Civan Canova'nın anısına: Atatürk'ün sanat devrimi

20 Ağustos’ta kaybettiğimiz usta tiyatro sanatçısı Civan Canova’nın babası Mahir Canova, Türk devriminin sanat alanındaki ilk filizlerindendi.

Prof. Dr. Şaduman Halıcı

20 Ağustos’tan beri yazmak istiyordum bu yazıyı… Civan Canova’yı kaybettiğimiz o üzücü gün beni yine tarihte yolculuğa çıkarmıştı. Konservatuvarın ne büyük yoksunluklarla kurulduğu günlere götürmüştü. Türk vatanının emperyalistlerden kurtuluş coşkusu içinde hemen yazamadım. Oysa o günler aynı zamanda Türk Devrimi’nin de başlangıcıydı.

Hedef bir daha emperyalizm çemberine alınmamak için dünyadaki çağdaş gelişmeleri yakalamaktı. Mustafa Kemal Atatürk ve devrimci kadro hukuk, ekonomi, eğitim gibi alanlarda attığı devrim adımlarını sanata da taşımak amacındaydı. Çağdaş sanatların genç Cumhuriyetle kökleşmesi için atılan ilk adım da Musikî Muallim Mektebi’ydi. Bu adım Canovaların yetiştiği Devlet Tiyatrolarına giden sürecin de ilk halkasıydı. Nasıl mı?

1 Kasım 1924’te açılan Musikî Muallim Mektebi on iki öğrenci ile öğretime başlar. 1935-36 ders yılında öğrenci sayısı 67’si kız olmak üzere 149’a çıkar. Öğretmen kadrosunu güçlendirmek amacıyla 1926 yılından itibaren Avrupa’ya öğrenci de gönderilir. Önce Halil Bedii (Yönetken) ve Nurullah Şevket (Taşkıran), ardından Ulvi Cemal (Erkin), Cezmi, Ekrem Zeki (Ün) Beyler, Şan için de Afife Hanım Avrupa’da eğitime başlar.

Sanatın koruyucusu Cumhurbaşkanı’dır. “Hayatta musiki lâzım değildir; çünkü hayat musikidir” diyen Atatürk, müziksiz devrim olamayacağını savunur. 1930 yılında Darülbedayi sanatçılarının Ankara’da verdikleri temsilin ardından: “Efendiler, hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz; hatta Reisicumhur olabilirsiniz; fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim…” der. (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 153-158.)

Tiyatroyu önemser. 1933’te Ankara Halkevi Temsil Kolu’nun sahnelediği oyunu izler. Aralarında Nüzhet Şenbay’ın da bulunduğu gençlere tiyatronun yalnız bir eğlenme aracı olmadığını, bir milletin düşünsel, toplumsal seviyesini yansıtan büyük bir sanat olduğunu hatırlatır. O gün tiyatroya devletin gerekli önemi vereceğini, en yakın zamanda Ankara’da bir “Müzik ve Temsil Akademisi”nin açılacağını da müjdeler. (Nüzhet Şenbay, Söz ve Diksiyon Sanatı, s. 64)

Müjde hemen yaşama geçirilir. Münir Hayri Egeli, başta Viyana’da tiyatro yönetmenliği yapan Max Reinhardt olmak üzere dünya tiyatro merkezlerindeki konservatuvar müdürleri ile görüşüp raporunu hazırlar. Atatürk rapordaki görüşleri onaylar. Hatta Reinhardt’ın raporunu temel alarak yasa metnini bizzat kendi el yazısı ile kaleme alır. (Millet, Sayı: 54, 13 Şubat 1947, s. 12.)

