Devrim önce kendi evlatlarını yer: Yaratıcı
Yılın en iddialı bilimkurgularından olan film insan-yapay zekâ ilişkisine felsefi bir bakış atıyor.
Başak Bıçak“Robotlara bağımsızlık ve düşünme yetisi verdik.”
“Bizi köle olmamız için yarattılar ama yakında köle olmaktan kurtulacağız.”
Yaratıcı’nın (The Creator) başlangıcında ve finale doğru bir sahnede duyduğumuz bu sözler, sırf yaratıldığına inanan bir yaratılanın yaratma eylemine duyduğu gıpta ve meraktan ibaret değil, aynı zamanda insanlık tarihinin büyük olasılıkla mihenk taşı olacak bir icada, Batı’dan ve Doğu’dan bakışı da simgeliyor. Hatta birbirlerine olan yaklaşımlarını da... Batı’nın “yaratılan”ı ötekileştirmesi, yok etmek için bahaneler üretmesi ve bu sırada Doğu’nun “kabullenişine” duyduğu sonsuz öfkeyle, Doğu’nun “yarattığına/yaratılana duyduğu razı olma” halinin yanında geçmişte, günümüzde ve gelecekte hâlâ aynı oranda Batı’nın “insanlığı kurtarma” (veya demokrasi götürme) güdüsüyle mücadele etmek zorunda kalması...
Tüm bunlar ilk bakışta Gareth Edwards imzalı “Yaratıcı”nın, “Batı’nın oryantalizmi”ne karşılık, oksidentalist bir tavır geliştirdiğini düşünmemize yol açabilir ve bu düşünce bazı yönlerden kabul de görebilir. Ancak söz konusu yaklaşım, Yaratıcı’nın şimdilerle yaşamımızın bir parçası olmaya bizden daha hevesli ve sinema tarihinin uğrak temalarından yapay zekâya bakış açısını açıklamaya yetmiyor. Çünkü “Yaratıcı”, Fransız Devrimi’nin kurbanlarından Danton’a atfedilen o ünlü sözleri hatırlatırcasına, yapay zekâyı kucaklıyor; insan ırkının sahip olamadığı veya kaybettiği her türlü “insani vasfı” yapay zekâya yüklüyor.
Pek tabii bu durumun, tarihinin en büyük grevlerinden birine şahit olan Hollywood’un yapay zekâya olan yaklaşımının yalnızca sinematik bir izlek olmaktan çıktığı döneme rast gelmesi ve ChatGPT’nin hayatımıza girdiği süreçte tartışılması ironik ve filmin yorumunu daha da ilgi çekici kılıyor. 50’lerden reklam görüntüleriyle, robotların ve insanlığın barışını ifade eden sözlerle açılan “Yaratıcı”, bu renkli görüntülerin peşi sıra birazdan izleyeceğimiz insan-yapay zekâ düşmanlığının nedenini açıklıyor ve yalnızca Batı ile yapay zekâ arasındaki değil yapay zekâyı geliştirmeye ve korumayı sürdüren Doğu’yla savaşımın da “meşruiyetini” ilan ediyor. Bu andan itibaren anlatının doğası gereği kahramanın yolculuğuna gereksinim duyarak ana karakterini eski asker Joshua (John David Washington) olarak belirleyen film, 2065 yılında artık insan-robot kast sistemindeki düşmanlığın ABD’li uzay gemisi NOMAD aracılığıyla “soykırıma” vardığı bir dönemde hikayesini başlatıyor. Hamile eşi Maya’yı kaybeden kahramanımızı ikinci bir dönüşüme zorlayacak hamle kurgulanıyor ve “insanlığı kurtaran” NOMAD’ı yok edecek güçte tasarlanmış yeni bir yapay zekâ silahını bulması isteniyor. Böylelikle anlatısına bir baba-kız yolculuğu da eklemleyen film “Star Wars”tan, “Apocalypse Now” ve Platoon’un Vietnam görüntülerini andıran çıkarmalar ve baskınlara, fütüristik şehir görüntüleriyle “Blade Runner”dan, “Children of Men”e değin bilim kurgu ve fantastik türünün pek çok önemli yapıtından esin aldığını açık ediyor.
FİNAL ACELEYE GELMİŞ
Ancak tüm bu yankılanmalar “Yaratıcı”nın büyük oranda temalarını ve görsel dokusunu belirlemek ve zenginleştirmek amacında, büyük oranda da aceleye getirilmiş finali haricinde ekrana yansıyan görüntünün gözlerimizi kamaştırmasına yardımcı oluyor. Çekirdeğinde ise yepyeni bir töz var: Yeni Asya’nın pirinç tarlalarında çiftçi gibi çalışan veya Budist rahipler gibi giyinen droidler ile insanlar (veya Batı) arasındaki ilişki... Bu, belki de yapay zekâya şimdilerde duyduğumuz korkunun bir tezahürü veya yapay zekâ, gerçekten de ona yüklenen bütün programlarla, insandan daha fazla insan olacak, bilinmez... Tek bildiğimiz, insanlığın “yarattığı devrimi yemek için” çok uzak bir tarihi beklemeyeceği...