Uzaylılara ait sinyaller bulduğumuzu nasıl anlayabiliriz?

Harvard’dan astrofizikçi Avi Leob, geçenlerde (CNEOS 2014-01-08 veya IM1 isimli) özel bir meteorun uzaylılara ait olabileceğini öne sürdüğünde manşetlere çıktı.

cumhuriyet.com.tr

2014 yılında bir gök taşı Dünya’nın atmosferine girerek Pasifik ada ülkesi Papua Yeni Gine yakınlarında yere ulaşmadan parçalara ayrılmış, parçaları ise muhtemelen deniz yatağına dağılmıştı. Atmosferde yanan ve geriye ufak izler bırakan gök taşları olağan dışı şeyler değil. NASA, uzaydan her gün Dünya’ya 50 ton kaya düştüğünü  tahmin ediyor. Fakat Harvard’da çalışan astrofizikçi Avi Leob, geçenlerde (CNEOS 2014-01-08 veya IM1 isimli) özel bir meteorun uzaylılara ait olabileceğini öne sürdüğünde manşetlere çıktı.

GÖK TAŞI HAKKINDA HALEN KUŞKULAR VAR

Populer Science Türkçe'de yer alan detaylarda, astrofizik alanlarındaki pek çok meslektaşı ve Dünya Dışı Yaşam Arayışı (SETI) organizasyonu da Loeb’in iddialarına oldukça şüpheli yaklaştığı aktarılıyor. CNEOS 2014-01-08 isimli bu gök taşının gerçek anlamda yıldızlararası bir nesne olduğundan da kuşkuları var. Ancak Loeb’in iddiası ve buna cevaben gelen eleştiriler, önemli soru işaretleri doğuruyor:

Veriler genelde çok ufak veya uzak ya da belirsizken, uzaydaki yaşamın kanıtını bulup bulmadığınıza nasıl karar verirsiniz? Ayrıca bulgularınızı nasıl paylaşırsınız?

Penn Eyalet üniversitesinde çalışan gökbilim profesörü Jason Wright, “Bu büyük bir sorun” diyor. “SETI’de bunları tespit sonrası protokoller şeklinde adlandırıyoruz.”

ABD’den Carl Sagan ve Frank Drake ile Sovyetler’den Nicolai Kardaşev ve Iosif Şklovski’nin de aralarında bulunduğu, 1960’lar ile 70’lerde SETI’de çalışan bilim insanları, dünya dışı kaynaktan gelen olası radyo sinyallerini nasıl değerlendirebileceklerine yönelik bir dizi protokol belirlediler.

İlk adım, iddiaların ufak bir grup içerisinde tutulması. “Bir şey bulduğunuzu düşündüğünüzde, onu halka açıklamadan yalnızca diğer bilim insanlarıyla paylaşabilmeniz gerekiyor” diyen Wright, bunun gününümüzde “kulağa inanılmaz derecede naif” gelebileceğini fakat internet öncesi dönem için mantıklı olduğunu belirtiyor.

Sinyali analiz ettikten ve Dünya’dan çıkan radyo sinyallerini uzaylı zannetmediklerinden emin olduktan sonra, “İşte o zaman büyük bir duyuru yaparsınız; BM’ye gider, devletlere gidersiniz.”

Wright, Soğuk Savaş dönemindeki SETI’nin tespit sonrası protokollerinde, daha belirsiz sinyallerin veya bulguların öngörülmemiş olduğunu söylüyor. Ancak bunlar, NASA’nın Mars’a gönderdiği Viking görevleri sırasında uzay aracında yürütülen birtakım deneylerle 1970’lerin başları kadar erken bir zamanda ortaya çıkmaya başlamış.

Kızıl Gezegen’deki organik bileşenlerin ve uzaydaki olası yaşamın mevcudiyetini tespit amacı taşıyan bu testlerde, belirsiz ve çelişkili sonuçlar elde edildi. Viking 1 uzay aracında gerçekleştirilen bir biyoloji deneyinde, organik bileşenlerin varlığına dönük bir olumlu, bir olumsuz ve bir belirsiz sonuç alındı. Deneyde çalışan ve 2021’de ölen baş bilim insanı Gilbert Levin, 2012 kadar yakın bir zamanda, aslında deneyde Mars’ta yaşam işaretlerinin bulunduğunu iddia etmişti.

