Kadınlar ve 'Gerçekler': Son Düello

Orta Çağ’ın cesur şövalyeleri, destansı savaşları, kılıç dövüşleri, gri şatoları, renkli şölenleri ve tüm bunların arasında hayatta kalmaya çalışan ‘isimsiz’ kadınları… Ridley Scott’ın yeni filmi Son Düello (The Last Duel), ilk bakışta epik bir 14. yüzyıl dramasını andırsa da gerçekte 21. yüzyılın toplumsal cinsiyet dinamiklerinin ustalıklı bir sinemasal aktarımı...

Başak Bıçak

Normandiya, 1386 yılı... Bölgenin atmosferiyle uyumlu soğuk, gri bir plan… İki Fransız şövalyesinin, biraz sonra yapacakları düellonun hemen öncesinde açılan Son Düello, Jean de Carrouges (Matt Damon), Jacques Le Gris (Adam Driver) ve Leydi Marguerite de Carrouges (Jodie Comer) ile kısa süreli bir tanışıklığın ardından seyircisini bu üç karakterin kaderlerinin kesiştiği ana götürüyor. Le Gris ile Sir Jean’ın katıldığı savaşla üç perdelik hikayesini anlatmaya başlayan filmin olay örgüsünün Akira Kurosawa’nın klasik eseri Rashomon’un biçemine sırtını dayadığına şüphe yok. Ancak Son Düello’nun ara başlıklarına gizlenen sır, Ridley Scott ile senaristlerin tarafını açıkça belli ederken, filmin günümüz dünyasıyla uyumlu dokusunun, kadın-erkek ilişkileri arasındaki dengesizliklerin, erkekler arasındaki güç ve iktidar savaşlarının, insan doğasından mütevellit bakış açısı farklılıklarının da bir göstergesine dönüşüyor. Ve en önemlisi üçüncü bölümde konumlandığı yerle söz konusu duruşunu pekiştiren film, erkeklerin dünyasına acımasız -ve haklı- bir kadın bakışı fırlatıyor.

Eric Jager’in gerçek bir hikâyeye dayanan aynı adlı romanından, Nicole Holofcener, Matt Damon ve Ben Affleck’in senaryolaştırdığı Son Düello, esasen anlatısını mavi kanlı Fransız soylularının arasında yaşanan bir tecavüz vakası üzerinde temellendiriyor. Orta Çağ’da yalnızca hayatını sürdürmesi, ‘susması’ ve ‘doğurması’ beklenen kadınların yaşantılarını ve erkeklerin bu olaya yaklaşımlarını aktarma biçimiyle ise bir bakıma, alışılagelmiş şövalye romantizmini hicvediyor. Le Gris’nin tecavüzüne uğrayan Leydi Marguerite’in başına gelen korkunç olayı anlatırken her bir karakterin birbirinden tümüyle farklı bakış açılarını ve durumları/olayları algılama biçimlerini gösteren film, aslında üç ayrı bölümde benzer hikâye akışlarını yansıtıyor gibi görünse de kadraj tercihleri ve oyuncu performanslarındaki değişikliklerle bambaşka üç yaklaşım sunuyor. Nasıl ki yaşadığımız her olayın veyahut sarf edilmiş her sözcüğün farklı bir tarafı varsa, Son Düello’da geçen hadiselerin, cümlelerin, davranışların ve hatta bakışların dahi ayrı gerçeklikleri var. Ridley Scott, şövalyeler çağının sınıf ayrımı gözetmeksizin ‘aynılaştırılan’, erkeğin mülkiyetinde olduğu için kendisine tecavüz edilmiş olsa da dava konusu bile olamayan, salt erkekler arası güç savaşlarının bir piyonu haline gelen, hisleri/canı/varlığı dahi önemsiz kadınlarını hikayeleştirirken, final tercihiyle de tavrını netleştiriyor: Düelloyu kim kazanırsa kazansın, ‘gerçeğin’ bir kadının değil, yalnızca ve yalnızca ‘Tanrı’nın hakikati’ olduğu bir toplumda, çamura bulanmış kibirleriyle savaşan, gözlerini güç ve iktidarın kör ettiği erkeklerin zavallı halleri günümüzde hala susturulan, susmak zorunda kalan kadınlara da bir mesaj niteliği taşıyor aslında…

Özetle Son Düello, sinema tarihinde yüzlerce örneğini izlediğimiz bir türe ait filmi sunuş biçimiyle seyircisini yakalamayı başarıyor. Adam Driver ve Ben Affleck’in rollerinin hakkını fazlasıyla verdiği, Matt Damon’ın kariyerinin en iyi performanslarından birini sergilediği filmde, Jodie Comer ise bu üç yıldız ismin gölgesinde kalmak şöyle dursun, her birinin önüne geçecek kadar göz kamaştırıcı… Tam da böylesi güçlü bir kadın hikayesinde olması gerektiği gibi…

Puanım 8/10

Başak bıçak – basakbicak@gmail.com