en dikkat çekici özelliği; kavisli şekiller, asimetri, kadın figürleri, çiçekler, incelikli ve ayrıntılı işlemeleri ve bu ayrıntılara altınla yaşam vermesidir. Hatta “The Kiss” tablosunda, sekiz farklı yöntemle altın varak tekniğini uygulamıştır. Böylece resminin bütünlüğüne bakıldığında göz kamaştırıcı bir tasvir sağlayarak aşkı altının aracılığı ile seyirciye sunmaktadır.

Avustralyalı ressamın, eserlerinde saf altın kullanmasının nedenlerinden birinin, babasının altın oymacılığı yapması olduğu düşünülür. Diğer nedeni ise sanatçının İtalya’nın kuzeyindeki Ravenna kentinde bulunan San Vitale Kilisesi’ni ziyaret etmesiyle buradaki altın işlemeli Bizans mozaiklerinden büyülenmesi, bu nedenle kiliseyi yılda iki kere ziyaret etmeye başlaması, hayranlığını da eserlerine yansıtması olarak bilinir. Bizans mozaiklerinden yola çıkarak çağına göre yeni yorumları eserlerinde uygular.

Kilise, Bizans Kayser-i I. Justinianos’un İtalya’da Ostrogot Krallığı’na karşı sürdürdüğü savaş sırasında yapılmıştır, düzenli mozaikleri ile ünlüdür. Özellikle Justinianos ve karısı Theodora’nın Apsis’teki portreleri bu mozaiklerin en önemlileri arasındadır. İstanbul’un dışında, Bizans sanatından kalmış en büyük miraslardan biridir. Bu yüzden buraya “İtalya’daki Bizans” diyebiliriz.

KARİYE'DE KLİMT IŞILTISI

İnsan, Klimt sergisini gezerken müzikler, tabloların oluşması, geçişler, elinize, yüzünüze yansıyan renkler içinde kaybolurken bu kapsayıcılığın aydın olarak merak uyandırıcı bir süreç olduğunu fark ediyor. Bir konu hakkında bilgili olduğunda ise deneyim çok daha derin ve yoğun olabilir. Yalnız tek bir bina Klimt’in yapıtlarının en vurucu yanına esin vermiş ise “Bu büyüleyici deneyimlerin özünü başka nerede bulabilirim” diye düşündürüyor. Aslında yanı başımızda, İstanbul’da 74 yıl boyunca müze olarak var olan Kariye Camii’nde Klimt’in büyüleci resimlerinin ışıltısını görebilirsiniz.

534 yılında yapılan Kariye Kilisesi, Bizans döneminde bir manastır bileşkesinin kilisesidir. Dışarıdan bakıldığında Kariye kentte göreceğiniz diğer benzer yapıdaki Bizans kilisesinden pek farklı gelmiyor. Ancak, bu küçük ve bir o kadar gösterişsiz duran binaya adım attığınız an bambaşka bir dünyayla karşılaşıyorsunuz, sanki kocaman altın bir kürenin içinde gibi hissediyorsunuz. Duvarlarını süsleyen görkemli mozaik ve freskler kendisinden çok daha büyük olan Ayasofya’yı bile gölgede bırakır.

Yapı bu dünyadan olmayan bir yer gibidir. İçine girdiğinizde insanı gerçek anlamda başka alemlere götürür. Afyon, Kuzey Afrika’dan getirilen kırmızı, oniks, porfir, pembe renkli ve damarlı mermerlerle zengin mozaiklere bakarken Bizans’ın saklı mücevherleri arasında kaybolmanızı sağlar veya sizi binlerce yıl öncesine bir zaman yolculuğuna götürebilir. 

Yapı, Bizans İmparatorluğun’dan günümüze kalan en kusursuz mozaik/fresko betimleme dizisini barındırır ve Bizans dönemi mozaik ve fresklerini araştırmak, incelemek için biçilmiş kaftandır. Asırlar ve teknolojiler ötesinde eserlere, sanatçılara ve insanlara bakıyoruz; günümüzün dijitalinde yaratılan kapsayıcı mekânı ile orta çağın kişiyi sarmalayan mekânı, izleyiciye aynı hissi yaratmakta. Bu dünyadan olmama hissi…