'Çılgın bir çırpınış var içimde'
Her şeyiyle özgün, kendinden emin ve her yaptığı işte ses getiriyor. Karşınızda Şevval Sam...
Deniz ÜlkütekinŞevval Sam şimdilerde Gain’de yayımlanan “RU” dizisiyle ekranlarda yer alıyor. Oğlu kendisinden 20 yaş büyük bir kadınla aşk yaşayan bir anne rolünde. Sam ile öyküsüyle oldukça ses getirecek gibi görünen diziyi konuşmaya başladık, laf lafı açtı ve kendi ayakları üzerinde duran, öz saygısı yüksek, hata yapmaktan korkmayan bir kadının yaşamöyküsüyle karşılaştık. Söz Şevval Sam’da.
* Ege’de bir sahil kasabası ve oğlu için kaygılanan sağlık sorunları yaşayan bir anne... “RU”daki karakterinizi ve karakterinizin duygularını nasıl anlatırsınız?
Hastalığına rağmen güçlü kalmaya çalışan, oğlunun parlak zekâsına güvenen ve kendi ayakları üzerinde durduğunu görmeden ölmek istemediği için mücadele veren ve bunu belli etmemek için dik durmaya çalışan bir kadın. Kendini bu süreçteki motive etme yolu hep “Oğlum çok iyi bir eğitim alacak, kendini kurtaracak, kimseye ihtiyacı kalmayacak ve o vakte kadar bana birşey olmayacak...”
* “RU”daki anne kimliğinizle nasıl ortaklıklar kurdunuz? Karakterinize hangi konularda hak verdiniz, hangi konularda onu anlamakta zorlandınız?
Bir anne olarak zorlanmadım. Hatta karakterin motivasyonunu kendi içimde buldum. Ölecek kadar yorulmakla ölme lüksü olmama arasındaki mücadeleye dair bir paradoksdur annelik. Herkes olmasa da güçlü annelik duygusu taşıyanlar bilir bunu..
* Dizide oğlunuz kendisinden 20 yaş büyük bir kadınla aşk yaşıyor. Siz kendinizi o karakterin yerine koysanız bu duruma müdahale eder miydiniz?
Ben hiç kimsenin, çocuğum dahi olsa onun hayatına müdahale etme hakkını görmüyorum kendimde. Bu bir prensiptir, her kurduğum ilişkide de aynıdır. Bu saygıdır ve şuna ayrı saygı buna ayrı saygı diye bir şey olmaz. Herkes kendi deneyimi doğrultusunda öğrenir hayatı ve bu fırsatı karşı tarafın elinden almaya çalışmak, müdahale etmek hiç kimsenin hakkı değildir. Eğer yanlış bir şey görürsem yorum yaparım, ancak bu yaş farkı ile alakalı olmaz.
* Doğuştan sanatçı insanlar vardır ya siz de onlardansınız bence. Hem müzikte hem de oyuncu olarak yaptıklarınız ortada. Öte yandan güzel sanatlar mezunusunuz bu da görsel sanatlar becerinize ilişkin bir işaret. Peki tüm bu farklı sanatsal becerilerinizi üretime dönüştürmek ve verimli kılmak nasıl bir sürecin sonunda oldu?
Kendini açığa çıkarmak isteyen çılgın bir çırpınış var içimde, kayıtsız kalamadığım. Tüm yapmak ve deneyimlemek istediklerimi yapabilecek kadar ömrüm olacak mı, onun derdindeyim. Bu da herhangi bir sürecin sonucu değil aslında. Ben kendimi bildim bileli başkaca bir derdim olmadı sanırım.
* Bana kalırsa çok cesur bir karakteriniz var. Bilmem yanılıyor muyum ama bu yönünüzle çevrenizdeki pek çok insanla hem değer yargıları hem de kariyer seçimleri konusunda fikir ayrılığı yaşamışsınızdır diye düşünüyorum. Bu durum beraberinde zaman zaman yalnızlık hissini de getiriyor mu?
Getirmez mi? Herkesin beyaz gördüğü ışığın içindeki gökkuşağını gören insanlar için hayat o kadar da kolay değil. Hassasiyet noktalarınız acı veriyor ama tüm hikâyeleri ve hayatı, sanata ve üretime dönüştürmenin yolu da yine aynı hassasiyetten geçiyor. Bu da hayat amacı bu olan insanlar için kaçınılmaz bir paradoks. Ancak tüm bu sanatsal süreci kendinizi tezahür ettirmek yerine birilerine bir şeyler anlatmaya çalışarak deneyimliyorsanız, yalnızlık hissi daha da yoğunlaşabiliyor.
* Genelde belli müzik tarzlarından konsept oluşturarak bütünlüklü albümler ortaya koyuyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
Hayatı müzikle paralel keşfediyor olmam sanırım. Müzik benim için sadece şarkılar veya enstrümanlardan ibaret değil. Her farklı tarzın, şarkının, tınının içinde, farklı sosyolojik içerikler, insana ilişkin bir sürü kod, bilgi, psikolojiler, diller, deneyimler var. Her seferinde yeni bir deneyim ve keşif sürecinin içine dalıyorum. Kendi sürecimi tamamladıktan sonra paylaşıyorum dinleyiciyle.
