Ali Atay, Ölümlü Dünya 2'yi Cumhuriyet'e anlattı: ‘Bir an bile şaka yapmıyoruz’

Cuma günü vizyona giren “Ölümlü Dünya 2”nin yönetmeni Ali Atay yapımın ardındaki derin yaklaşımını bizimle paylaştı.

Deniz Ülkütekin

Bundan beş yıl önce ilk filmi gösterime girdiğinde bol aksiyon içeren bir komediydi “Ölümlü Dünya”. Zaman, değerine değer kattı ve filmi ikincisi heyecanla beklenen bir seriye dönüştü.

Her sahnesi incelikle işlenmiş bir kara komedi, denilebilecek ama türlere de sıkıştırılmak istemeyen bir film “Ölümlü Dünya 2”. İlk filmde olduğu gibi yine kamera arkasına geçen Ali Atay’la “Ölümlü Dünya” evreninden yansıyanları konuştuk.

- Heyecanlı mısınız?

Heyecanlı mıyım bilmiyorum. Film seyirciyle buluşacağı için başka türlü bir his var. Merak diyebiliriz. Tiyatrodan da alışkın olduğum Bir şey. İlk oyunumu hep seyircinin ne tepki göstereceğini izleyerek oynarım. Aynı şeyi yaşıyorum.

- Filmin pik noktaları çok başarılı. O açıdan seyirciyi etkileyecektir.

Ona çok dikkat ettim daha senaryo yazım aşamasında aşamasında akstan kopmayarak o pik noktalarına ulaşabilmek çok önemli. O yüzden destek alabileceğim ne varsa kullanmaya gayret ettim. Örneğin müzik.

- Filmin müzik listesi çok iyi. Açıkçası çok beğendim.

Hiç mütevazı davranmayacağım, santim santim "an"lara uygun müzikleri aradım, eskileri kazıyarak. Her şarkıyı her yere koyamıyorsun, bir dili var. Hatta bir metronomu... Bu, teknik olarak tarif edebileceğim bir şey değil hissi olarak yaklaşabileceğim bir şey. Doğru şarkı bir sahneyi olması gerektiği yere taşıyabiliyor.

- Müzikler aracılığıyla Yeşilçam’la bağlantı kurma hissi de var filmde.

Yeşilçam vurgusu yaptığım her işte var. O filmlerdeki “ansambl” duygusu vardır ya onu çok severim. Mümkün olduğunca bire bir dokunuşlar yapmayı çok seviyorum. Çünkü orası da tiyatrodan gelen bir üsluba sahip. Benim de kurmak istediğim dünyalar hep öyle.

- Bazı komediler, kökenlerinde çok acı öykülere sahip oluyor. Ölümlü Dünya da biraz böyle bir film.

Buradaki en acı hikâye hepsinin her an ölebileceği gerçeği. Bakış açını doğru konumlandırırsan bu çok sinir bozucu bir mizaha dönüşebilir ki ben bu durumlarda -adrenalinle birlikte bir gülme hissi gelir ya- oralardan nasıl bir şey çıkarabiliriz hissi beni heyecanlandırıyor. Hayatımızın her evresinde mizah var, cenazelerimizde bile. Mizah acıyla baş edebilme durumu. Doğru durumu bulduktan sonra ekstra bir şaka yapmana da gerek yok. Doğru konumlandırmaları yapıp seyirciyi ikna edebilirsen hiçbir şaka yapmana gerek yok. Bizim filmimiz için de çok geçerli bir durum.

- Filmde bazı sahneler kesilebilecekken uzun sürüyor. Bu da bir zaman sonra sinir bozukluğuyla birlikte gülme isteğine yol açıyor. Bazı seyircileri de rahatsız eden bir durum ama farklı bir mizah anlayışı olduğu çok belli.

Evet, orada farklı bir matematik var. Çünkü insanlar diyor ki “Şakamız bu, bunu aldık, tamam” ama ben şaka yapmıyorum orada. Durumun kendisi zaten öyle. O durumun içinden çıkabilmenin başka bir formülü yok. Seyirciyi güldürmek için kurduğum bir an değil o. Saatlerce aynı durum içinde kalabilirler de.

- Bu biraz da günümüz komedisinin gerekliliklerinden biri.

Bu bir alışkanlık tabii canım. “Şakayı aldık güldük geçtik” filan... Üstüne basarak, inatla söylüyorum: Şaka yaptığımız bir an bile yok! Yapıyorsak bile birisi kötü bir şaka yapıyordur, yanındaki karakterler gülmüyordur ona.

- Onu şöyle ayırt edebilir miyiz, senaryoyu düz okuduğunuzda gülünecek bir şey yoktur ortada ama kafanızda canlandırdığınızda çok komik olur.

Evet. Biz ilk film öncesinde bunun sıkıntısını yaşadık. Birçok insan okudu ama anlamadı filmi. Çıkan sonuçtan sonra tekrar konuştuğumuzda “Düşündüğüm şey bu değildi” tepkileriyle karşılaştım. Ben alıştım bu durumlara. Söylediğin şey o kadar doğru ki. Bizim yaptığımız bir mizah türü ise onu çok güzel açıklayan bir ifade oldu. Bence herkesin yüzde yüz gülerek izleyeceği bir film değil "Ölümlü Dünya".

