AKP 12 Eylül'ü sorgulayamaz/ 2
Atatürk yılı kapsamında çeşitli etkinlikler düzenlendiyse de gerçekte Aziz Nesin'in deyimiyle "Atatürk diye diye, Atatürk Devrimlerinin ve kurumlarının özü, içi boşaltıldı ve kabuğu bırakıldı."
Dilekçe hakkını kullanarak demokrasi istemlerini dile getiren Aydınlar Dilekçesi olarak bilinen dilekçenin kendisine bırakılması üzerine Evren, imza sahiplerini “vatan haini” olarak nitelemişti. Başta Aziz Nesin, Prof. Fehmi Yavuz olmak üzere Prof. Hüsnü Göksel, Uğur Mumcu, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Tahsin Saraç’ın hazırladıkları bu dilekçeyi bini aşkın öğretim üyesi, gazeteci, yazar, yazın, tiyatro, sinema sanatçısı imzalamıştı. Bu dilekçeyi götürenleri kabul etmemiş olan Evren yayın yasağı koydurmuştu (dilekçe metni yalnızca Cumhuriyet’te yayımlanmıştı). Ayrıca basın yoluyla suç duyurusu yapması üzerine Mamak’taki askeri sıkıyönetim savcılığı sorgulama başlatmış ve dava açmıştı. Sıkıyönetim mahkemesi yargıcı davada sanıkları dinledikten sonra “dilekçeyi imzalayanların dilekçe haklarını kullandıkları” gerekçesiyle aydınları aklamıştı. Savcılık kararı temyiz etmemişti.
Atatürk yılı kapsamında çeşitli etkinlikler düzenlendiyse de gerçekte Aziz Nesin’in deyimiyle “Atatürk diye diye, Atatürk Devrimlerinin ve kurumlarının özü, içi boşaltıldı ve kabuğu bırakıldı.”
24 Ocak kararlarını uygulayarak ulus-üstü sermayenin isterlerine, dayatmalarına göre bir ekonomi politikası güdülmüş, başbakan yardımcılığına getirilen Özal bu politikanın uygulayıcısı olmuştur.
Örgütsüzleştirme
Dernek kurma, sendikal haklar kısıtlanmış, toplantı ve gösteri hakları yaz-çizciliğe boğularak uygulanamaz duruma getirilmiştir. İnsan Hakları Derneği’nin, Dil Derneği’nin, Eğitimciler Derneği’nin kurulması, hep kurulması yasak dernekler kümesine sokularak, etkinlikleri durdurulmuş, savcılığa valiliklerce suç duyurusunda bulunulmuştur. Bu dernekler, ancak yargı kararı ile kurulabilmiştir.
Eğitim ve kültür etkinlikleri yapmak üzere kurmak istediğimiz Ekin AŞ’ye, Tercüman gazetesinin “Solcular şirket kuruyor” başlıklı haberi üzerine Ticaret Bakanlığı “Sosyal amaçla ticari ortaklık kurulmaz” gibi bir sudan gerekçe ile şirketimize izin vermemiştir. Sonradan satın aldığımız Bilar ile girişilen kültür ve sanat etkinlikleri önce yasaklanarak, salon sahipleriyle birlikte yöneticiler Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırı hareketleri nedeniyle devlet güvenlik mahkemesinde yargılandık. Bu mahkeme görevsizlik kararı verince, dava Ankara’daki 10. Asliye Ceza Mahkemesi’ne devredilmişti. Suçun oluşmadığı sonucuna varan yargıç bizi aklamıştı.
Bir avuç aydın olarak Demokrasi ve Anayasa Kurultaylarını toplayabilmek için polise verdiğimiz belgeler arasında bir de “medeni haklarımı kullanma ehliyetini taşıyorum” diye bizden “aklım başında kâğıdı” da aldılar.
Eğitim Dinselleştirildi
Eğitim dizgesi dinsel eğitim ağırlıklı ve çağcıl öğelerden yoksun bir duruma getirildi. İmam hatipler yaygınlaştırıldı. Meslek okulu olmasına karşın üniversiteye girişte genel liseye denk duruma getirildi. Yetişen kuşaklar; ülke ve dünya gerçeklerinden uzak, suya sabuna dokunmayan, sorgulamayan, yalnızca gelecekte kolay ve çok para kazanmayı düşleyen bireyler olarak yetiştirilmektedir.
28 Şubat 1997’de, ilköğretim 8 yıla çıkarıldığında Refah Partisi’nin arka bahçesi kurutulmak istendiyse de sonradan gelen hükümetlerce bu kurumlardaki okul içi ve okul dışı din eğitiminde tutulan yol, daha çok belli bir mezhebin öğretisi ve uygulaması niteliğini almıştır.
Türban, annelerimizin başörtüsü niteliğinden çıkarılmış bir siyasal simgeye dönüştürülmesi sürdürülmüştür. Ulusal ve uluslararası yüksek yargı organlarının kararlarına karşın AKP hükümeti bu kararları, ulemaya sorulması gerekçesiyle kınamış, Danıştay’da ilgili daire başkanının ölümüyle, kimi üyelerin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırı hafife alınmıştır.
