Dalgaların kraliçesi
Manş Denizi’ni geçen ilk kadın olan Trudy’in esin verici öyküsü...
Başak Bıçak20. yüzyılın başı, ABD’de kadınların oy kullanma hakkını henüz elde ettikleri ancak daha öteye “gidemedikleri” yıllar... Yüzmenin onlar için zararlı olduğunun düşünüldüğü, yarışmanın ise “kalplerini patlatacağına” inanılan tuhaf zamanlar... Ve tüm bunları daha ileriye, “kanalın diğer ucuna” götürmeye kararlı, yapamayacağına inanan herkese inat soğuk sulara, amansız dalgalara, onu avlamaya kararlı deniz hayvanlarına, can yakan deniz analarına ama en çok da ufukta görünmeyen “ışığa”, karanlığa meydan okuyan bir kadın...
Amerikalı Gertrude “Trudy” Ederle (Daisy Ridley), 1926 yılında Manş Denizi’ni yüzerek geçmeye karar verdiğinde kadınların bu spora uygunluğunu sorgulayan, böyle bir denizde yüzecek kadar güçlü olmadığını, kolayca öleceğini düşünen hatta kendisine sponsor olanların bile başaramayacağına inanan insanlardan oluşan bir ataerkil düzenle mücadele etmek zorunda kaldı önce.
Yaşamı zaten hep savaşla geçmişti. Alışkındı kendisini alt etmeye çalışanlara... Onu ekranda gördüğümüz ilk anda kızamık hastalığına yakalanmış, doktorunun bile öleceğini düşündüğü küçük bir kız çocuğuydu. Önce onu yendi sonra annesinin desteğiyle yüzmesini istemeyen babasını, daha sonra kendisiyle alay eden yüzme arkadaşlarını, küçümseyen rakiplerini, yarışını baltalayan koçlarını ve en sonunda da meydan okumasını gören Manş Denizi’ni...
Trudy’nin, Glenn Stout’un aynı adlı kitabından, Joachim Ronning tarafından uyarlanan gerçek yaşamöyküsü “Genç Kadın ve Deniz” (Young Woman and The Sea), ilk bakışta eski kalıplarla hareket ediyor gibi görünse de epeydir ekranda karşılaşmadığımız türden bir drama usulüyle karşılıyor bizi aynı zamanda. Özlediğimiz, öykülemesi yalın, stili özenli bu nostaljik drama bir yandan suyun üzerinde yaşamı boyunca herkese, her şeye karşı mücadele etmiş genç bir kadının azim, kararlılık ve cesaret dolu hikâyesini anlatırken suyun altında, derinliklerde çok daha fazlasını barındırıyor.
Son Akademi Ödülleri’nde Oscar’a aday olan Annette Bening’in canlandırdığı Diana Nyad’ın, 64 yaşında Florida’dan Küba’ya yüzme serüvenini anlatan Nyad’ın zamanı değil çünkü Trudy’nin dönemi... Kimse ona Diana gibi bir beslenme planı uygulamıyor, yarışması için desteklemiyor. Tam tersine sözde eğitimini üstlenen koçu da yemek yemesini engelliyor, bir diğeri yarışta onu saf dışı bırakmaya çalışıyor. Üstelik bunlar yetmezmiş gibi bir de doğa ona karşı ayaklanıyor. Soğuk ve dalgalı bir denizdeki “şenliğe” bir denizanası grubu da dahil oluyor...
DÜZENE KARŞI GELDİ
İşte böyle bir dönemde, düzene karşı gelen, kadın olmanın “zayıflık olmadığını” kanıtlayan, cinsiyet eşitliğinin tohumlarını ataerkil zihinlere yerleştiren, kadınların spor karşılaşmalarındaki yerini güçlendiren ve daha da ileriye taşıyan bir kadın var; suyun karanlığa döndüğü yerlerde... Cesaretin ve azmin her şeyin üstesinden gelebildiğini, annenin rolünün özellikle kız çocuklarının geleceğinde ne kadar etkili olduğunu, fiziksel zorluklarla mücadelenin gerici zihinlerle olandan çok daha kolay olduğunu, bir kadının kendisine yüklenen veya kendinden beklenenleri yapmak zorunda olmadığını derinliğin karanlığından suyun üzerine çıkaran, aydınlığa kavuşturan bir film bu.
Trudy’nin su dışındaki yaşamı ile su üzerindeki sahneleri arasında geçişlerin dengeli verildiği, Daisy Ridley’nin kariyeri için dönüm noktalarından birine dönüşebilecek performansıyla büyüleyen bir serüven. Göz kamaştırıcı, sürükleyici ama en çok da ilham verici... Genç Kadın ve Deniz’i Disney+’ta izleyebilirsiniz.
Puanım: 7/10