Öyle bir niyetim de olmadı. Benim ilk filmi yapma nedenim şuydu: “Art-house seven de benim gibi her türü seven de oturup izlediğinde bir karşılık alabilecek mi” sorusunun yanıtını arıyordum. Ölümlü Dünya’yı bir sürü festivalin açılış filmi olarak seçtiler. Bu beni o kadar mutlu etti ki. Yapmak istediğim şeye yaklaşmışım. Bir film, filmdir ve bunu biz ayrıştırmışız, “art-house sinema, mainstream” filan diye. Gerek yok. Bir art-house sinemayı neden yüz binler izlemesin?

- Ölümlü Dünya neden beş yıl sonra geri döndü?

İlk filmde bütün karakterleri öldürmüştük ama o kadar tatlı olduklarına kanaat getirdik ki kıyamadık. Sonu aceleye gelmiş bir final gibi durur. Onun nedeni biraz o, şahane bir kıyım vardı hepsinin ölümlerini gördüğümüz. Ölürken canı ekmek isteyen bir Serbest, öbürünün başka bir çilesini göre göre ölmelerini izleyecektik ve ona da gülecektik aslında. Biraz sıkıntılı bir süreçti ama göze almıştık, vazgeçtik. Biraz zaman geçti, “İkincisini yapalım” talepleri geldi. Biz de oturup hikâye kuralım dedik. Bir sürü yerde toplandık, teknelere gittik, otellerde kaldık... Senaryodan önce uzun uzun muhabbet ediyoruz. Bir cümle bulup bir an bulup hepimizi ortak anda etkileyen bir şey gördüğümüzde onun peşine düşüyoruz. O zaman hikâye şekilleniyor. Pandeminin ilk yazında sete çıkacaktım, her şey ayarlanmıştı ama sonra istemedim pandemi zamanı sete çıkmayı. Çünkü bu aynı karavanın içinde beraber takılarak, konuşarak olacak bir iş. Maskeler, testler... Öyle bir sürece girmek istemedim.

OYUNCU ALİ ATAY VS. YÖNETMEN ALİ ATAY

- Oyuncu Ali Atay, yönetmen Ali Atay’la çalışabilir miydi?

Mükemmel bir soru. Bunu ben de soruyorum kendime, “Ben kendimle çalışabilir miydim” diye. Nuh Tepesi’nin yönetmeni Cenk Ertürk şunu demişti: “Seninle çalışmak, ateşle oynamak gibi. Sağın solun belli değil.” Çok fazla şey düşünüp tuhaf bir konsantrasyonla, anlık tekniklerle karaktere ulaşmaya çalışmak yönetmen için çok yorucu. Ben böyle bir şeyle mücadele edebilir miydim? Evet zaman zaman edebilirdim, hoşuma giderdi, işime yarardı. Çünkü karakter için titizlenerek çalışırım genelde. Ben kendimi çekiyor olsam yönetmen olarak beni biraz yorabilirdim.

- Yönetmen Ali Atay’la çalışmak kolay mı?

O daha kolay. Monitörün başındayken beklediğim tek şey, ikna edilmek. Çünkü dediğim dedik birisi değilim. Emin olmayı sevmem. “Burayı böyle yapalım” dediğimde, “Böyle yapmak istemiyorum” diyen birini severim genelde. Tamam konuşalım, nasıl yapmak istiyoruz burayı ve neden? İkna olmaya hazırım ve ikna olup üzerine başka şeyler de ekleyebilirim.

TIKTOK MİZAHİ YENİ BİR ŞEY DEĞİL

Ölümlü Dünya’ filminin senaristlerinden Aziz Kedi ile yeni mizah, eski mizah tartışmalarını konuştuk.

- Ölümlü Dünya hem bir "Thriller" hem de aile kara komedisi. Duygu-aksiyon dengesi açısından zor bir matematiği var diyebilir miyiz?

Bu zor matematik aslında rejinin başına dert olan bir problem ve başarıyla dengelenmesi Ali’nin hüneri. Senaryo açısından ise bir aile trajedisini derinleştirdikçe, aksiyon dozunu artırdıkça, hikâye hem daha kara hem daha komik hale geliyor. Evli bir çifti azılı katillerden kaçarken çalıntı bir seçim otobüsünde kavga ettirmek bir oturma odasına koymaktan çok daha fazla imkan sunuyor.

- Özellikle "Gibi" ile birlikte Türkiye'de yeni mizah-eski mizah tartışması gündeme geldi. Ölümlü Dünya serisi de bu üslupta bir yapım. Siz de bu dönemin gözde yapımlarındaki kalem olarak mutlaka bu alanda söz sahibisiniz. 2020'lerin mizahı geçmişteki mizah anlayışından ayrılıyor mu ve ne gibi farkları var?

Yeni mizah, eski mizah gibi bir ayrım görmüyorum. Mizah, dünyanın her yerinde her zaman birkaç ana damar üzerinden işliyor. Ülkemizde de durum böyle. Bazen bazı formlar daha popüler oluyor. Ferhan Şensoy’un Şey Bey’inin, Uzaylı Zekiye’nin falan yapıldığı dönemler yaşandığı gibi tokat atmalı komedinin yükseldiği zamanlar da yaşanıyor. Yani bence “tiktok mizahı” da yeni bir şey değil. Sunumlar değişiyor, özü hep aynı.