Ardından ise 1996 yılında bilim insanlarından oluşan ve NASA Johnson Uzay Merkezinde çalışan David McKay’ın öncülük ettiği bir araştırma takımı, Alan Hills 84001 şeklinde bilinen Mars kökenli bir gök taşını incelemeye başlamış. Takımın üyeleri, bu uzay kayasında fosilleşmiş bir Mars yaşamının kanıtını keşfettiklerine o kadar ikna olmuş ki, Başkan Bill Clinton’a ulaşmışlar. Clinton da ulusa sesleniş konuşmasında “bulguların yaşam olasılığını gösterdiğini” ifade etmiş.

Bilim camiası sonraları McKay ve takımının hatalı olduğunu düşünse de, Arizona Eyalet Üniversitesinde çalışan astrofizikçi Steven Desch, “Net biçimde bir şey bulduklarına inansalar bile, konu hakkında yayımladıkları ilk makalede makul derecede sağduyulu olduklarını” aktarıyor.

1996 yılındaki bu duyurudan beri bilim insanları, uzaydaki yaşam işaretlerine yönelik farklı seviyelerdeki bulguları farklı koşullar altında nasıl değerlendireceklerine çok daha fazla kafa yordu. Avrupa Uzay Ajansının 2028 yılında Kızıl Gezegen’e fırlatılması beklenen yer keşif aracı, ExoMars görevi Rosalind Franklin’de, karmaşık bir “biyolojik imza puanı” formülü kullanılacak ve deneylerde bulunacak uzaylılara ait işaretlerin güvenilirliği sıralanacak.

Wright, uzaydaki olası yaşam kanıtlarının bu şekilde değerlendirilmesi için verilerdeki karıştırıcı değişkenlerin hangileri olduğunu anlamanın büyük önem taşıdığını belirtiyor. Diğer bir ifadeyle; aradığınız şeyin o olduğunu zannetmenize sebep olabilecek ne tür şeyler tespit edebilirsiniz?

Uzaylı telekomünikasyonunun işaretlerini arayan gökbilimciler söz konusu olduğunda, uzaylılara ait radyo sinyallerini dinlemek istiyorsanız, Dünya’dan gelen radyasyon sinyallerini elemeniz gerekir. “Bugünlerde bir SETI araması yaptıklarında; milyonlarca, milyonlarca ve milyonlarca şey tespit ediliyor ve bunların hepsi karasal vericilerden geliyor” diyor Wright. “Bu sinyalleri eleyip onlardan kurtulmak son derece zorlu bir iş. Herkesin aynı anda konuştuğu kalabalık bir odada durup, tek bir kişinin sesini duymaya çalışmak gibi.”

Teknolojik kökenli işaretler veya gök taşlarındaki fosilleşmiş yaşam işaretlerinde karıştırıcı değişkenler, söz konusu cisimleri uzaydaki yaşama hitap etmeden oluşturabilecek süreçler. Nihayetinde çoğu bilim insanı Alan Hills 84001’de mikrobiyal yaşam fosili gibi görünen şeyin, başka kimyasal veya jeolojik süreçlerle oluşmuş olabileceğine karar vermiş.

Loeb ve araştırma takımı Papu Yeni Gine açıklarında manyetik bir kızak kullanarak, uzay kayasının beklenen yörüngesi boyunca deniz yatağını sürükledi. Buradan ufak metal küreler topladılar. (Ada ülkesindeki yetkililer, malzemelerin kanunsuz şekilde alınmış olabileceğini ileri sürüyor.) Gökbilimci, blogunda yayımladığı yazısında araştırma takımının demir, titanyum ve magnezyumdan oluşan, “bilinen insan yapımı alaşımlara veya tanıdık asteroitlere benzemeyen” bir alaşımdan meydana gelen olağandışı nitelikte manyetik malzemeler çıkardığını söylüyor. Asteroidin uzaylı teknolojisiyle üretilmiş olup olmadığını sordu.

Fakat SETI uzmanları Wright’ın, bu küçük kürelerin okyanus tabanında ufak metalik parçalar meydana getiren diğer pek çok kaynaktan çıkmadığını da doğrulaması gerekeceğini söylüyor.

Deniz tabanının sıradan gök taşlarına ait ufak parçalarla dolu olduğunu belirten Desch, “Bunları Dünya’ya çarpan [yıldızlararası olmayan] asteroid maddelerinden çıkmış küçük küreler de dahil daha sıradan olasılıklar ile karşılaştırmak zorundasınız” diyor. Ardından ise volkanik kül ve yapay kürecikler var; “Kömür santrallerinden çıkan şeyler de deniz tabanına yerleşiyor.”

