Aynadaki Minotauros
Herkes etrafında Minotauroslar görüyor. Hepimiz o labirentin içindeyiz ve bizi kurtaracak kahramanı bekliyoruz. Kurban olmak ve bir şey yapamamak büyük bir çaresizlik çünkü, ama… En korkuncu aynaya bakmak ve… o aynada Minotauros’u görmek…
Alper HasanoğluUzun zamandır hayat bana mitolojik bir hikâyeyi çağrıştırıyor. Bu hikâyedeki Minotauros’u ve onun, içinde yaşayıp ölmeye mahkûm edildiği çıkışı olmayan labirenti. Günlük hayat, ilişkiler, politika, komplo teorileri, çıkılması gereken tatiller, görülmesi gereken filmler, okunması gereken kitaplar… Daha lüks bir araba, daha büyük bir ev, daha ince ve fit bir beden…
Beni temsil eden her şeyin bakanı kıskandırmasını, hayran bakışların hasetle karışık imrenmelerini arzulamak…
Kendisi gibi düşünmeyeni ötekileştirip düşman ilan edenler… Ne olduğunu öğrenmeyi bir türlü beceremediğimiz ahlâk… Kendileriyle farklı görüşte olduğu için, kalan ömrünü cezaevinde geçirmek zorunda olan bir yazara, oh olsun diyen sözde demokratlar… Sevmeyi unutmuş, konformizm peşinde koşan kadın ve erkekler… Yanı başımızdaki tüketim delisi nekrofiller… Bizi de karanlıklarına çekmeye çalışan bir kör kuyuya dönüşmüş gündelik hayat… Ruhsal tutsaklıklarımız… Herhangi bir yol gösterenin kalmadığı bir zaman diliminde ne yapacağını, nasıl yapacağını, neden yapacağını bilemeden oradan oraya savrulan, kurduğu cümlelerin anlamını bilmeyen, yalnızca ses çıkardığı için bir şey söylediğini sanan hadsizler…
Tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu Minos, Girit kralı olmak istemektedir. Amcası denizler tanrısı Poseidon’dan kendisine bu onuru vermesini ister. Poseidon bu isteğini kabul eder ve kurban etmesi için de çok güzel bir boğa gönderir Minos’a.
Minos Girit kralı olur ama boğayı çok beğendiği için onu kendine saklar ve daha değersiz bulduğu sıradan, başka bir hayvanı kurban eder. Buna çok sinirlenen Poseidon, Minos’a ceza olarak karısının bu boğaya âşık olmasını ve boğayla çiftleşmesini sağlar. Bu çiftleşmeden başı boğa, gövdesi insan, kuyruklu bir yaratık, insan yiyen ‘Minotauros’ doğar.
Doğduğu andan itibaren durmadan etrafına zarar veren Minotauros’dan kurtulmak ister Minos ama kızı Ariadne onun ölmesini istemez, üvey de olsa kardeşidir çünkü. Minos da kızını kırmaz ama Minotauros’u kontrol altına almak için labirent şeklinde, çıkışı olmayan bir hapishane yaptırır ve Minotauros’u oraya kapatır.
Minos bir savaşta yendiği Atina kralı Aigeus’u, her dokuz yılda bir yedi genç erkeği ve yedi genç kızı Minotauros’a kurban olarak göndermeye mahkûm eder. Aigeus’un oğlu akıllı ve güçlü Thesus bu duruma bir süre sonra isyan eder ve kurban gönderme törenlerinin üçüncüsünde gizlice gençlerin arasına karışır. Labirentte girdiği mücadelede Minotauros’u öldürmeyi başarır. Çıkılması olanaksız labirentten kurtulmasına da kendisine âşık olan Minos’un kızı Ariadne yardım eder.
Hayat içinden çıkılmaz bir labirent kadar boğucu. Ve hayat labirentinin karanlığında Minotauros’a kurban olarak sunulmuş bizler, bir koridordan ötekine çaresizce savruluyoruz… Birbirinden farklı olmayan ve önünde sonunda Minotauros’a yem olacağımız labirentin her koridorunda bir kere daha umutlanarak…
İsviçreli yazar Friedrich Dürrenmatt’ın bir kitabına kahraman olmuştur Minotauros. Dürrenmatt, çağımız insanının oryantasyonunu kaybettiğini ve çılgınca kendi hapishanesinden kurtulmaya çalışan Minotauros’a dönüştüğünü söyler. Dürrenmatt toplumsal güç odaklarının insanı, insan yiyen bir canavar haline getirdiğini düşünür. Kendi kendinin katilidir çağımız insanı…
Bu mitolojik hikâye Pablo Picasso’yu da etkilemiştir ve bir seri resim yapmıştır büyük ressam. Bu resimlerden birinde küçük bir kız kör Minotauros’un elinden tutar ve labirentten çıkarır. “Masumiyet,” demek ister gibidir Picasso, “bizi kendi labirentimizden kurtaracak güç, masumiyet ve saflıktır.” Labirentin artık bir dışı var mı diye de sorulabilir, hayatın kendisi bir labirente dönüşmüşse eğer. Borges’in labirenti çöldür, Nietzsche, “ben senin labirentinim!” diye haykırır bir şiirinde.
Bir sorun etrafınızdakilere, herkes kendini kurban gibi hissediyor. Dünya Minotauroslarla dolu ve bizler çaresiz kurbanlarız. İşyerinde haksızlığa uğruyoruz ama çıkış yok, çünkü ödenmesi gereken ev taksiti var. Labirentin koridorlarında Minotauros’a yakalanmadan ne kadar dayanabiliriz?
Kendi hayatımızı yaşamak istiyoruz, kimseye zarar vermeden ama anlaşılan bundan rahatsız olanlar var. Elimiz kolumuz bağlandı, direnecek gücümüz, kaçacak bir yerimiz yok. Minotauros iş başında ve biz savaşacak mecali olmayan kurbanlar gibiyiz.
Herkes etrafında Minotauroslar görüyor. Hepimiz o labirentin içindeyiz ve bizi kurtaracak kahramanı bekliyoruz. Kurban olmak ve bir şey yapamamak büyük bir çaresizlik çünkü, ama…
En korkuncu aynaya bakmak ve… o aynada Minotauros’u görmek…