Mırıldandıklarım…
Herkesin gidebileceği bir Turgut’u olmalı. Kalkıp ona gitmeli yağmur yağmadığında ve kendini evinde hissetmeli.
Alper HasanoğluBugün serbest bir yazı yazmaya karar verdim. Biraz bilinç akışına bırakmayı kendimi, yani insan Alper olarak bu satırlarda daha çıplak ve otantik olarak varolmayı istedim. Nedeni psikodinamik olarak kolayca yorumlanabilir elbette. Sahneye çıkan, sinema filmlerinde rol alan insanlar ne istiyorlarsa, ben de onu istiyor olmalıyım hayatın bu vaktinde sanırım; görülmek.
Demek görülmediğimi düşünüyorum ya da bir his bu düşünceye yol açtı. Üzerine bu sayfalarda birkaç yazı yazmış olduğum ‘yalnızlık ve yalnızlık duygusu’ çatışması olsa gerek bu ihtiyacımın kaynağı.
HERKESİN BİR TURGUT'U OLMALI
Görülmenin yalnızlık duygusuna iyi geleceğini nereden çıkarıyoruz acaba?
“Giyinip dışarı çıkıyorum hemen
Ben bu evlere sığamam.”
‘Bezik Oynayan Kadınlar’ın Semiha’sı günlüğüne bu satırları yazar. İçi sıkılır bazan insanın, dışarısı iyi gelecek diye umar ya. Semiha da içinde ve içeride kalarak çaresizce boğmaya çalıştığı yalnızlık duygusunu hafifletmek için, eskilerde kalan sevgiliyle konuşur gibi günlüğüne yazar da yazar. Yetmez olunca yazı, insan içine atar kendini.
Bir gün günlüğünü, nasıl olacaksa o, sevgilinin okuyacağını umar. Bu satırlardaki yüce duyguyu görecek ve geri dönecektir sevgili. Bunun gerçekleşmeyeceğinin aklına bir mıh gibi çakıldığı vakitlerde, kim olursa olsun ama birileri onu görsün diye dışarı çıkar. Herkes mutlu gibidir dışarıda, bir tek o yalnızlık duygusu içinde kıvranır durur. Evine döner ve daha da yalnızdır artık.
“İşte Turgut’a gidiyorum, yağmur nasılsa yağmadı.”
Herkesin gidebileceği bir Turgut’u olmalı. Kalkıp ona gitmeli yağmur yağmadığında ve kendini evinde hissetmeli. “Hayatı sanat kurtaracak!” diye haykırıyordu Nietzsche; benim hayatımı şiir kurtaracak, eğer yine kendisi yok etmezse.
BİRLİKTE İÇMEK
“Alışılmış Bir Vakit Tanımlaması” şiirini Edip Cansever Duygu Sağıroğlu’na adamış. Yayınlandığı yıl olan 1984’ten beri okuduğum bu şiirin adandığı kişiyi merak etmemiş olmam nasıl açıklanabilir? O zamanlar internet yoktu diyelim geçelim ve Google’a bakalım: İlk şaşkınlık, Duygu bir erkek… 1932 doğumlu, film yönetmeni, tiyatro dekoratörü, mimar. ‘Deli Mıgır’ Galatasaray Lisesindeki lakabı. Hâlâ hayatta ve umarım daha uzun yıllar yaşar. Herhalde Krepen’de tanıştılar Cansever’le. O yılların sanatçı, yazar ve şairlerinin ‘birlikte içmek’ için sık sık gittikleri Beyoğlu Balık Pazarında bir pasaj Krepen. Artık yok.
Birlikte içmek’i tırnak içinde yazmamın bir nedeni var elbette. Platon’un en çok bilinen diyaloglarından biri olan Symposion, eski Yunancada ‘birlikte içme’ anlamına gelir. Türkçeye ‘Şölen’ olarak çevrilmiştir ama bu çeviri anlamından oldukça çok şey yitirmesine neden olur.
Symposion eski Yunan kültürüne ait toplumsal bir ritüel. Yemekten sonra misafirler evin altarının etrafında toplanırlar. Sunak anlamına da gelen altar yüksek bir masadır aynı zamanda. Önce eller yıkanır ve gelenlerin üstüne çeşitli esanslar serpilir. Herkes taç takar, şarap fıçıları kurallara uygun olarak süslenir. Bu başlangıç ritüeli oradakilerin Dionysos’un kullarından olduğu anlamına gelir. Tanrı Dionysos’a bağlılığın işareti olarak kadehlere doldurulan şarabın ilk yudumu yere dökülür. Bu arada flütler Apollon’a adanmış bir şarkı üflerler. Müziğin ve sanatın Tanrısı Apollon ile şarabın Tanrısı Dionysos, ayrıca sırasıyla aklın ve coşkunun sembolleridirler.
CEZALANDIRILAN İNSAN
Görüldüğü gibi sıradan bir şölen değildir bu ve manevi bir tarafı da vardır. Konuşulacak konuların ve içmenin ayrıntılarını belirlemek belli bir kişinin görevidir. Onurlu bir erkekten, şarabın etkisiyle sahip olduğu erdemleri unutmaması ve evine dönerken birinin ona eşlik etmesine ihtiyaç duymaması beklenir.
Krepen’deki İmroz’da Edip Cansever, Turgut Uyar, Duygu Sağıroğlu ‘birlikte içerken’ ne konuştular da Cansever bu şiiri Sağıroğlu’na adadı bilmiyorum ama Platon’un Symposion’unda konu Eros’tu. Aristophanes insanların başlangıçta bir küre şeklinde ve iki başlı, dört kollu, dört bacaklı olduklarını, daha sonra Zeus tarafından ikiye bölünerek cezalandırıldıklarını bu diyalogda anlatır.
Başımıza büyük belayı, platonik aşkı Platon Sokrates’in ağzından anlatarak sarar. Sokrates de güya Erosun ne olduğunu yıllar önce Diotima adından bilge bir kadından dinlemiştir. Erotikten anlaşılması gereken, bilgiye giden yol olduğudur Diotima’ya göre. Tek olandan bütüne, tamamlanmış olana gidiş, bu yücelme hali Eros’la başlar. Güzel bir bedene duyulan ve kendiliğinden gelişen bir arzudan, bir tutkudan en yüce olana, en yüksek iyinin bilgisine ulaşılır. Diotima, dolayısıyla Sokrates, dolayısıyla Platon bedensel arzu ve tutkuların geçici bir uğrak olduğunu, platonik aşkın ulaşılmayı bekleyen Tanrıyla bir olma hali olduğunu söyler dolaylı olarak. Hristiyanlık da İslam da Platon’un Eros tanımının devamıdır bu anlamda.
O gecenin sonunda yakışıklı komutan Alkibiades oldukça sarhoş bir halde Symposion’a dahil olur. Sokrates’in anlattıklarını dinledikten sonra aşka bir övgü de o düzer. Ama Eros’a değil, Sokrates’edir bu aşk övgüsü. İkisi, büyük bir tutkuyla arzuluyorlardır birbirlerini uzun süredir. Sokrates çok çirkin olduğu söylenen yaşlı bir adamken, Alkibiades genç ve çok yakışıklı bir erkektir.
Alkibiades Sokrates’e döner ve şöyle der: “Ona herkes baktı ama içini yalnızca ben gördüm.”