Ayrıca olası bir yaşam işaretini daha sıradan alternatifler ile karşılaştırırken, bilimdeki en zaruri karşılaştırma şeklini uygulamak da önemli; yani kontrol numunesini. Örneğin NASA’nın 2021 yılında Mars’a inen Perseverance yer keşif aracı, 2030’ların başlarında Dünya’ya getirilecek kaya ve toprak örnekleri topluyor.

Herhangi bir yaşam işaretinin aslında Mars’a Dünya’dan götürülen bir kirletici olmadığını anlamak için araç, teoride numuneleri kirletebilecek Dünya kaynaklı maddeler içeren beş “şahit tüp” taşıyor. Şahit tüplerin Mars’ta kısa süreliğine açılması, bilim insanlarına Mars’taki bir numunenin karasal kaynaklı kirlenmeyle nasıl görüneceğine dair bir kalıp sunacak.

Desch’e göre deniz tabanını trol ağıyla yıldızlararası gök taşlarına ait işaretler için ararken uygulamak çok daha kolay. “100 kilometre öteye gidip oradan eşya toplayın ve farklı olup olmadıklarına bakın” diyor. “Aynı karışımı her yerde bulursanız, bu uzaylılara ait olan değil; doğal bir şeydir.”

Loeb, araştırma takımının buldukları kürelerin aslında bu gök taşından olduğuna, başka kaynaklardan olmadığına inandığını söylüyor. Popular Science’a yazdığı bir epostada şöyle aktarıyor: “Ufak kürelerin bileşiminin yanısıra gök taşının güzergâhı, volkanik küllerinkinden farklı. Kontrol numunelerimiz, gök taşının güzergâhından onlarca kilometre uzaktan alındı ve gök taşının güzergâhındaki küreciklerden 10 kat daha düşük miktarda oldukları ortaya çıkarıldı.”

Loeb, Harvard Üniversitesi Gözlemevinde duran bu malzemeler üzerinde daha fazla laboratuvar analizi yürütmeyi planlıyor. Tarihi rehber alacak olursak, uzaydaki olası yaşamın belirsiz işaretlerinin doğrulanması şimdiye kadar büyük ve tamamlanmamış bir görev olduğundan, bu analizin son derece sıkı olması gerecek.

Ancak bu durum, dünya dışı yaşamın varlığına kesin olarak işaret eden hiçbir koşul olmadığı anlamına gelmiyor. Eğer uzayda gezen zeki uzaylılar gerçekten Dünya’yı ziyaret edebilecek kabiliyettelerse, elbette 1950’lerdeki bir bilimkurgu klişesini yerine getirebilir ve Beyaz Saray’a inip başkan ile konuşmak isteyebilirler.

“Bir diğer örnek ise yıldızlararası bir gök taşının kalıntısı olan teknolojik bir alet bulunması” diye yazıyor Leob. “Böyle bir cismin tanıdık gelmeyen bileşenleri olabilir ve üzerinde ‘Ötegezegen malı’ yazmayabilir.”

Ancak Wright’e göre doğal araçlarla üretilemeyecek bir radyo sinyalinin tespit edilmesi, daha ikna edici olabilir. “Dar bant radyo sinyalleri sadece teknolojiyle üretilebilir” diyor Wright ve dar bir frekans aralığına kodlanıp, bant genişliğini etkili şekilde kullanarak veri ileten radyo sinyallerinden bahsediyor. “Teknoloji ve uzay kaynaklı olduğundan, yerel olmadığı için bize ait olmadığından emin oldukları bir sürü senaryo” canlandırıyor. SETI Enstitüsünün ABD’nin Kaliforniya eyaletinde birkaç çanaktan oluşan Allen Teleskop Dizisi, böyle bir sinyali tespit etmek için tasarlanmış.

Fakat uzaylı bir radyo vericisinin tespit edilmesi bile tamamıyla yeni bir analiz seviyesi gerektirebilir. Çünkü sinyali almanız sinyalin sizin için olduğu, onun şifresini çözetebileceğiniz veya konuşmaya çalıştığınızda göndericinin yanıt vereceği anlamına gelmez. Wright şöyle söylüyor: “‘Tamam, bu yıldızdan radyo sinyali yayılıyor’ diyoruz. Bazen onları görüyor, bazen görmüyorsunuz. Kesinlikle teknolojikler. Evet, radyo vericileri var. Tüm bildiğimiz bu.”