* Son olarak iki kısım olarak yayımlanan “Rock'ı Severiz” isimli (Sanırım ufak bir kelime oyunu da içeren) uzunçalar ile müzik dinleyicisiyle buluştunuz. Rock müzikte bilinen şarkıları, incesaz tarzıyla söylemek fikri nereden çıktı? Genelde tam tersini yani rock gruplarının eski şarkıları daha gürültülü biçimde cover’ladıklarını görürüz.
İyi bir şarkı hangi forma girerse girsin özünden ve güzelliğinden hiçbir şey kaybetmez. Bu şarkılar, Türk rock tarihinin ikonik şarkıları. En farklı nasıl deneyimlenebilirdi? Davul ve bas gitarın olmadığı, bir telli, bir yaylı, bir nefesli ve bir vurmalı temel sazlarla olabilir diye düşündüm. Eski şarkıları yeni formatta deneyimleyip onların enerjisini güncellemeye alışkınız. Peki bu şarkılar o zaman yapılsaydı hâlâ bu kadar güzel olurlar mıydı? Evet olurlarmış. Rock sesinde duymadığım bir sürü farklı sesi de duymaya başladım ve (hem de benim için son derece meditatif geçen) bu deneyim ve keşif sürecine daldım. Aslında dijital platformlarda vardı ama dokunma hissi bizim için hâlâ çok çekici. Bu yüzden de plak olarak paylaşmaya karar verdim.
* Sanırım daha önce oğlunuz Taro Emir Tekin ile aynı yapımda hiç yer almadınız. Böyle bir şeyin gerçekleşmesini ister miydiniz?
Biz bir defa Neslihan Yeşilyurt‘un çektiği bir kısa filmde, birlikte oynadık Taro’yla. İleride çok isterim. Şu anda aynı sette o beni izler, ben onu izlerim o yüzden biraz erken olabilir.
ÖZGÜVEN DEĞİL ÖZSAYGI
* Herhalde Türkiye’de özgüven kavramıyla en çok ilişkilendirilen kadınlardan birisiniz. Özgüven ve özsaygınızı korumak için bireysel ilkeleriniz nelerdir?
Aslında gördüğünüz özgüvenden çok samimiyet ve dürüstlük olsa gerek. Bu da özsaygıdan geliyor. Hayatla kurduğunuz ilişkiyi yüklerden arındırmak için kendinize, yaptığınız işe, temas ettiğiniz insanlara karşı dürüst ve samimi olmak durumundasınız. Öyle olunca yaptığınız hatalar da dürüst ve samimi oluyor. Çok abartmamak, bin anlam yüklememek, kendini Kafdağında görmeden süreci deneyimlemek, hata yapmaktan korkmamak belki özgüven olarak algılanıyor da olabilir.
* Herkes çocukluktan kalan travmaları ile büyüyor gelişiyor ve belli karakter özellikleri ediniyor. Sonra yetişkinlikte bunların bazılarını fark etme ve davranışlarımızı olumlu yönde geliştirme şansımız bazen olabiliyor. Yaşam farkındalığı çok yüksek biri olarak siz "iyileşmek" adına farklı pratikler uyguluyor musunuz?
Ömrüm onları tanımlamak, anlamak, iyileştirmeye ve etkilerinden bağımsızlaşmaya çalışmakla geçti. Ne zaman ki tüm travmaları hikâyeleştirdim, onları hayat senaryom şeklinde algılamaya başladım o zaman her şey daha ilginç hale gelmeye başladı. Şimdi bir şey yaşadığımda, “Bakalım kahramanımızı ne gibi maceralar bekliyor?” deyip yoluma devam ediyorum. Dünyanın merkezi sizmişsiniz gibi zannetmeyecek kadar alçakgönüllü değerlendirdiğinizde travmalarınızı kurban psikolojisine girmiyorsunuz. Zaten fotoğrafa yukarıdan baktığınızda sizden daha zor bir sınav sorusu ile gelmiş, daha ağır hikâyesi olan tonlarca insan görüyor bazen halinize şükredebiliyorsunuz.
MÜZİKLER VE KİTAPLAR
* Spotify’dan son olarak neleri dinlediniz?
- Camille Saint-Saens - Carnival of the Animals: The Swan
- Johann Johannson - Domestic Pressures
* Okuyucularımıza önereceğiniz yeni okuduğunuz kitaplar var mı?
Bu aralar Taro’nun önerisiyle Gabor Maté okuyorum. “Normal Efsanesi” ve “ Vücudunuz Hayır Diyorsa”.
PARMAK İZİNİ KEŞFETMEK
* Hem yaşamda hem de kariyerinizde özgün kimliğinizi ne zaman ve nasıl buldunuz?
Tabii ki bir günde bir mucize olmuyor. Tonlarca hata yapıyorsunuz, aralarda güzel işler yapıyorsunuz. Yaparken fark etmediğiniz bir sürü şeyi sonradan idrak edip yerli yerine oturtuyorsunuz. Risk alıyorsunuz, başarısız oluyorsunuz. Kendinizi geliştirmenin veya keşfetmenin başka yollarını aramaya başlıyorsunuz falan filan… İnsanın kendi parmak izini ya da dna şifresini keşfetme süreci meşakkatli iş. O yüzden sanat ve hayat hep paralel kurguda gitti benim için.