Doğan Cüceloğlu, doğa, Uludağ
Avcılık, geçmişte bir hayatta kalma ve beslenme ihtiyacını giderme eylemi olarak bir yere kadar kabul edilebilirdi. Ancak günümüzde avcılığın devri artık geçti. Lütfen artık avlanmayın!
Üstün DökmenDoğan Cüceloğlu, küçük yaştayken öz annesini kaybetmiş, sonra bir üvey annesi olmuş, onu da severdi, bana onunla ilgili bir anısını anlatmıştı. (Üvey anneler de öz anneler gibi sevecen olurlar, onların da artıları ve eksileri vardır, öz annelerin de artıları ve eksileri vardır. Masallarda üvey anneler, üvey çocuklarını evden kovan kötü insanlar olarak betimlenir. Analitik yoruma göre üvey anneler çocuklarını evden kovarak aslında onların büyümelerine, bağımsızlık kazanmalarına vesile olurlar. Öz anne çocuğunu evden kovmaz, ancak hayat boyu onu kendisine bağımlı kılmaya çabalar. Masallarda çocuğun aileden uzaklaştırılması, bağımsızlığa teşvik edilmesi görevi üvey annelere verilmiştir. Onlar bu davranışlarıyla öz annelere ve babalara örnek olurlar.)
Doğan ağabeyimin ikinci annesiyle ilgili anısı şöyleydi: Küçük Doğan sapanla kuş vuruyormuş, bunu gören annesi vurmamasını söylemiş. Doğan, “Ben küçük kuşları vuruyorum anne” demiş. Annesi ise, “Yavrum, canın küçüğü büyüğü olmaz” diye karşılık vermiş. Bu anne dersi hâlâ geçerli.
ARTIK AVCILIK CİNAYETTİR
İnsanlar binlerce yıl Anadolu’da avlandılar, ama artık avcılığın vakti geçti. Yakın zamanlara kadar avlanmış olabilirsiniz, lütfen bundan sonra avlanmayınız. Av mevsiminde av yasağının kalktığını düşünmek, bence tedavülden kalkmış bir görüştür günümüzde. Tarih boyunca Anadolu’da hiç bu kadar az av hayvanı olmadı, hiç bu kadar da çok eli tüfekli avcı olmadı. Ülkemizde son dağ aslanı altmışlı yıllarda Orta Toroslar’da görüldü, bir daha gören olmadı. Son pars 1972’de Beypazarı’nda vuruldu. Yakın geçmişte yabancı turistlerin, ülkemizde az sayıda kalan dağ keçilerini parasını ödeyerek vurabilmeleri konusunda yasal düzenleme yapıldı. Düzenlemeyi yapanlar, muhtemelen ‘genetik kod’, ‘evrimsel miras’ benzeri kavramları bilmedikleri için öyle davranmışlardı. Tesadüfen hayatta kalmış dağ keçilerini, vaşakları vurdurmak para getirebilir, ancak onların vücutlarında taşıdıkları milyonlarca yıllık genetik mirası parayla satın alamazsınız. Gitti mi gider. Avcıların ellerinde avlanma belgeleri olsa da ilinde dağ keçisi vurmalarına izin vermeyeceğini söyleyen Tuncelili belediye başkanın genetik kod ve evrimsel miras konusunda bilinçli olduğu anlaşılıyor.
Avlanma isteğinde haset duygusunun önemli yer tuttuğu görüşündeyim. Kıskançlık duygusunda bir kişiyi veya nesneyi üçüncü kişiyle paylaşmama isteği vardır; haset ise iki kişiliktir, hasette “Niçin onda var da ben de yok, onun olan benim olsun” düşüncesi hâkimdir (Klein, XXXX). Bence bazıları gökyüzünde uçan kartalın özgürlüğüne ve gücüne özenirler, haset duygusuyla onu vururlar, içini doldurup salonlarına koyarlar. Bazen de birileri dağlarda özgürce dolaşan geyiğe özenirler, vururlar, kafasını şöminelerinin üzerine asarlar. Afrika’da avlanmış gorillerin ellerini kesip kül tablası niyetine kullanan Batılılar var. Analitik kurama göre bu tür davranışlar haset duygusundan ve yanı sıra sado-mazoşit dürtülerden kaynaklanmaktadır.
POZANTI'DA SAPAN
Adana’dan Ankara istikametinde giderken Pozantı’da sağda Toroslar Pozantı Tesisi var. Burada bir kamyoncu lokantası bulunuyor ve çok sayıda ürünün yanında fabrikasyon olarak yapılmış kuş sapanları satılıyor. Karayollarında seyahat edenler kamyoncu lokantalarının kaliteli ve büyük porsiyonları uygun fiyata sattıklarını bilirler. Torosların yemekleri ve sattığı ürünler güzel, ancak çocukları ve yetişkinleri kuş avlamaya özendiren sapanları, yürek burkuyor, Doğan ağabeyin annesinin “Canın küçüğü büyüğü olmaz” sözünü hatırlatıyor. Müşteriye sunulan o sapanlar, para gelsin de nereden gelirse gelsin, ister kuşları, ister dağ keçilerini vurdurarak gelsin düşüncesinin ürünü. İsteyen işletme yasalara aykırı olmayan şeyleri satıp para kazanabilir, fakat kanunlar ve ahlâk her zaman örtüşmez. Doğadaki hayvanların avlanması mevcut kanunlarımıza uygun olabilir ancak vicdanlarımıza aykırıdır. Pozantı’daki Torosların yetkililerinden ricam o sapanları satışa sunmamalarıdır. Bu yüzden maddi kayba uğrarlarsa kayıplarını telafi edebilirim. Bir küçük can, büyük kazançlardan daha değerlidir.
ULUDAĞ ARTIK MİLLİ PARK DEĞİL
Uludağ’a 1961’de milli park statüsü verilmişti, geçtiğimiz günlerde bu statü kaldırıldı, Uludağ ne olduğu tartışmalı olan Alan Başkanlığı bünyesine alındı. Sonuçta artık Uludağ’da, bolca ağaç kesilebilecek, maden aranabilecek, otel ve konut yapılabilecek, bir de kuştan sincaba binlerce canlının yaşam alanı ortadan kalkacak. Bu değişikliğin nedeni olarak, “Bursalılar böyle istediler” deniyor. Bu açıklama iki ayrı mantık hatası taşımaktadır. Birincisi Uludağ sadece Bursa’ya ait değildir, bütün Türkiye’ye aittir, Türkiye’nin Milli Parkıydı. İkincisi Uludağ’ın Milli park statüsünden çıkarılmasını, ülkemizdeki birkaç müteahhit ve turizmci dışında toplam kaç Bursalı istedi?
Osmanlı Türkçesi olan ‘’müteahhit’’ kelimesinin günümüz Türçe’sindeki karşılığı ‘’yüklenicidir’’. Birkaç yüklenici iş ve para yüklenebilsin diye yetmiş yıllık bir milli parkın ve dolayısıyla bir ülkenin üzerine bu kadar büyük bir yük yüklenebilir mi? İklim değişikliği dünyamızı ülkemizden başlayarak vuracak gözüküyor. Ormanlarımızı yok ederek bu değişikliği hızlandırmaya gerek var mı?
Doğa severler ormanda yürürken, birkaç santimetrelik fidanlara basmamak için önlerine bakarlar. Ana sözü: “Canın küçüğü büyüğü yoktur.”