Görkemli bir gerilim hikâyesi: Siyah Telefon

Scott Derrickson’un ABD’li ortalama bir ailenin açmazları içine yerleştirdiği korku yüklemesi, sosyal anlatısı güçlü bir film ortaya çıkarıyor.

Başak Bıçak

Küçük bir kasaba, maskeli bir katil, kötü ebeveynler ve bir çocuk kaçırma hikâyesi... “Siyah Telefon” (Black Phone), ilk bakışta geleneksel korku unsurlarından oluşan bir film gibi görünebilir. Ancak Doctor Strange ile verdiği molanın ardından korku özüne dönüş yapan Scott Derrickson, paranormal olaylarla bezenmiş bir seri katil öyküsüyle salt gösterişli bir gerilim filmi inşa etmekle kalmıyor, aynı zamanda türün unutulan köklerini canlandırarak yeni bir soluk getiriyor.

70’lerin sonu... Denver’ın küçük bir kasabasında, pastoral renklerle bezenmiş bir açılış sahnesi ve gren dolgulu bir jenerik... Stephen King’in oğlu Joe Hill’in 2005 yılında yazdığı kısa öyküden yola çıkan Scott Derrickson ve C. Robert Cargill ikilisi, seyircisini geçmişe dönük ortamına yüklediği bir gerilim duygusuyla karşılıyor ve dramatik yapısıyla koşut anbean beslemeye devam ediyor. Girişte, bir beyzbol maçında tanıştığımız ana karakterimiz Finney, 13 yaşında ve bir ölçüde özgüven problemleri olan bir çocuk... Dolayısıyla, sahanın yıldızı o değil, ancak kız kardeşi Gwen’in desteğinden, filmin ve öykünün gidişatına sirayet edecek sıkı ilişkiyi görmek mümkün oluyor.

“Siyah Telefon”un, ana karakterlerini tanıtmak için seçtiği dingin anlatımın nedeniyse çok geçmeden açığa çıkıyor: Bir seri katil öyküsünün göbeğinde yer alan ve en az katilin kendisi kadar ürkütücü olan baba figürü, filmin havasını destekleyen en önemli katmanlardan biri. Gwen ve Finney, kimi zaman okuldaki zorbalarla, kimi zaman alkolik babalarıyla birlikte mücadele ediyorlar ve Finney’nin baba King’e atıf yapan siyah balonlu, maskeli bir katil tarafından kaçırılmasından sonra kardeşler arasındaki psişik bağ, Finney’nin katil Grabber’dan kurtulma çabasının sacayaklarından birine dönüşüyor.

Filme adını veren siyah telefon da yine beceriksiz yetişkinlerin arasında birbirine destek olan çocuklarla ilişkili. Senaryonun büyük bölümünün geçtiği ve kasvetli duvarlarla çevrili, tek göz pencerenin aydınlattığı bodrum katındaki bir telefon, filmin doğaüstü yönünü simgeliyor. Finney, bir yandan Grabber’dan kurtulmak, bir yandan da karakterinin uçlarını sivriltmek için çabalarken her telefonla gerilim ve trajedi damarı güçleniyor. Vahşet ve kan, “Siyah Telefon”un yalnızca küçük bir parçası ancak Ethan Hawke’ın Grabber yorumu perdeyi ele geçirecek kadar görkemli... Maskesinin altına gizlediği, kimi zaman yarısını gördüğümüz yüzü ve tavırları, saf bir kötülüğün ekrandan taşmasına neden oluyor. Fakat ona nefis bir kontrast oluşturan Finney’i canlandıran Mason Thames’ın bazı anlarda Hawke’ı gölgeleyecek kadar dokunaklı olduğunu ve bir seri katil filminde aranan şiddet yokluğunu unutturmaya yettiğini söylemeliyim.

Çünkü “Siyah Telefon” aslında dramatik yapıyı önceleyen bir film ve sorunlu ebeveyn, istismar, sarsıntı, kardeşlik/arkadaşlık bağı gibi konuları karakterlerinin dehlizlerine yerleştirerek şiddeti arka plana bırakıyor. Grabber’ın var olduğu her sahneye giren ürkütücülüğüne karşın finalde yer alan baba, korkunun salt dışarıdan kaynaklanmadığının bir kanıtı ve bana göre “Siyah Telefon”u parlatan asıl fikri oluşturuyor. En önemlisi de söz konusu korkunun içinde, karakterin kendisini baskılayan kaygıların var oluşu ve Finney’nin aslında Grabber’dan çok bu endişelerle mücadele etmesi yatıyor. İşte “Siyah Telefon”, tüm bu korkuları bir araya getirerek görkemli bir anlatı ve draması dengeli bir gerilim kurmayı başarıyor.

Puanım 7/10

Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com