Ergenekon'a farklı bir bakış
Jung’un yeniden doğuş arketiplerine güzel bir örnek olan Göktürk Destanı kişisel doğum hikâyemle benim için daha çocukken bilinçsizce, ilgi alanı olmuştu. Nedenini ise kırklı yaşlarımda anladım.
Üstün DökmenDestanlar, yazının bulunmasından önceki dönemlere ait çok önemli toplumsal bilgiler taşır. Üstelik onları inceledikçe katman katman yeni anlamlar çıkar ortaya. Bu yazıda Ergenekon Destanı’na, alışılmışın dışında farklı bir gözle bakmaya çalışacağız.
ERGENEKON DESTANI
Göktürklerin yeniden türeyişlerini konu edinen bu destan kanımca, küçük ölçüde gerçek bir temele dayansa da ağırlıklı olarak bir efsane niteliğindedir, Jung’un yeniden doğuş arketipine güzel bir örnektir.
Destana göre düşmanlarından kaçan az sayıda Göktürk, dağlar arasındaki geniş bir alana sığınır. Zamanla burada çoğalırlar, coğrafyaya sığmaz olurlar. Çevre yüksek dağlarla kaplıdır, bölgeye girdikleri noktayı unutmuşlardır. Anne karnına benzeyen bu kapalı yerden çıkmak, adeta yeniden doğmak isterler. Bir demirci dağın içinde bir demir yığını keşfeder, yetmiş körükle besledikleri bir ateş yakıp bu demiri eritirler, ortaya çıkan dar tünelden geçerek dünyaya açılırlar.
Açılan tünel yüklü bir devenin geçebileceği büyüklükteydi. Gruba dişi kurt Asena yol gösteriyordu, arkasından lider Börteçin geliyordu. Göktürkler onları izleyerek dünyaya açıldılar.
ERGENEKON NE ANLATIYOR?
Rüya benzeri bir yaşam gerçeği olan bu destan bir efsanedir, Orta Asya’da böyle bir mekân yoktur. Ancak destan bize, Göktürkler hakkında ilginç bilgiler iletmektedir. Söz konusu destanın satır aralarına baktığımızda, alışageldiğimiz iletilerin dışında bazı iletiler bulabileceğimiz kanısındayım. Şöyle sıralayalım:
Bir: Demir tüneli, bilim insanı gibi gözlem yapan, araştıran bir demirci bulmuştur. Tüneli, bir şaman, bir kâhin, bir astrolog bulmamıştır. Bilimin yarısı deney ise bir yarısı da akılcı gözlem yapmaktır. Sonuçta Göktürk’leri içinde bulundukları sıkıntıdan bilimsel görüş kurtarmıştır.
İki: Dünyaya açılan grubun önünde bir dişi kurt vardır. Kanımca buradaki dişi kurdu basit bir anaerkil dönemi sembolü olarak yorumlayamayız. Asena motifi dişiye, kadına verilen değerin somut göstergesidir. Dişi kurdu, bir erkek olan komutan Börteçin izlemektedir.
Üç: Börteçin komutandır, liderdir ancak tek adam değildir, demir dağı yönetimindeki insanlar keşfetmişler ve eritmişlerdir. Börteçin, her şeyden anlayan, her işi kendi başına yapan bir kişi değildir. Buradaki yeniden doğuş bir ekip işidir.
ANNEM VE ERGENEKON
Çocukluğumdan beri Ergenekon Destanı’na büyük bir ilgi ve sevgi duydum. Psikolog olduktan sonra herhangi bir şeye büyük bir öfke veya sevgi duymanın altında bir psikolojik neden bulunduğunu anladım. Ben Ergenekon’a niçin bu kadar ilgi duyuyordum?
Bir edebiyat öğretmeni olan annem benden önce ablama hamile kalmış. Ancak Erzurum’daki jinekoloğu sezaryen yapmakta geciktiği için ablacığım anne karnında boğulmuş, ölmüş. Annem bana hamile kalınca İstanbul’a, Prof. Dr. Ziya Üstün’e gitmişler. Bu hekim de normal doğumu bekliyormuş ancak hamileliğinin son gününde hareketlerim azalınca annem, “Ziya Hocam bu da boğulacak, hemen sezaryen yapın” demiş ve ben dünyaya gelmişim.
Küçükken bana anlatılan dünyaya geliş hikâyem ile Ergenekon Destanı arasında bilinçli olarak herhangi bir ilişki kurmamıştım. Ancak sanırım bilinçaltımda bu iki olayı ilişkilendirmişim. Ablam Ergenekon’dan çıkamamıştı ancak annemin rehberliği, Ziya Hoca’nın ve ekibinin gayretiyle ben çıkabildim. Kırk yaşlarımda fark ettiğim kadarıyla Ergenekon’a ilgim bu yüzdendir. Annem, benim Ergenekon’umdur, annem benim Asena’mdır.
Ve bir de şu: Eğer ablam doğsaymış ben doğmayacakmışım. O doğmadı, ben doğdum. Galiba bu yüzden kendimi ona karşı derinden derine suçlu ve borçlu hissediyorum. Kadın haklarını güçlü bir şekilde savunmamın nedenlerinden birisi belki de bu suçluluk duygusudur.