25 Haziran 1934’te kabul edilen yasa ile “Millî Musiki ve Temsil Akademisi” kurulur. (Düstur, III. Tertip, C. 15, s. s. 1329-1332)

Yasa ile Temsil Şubesi’nin tiyatro, opera, bale ve koro kısımlarından oluşması, eğitimin parasız ve yatılı verilmesi öngörülür. Aynı yıl kasım ayında Musikî Muallim Mektebi’nin konservatuvara dönüştürülmesine ve yurt dışından bir uzman getirilmesine karar verilir. (Cumhuriyet, 26 Kasım 1934)

Eğitim Bakanı Abidin Özmen’in davetiyle Prof. Paul Hindemith, 6 Nisan 1935’te Türkiye’ye gelir. Onun çalışmaları ile orkestra ve müzik okulu hazırlıkları hız kazanır. 6-12 Mayıs 1936 tarihinde gerçekleştirilen öğrenci kabul sınavlarının ardından da eğitime başlanır. Eğitim Bakanlığı müzik bölümüyle eş zamanlı tiyatro ve opera bölümlerine yönelik çalışmalarını sürdürür. Bakan Abidin Özmen’in başkanlığında yapılan toplantılara Reşat Nuri Güntekin, Hasan Âli Yücel, Muhsin Ertuğrul ve İsmail Galip katılır. Devlet Tiyatrosu’nun opera, operet ve dram şubelerinden oluşması kararlaştırılır. Orkestra için, yönetmen Dr. Ernst Praetorius’un uzmanlığına başvurulur. Tiyatro için de Prof. Carl Ebert ile iletişim kurulur. (Nesrin K. Erten, Carl Ebert’ten Mektuplar, s. 2)

Carl Ebert, Almanya’da tiyatro okullarının kurulmasına öncülük etmiş, Nazi baskısı ile ülkesinden ayrılmıştır. Türkiye’de çalışma önerisini heyecanla kabul eder. 28 Şubat 1936’da Ankara’ya gelir. Türk tiyatrosunu, sorunlarını inceler. Raporlar sunar. Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın girişimleriyle konservatuvarın o yılın sonbaharında açılması kararlaştırılır. 5 Ekim’de Muhsin Ertuğrul, Lohmann ve Markovitz’den oluşan kurul önünde giriş sınavları yapılır. Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü 30 Kasım 1936’da 23 öğrenci ile eğitime başlar. (Turgut A. Akter, Tiyatro’da Yaşam: Anılar - Mahir Canova, s.69)

GELİŞME KOLAY OLMADI

Başlar ama gelişmesi kolay olmayacaktır. Ebert’in bakanlığa sunduğu raporlar da sanatta devrimin hangi yokluk ve yoksunlukları aşarak yapıldığının belgesidir. Bu yoksunluklar Ebert’in tiyatronun devamı konusunda heyecanını kırmıştır. İşte iki örnek:

Öğrencileri özel yaşamlarında gözlemleyen Ebert’in ilk kaygısı öğrencilerde belirlediği “adabı muaşeret” eksikliğidir. Raporuna şu notu düşer: “Genç sahne sanatkârı, toplum hayatı gereklerini ilk defa olarak sahnede öğrenemez.”

İkincisi bayan öğrencilerin okula ilgi duymamasıdır. Bu ilgisizliği “yarım asır evvele kadar her yerde hüküm süren zihiyet(e)” yani “aktör ve artistliği hakir görme(ye)” bağlasa da tiyatronun geleceğine dönük kaygısını korur.

Ebert’in başlangıçta kavrayamadığı Türk devriminin kararlılığı ve kadın-erkek Türk halkının gelişmeye susamışlığıdır. Türkiye Cumhuriyeti, “Cumhuriyetin şerefini artıracak olan devlet sanatkârlarının yetişmesini sabırsızlıkla beklemektedir” (Ayın Tarihi, Sayı: 37, Aralık 1936, s. 572).

Onlarca yıl ihmal edilen Anadolu insanın ise ruhu sanatçıdır. Ebert de kısa sürede bu gerçeği görür. Hatta yetenekli bulduğu öğrencilerinin yurt dışına gönderilmesi için gururla aracılık eder. İşte 1939 yılında gönderilen bu öğrencilerden biri Ertuğrul İlgin diğeri de Civan Canova’nın babası Mahir Canova olacaktır.