Bir papazın öldürülmesi, Hrant Dink’in cinayete kurban gitmesi gerçekte dinci kesimin eylemi gibi gözükse de Yahudi Sinagogu’na ve HSBC Bankası’na, İngiliz Başkonsolosluğu’na kanlı saldırılarla birlikte değerlendirildiğinde güvenlik güçlerinin zayıflığı, polis örgütünün 12 Eylül’den sonra mollalarla doldurulmasının bir sonucudur.
Anayasa Taslağı
Bugün AKP iktidarının bir akademisyen grubuna ısmarladığı anayasa taslağı, büyük bir gizlilikle kamuoyundan kaçırılmıştır. Aşama aşama basına sızdırılmıştı. Sonrada gündemden çıkarılmıştı. Meclis’teki çoğunluğuna güvenerek yeniden gündeme getirilmeye çalışılıyor. Anayasanın, bir devrimden sonra ya da seçimle oluşturulan bir kurucu meclisçe yapılması gerekir. Seçim bildirge ve hükümet izlencesinde her kesimin katılımıyla uzlaşma ortamında hazırlanması vaat edilmişken bu gizliliğin nedenini açıklamak olanaksızdır. Ama bu tür gizemlilik; cumhurbaşkanı adayının en son gün açıklanması ve benzeri tutumuyla, bir gecede Meclis’ten geçirilen paket yasa değişikliklerinde olduğu gibi AKP’nin değişmez yaklaşımı durumundadır. 12 Eylül Anayasası, oluşturulan sivil ağırlıklı bir Meclisçe hazırlanmış, beş generalden oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nce benimsendikten sonra halkoyuna sunulmuştu. Bu anayasa tasarısının oylanmasını etkileyecek kimi kısıtlamalar getirilmiş, fakat meslek odaları ile kimi üniversitelerde (örneğin AÜ SBF’de) düzenlenen toplantılarda tasarı eleştirilmişti. Bu eleştirileri yöneten öğretim üyelerinin çoğu sonradan 1402’lik edileceklerdi. Halkoylaması; sonucu olumsuz çıkarsa askeri yönetimin süreceği anlamına geleceği yolunda Evren’in bir tür “tehdit edici” sözleri karşısında yüzde 91 gibi büyük bir çoğunlukça onaylanmıştı.
‘12 Eylül’ü yapanları yargılayalım!’
12 Eylül’ü yapanları yargılayalım diyenler ortamı elverişli bulmuşlardır. Ama biz, demokratik kitle yöneticileri olarak, 1980’li yılların ortalarında bu savı ileri sürmüştük. Ayrıca, geçici 15. maddenin kaldırılması önerimizi hükümetlere iletmiştik. 1982 Anayasası, olumsuz hükümleri yanında elbette kimi olumlu düzenlemeler de getiriyordu. Fakat kentleş-me, konut ve çevre konularında kimi gedikler de taşıyordu. 3194 Sayılı İmar Yasası’nın, ilgili bakanlığın denetim ve onay yetkisini kaldırarak belediye mec-lislerine devretmesi, planların üst planlar açısından, yöntem açısından incelenmesi konusunda özeksel yönetimin hiçbir yetkisinin bırakılmaması, bugün kentsel rantların egemen olduğu, talan ya da yağma ekonomisi kentlerimizin bugünkü çirkin, kâr paylaşımına dayalı “kâr kent” (protofitopolis) durumuna düşmesi, ülke ekonomisinin küreselleşmenin isterlerine göre yönetilmesinde etkisi büyüktür. İmar yolsuzluklarının bu denli göklere yükselmesinin; kuşkusuz denetimsiz ve politikasız bir yerleşme, kent-leşme, arsa ve endüstrileşme süreciyle koşut gittiği bir gerçektir.
1982 Anayasası, çevre hakkı ve kıyılar ile ilgili maddeleri bir yana bırakılırsa kanımca belli başlı şu olumsuzlukları getirmekteydi:
■ Başta örgütlenme, toplanma, yayın vb. temel özgürlüklerle ilgili sınırlamalar koyuyor.
■ Doğal kaynakların, özellikle ormanların korunması ya da özel kesimce işletilmesine, kaçak yapılaşmalara (2B’de olduğu gibi) yeşil ışık yakıyor.
■ Doğal kaynakların korunmasında özelleştirmelere izin vermesi; yabancılara taşınmaz satışlarının özendirilmesi; özellikle maden, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı; akarsuların metalaştırılması sonucunu doğuracak biçimde özelleştirilmek istenmesi vb düzenleme ve uygulamalara olanak sağlıyor.
■ Kentleşme, yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin etkin politikalar güdülmesi için köklü düzenlemeler getirmiyor.
■ Toplu konut girişimlerinin devletçe desteklenmesi öngörülürken, bu politikaların 1961 Anayasası’ndaki yoksullara öncelik verilmesi hükmüne yer verilmiyor, ayrıca kooperatiflere her türlü desteğin verilmesine ilişkin bir düzenleme getirmiyor.
■ Sonradan yapılan bir değişiklikle kaldırılmış olan, dernekler, sendikalar ve kooperatiflere yönelik siyaset yasakları koymuştu.
■ Meslek odalarına getirilen kayıtları anımsarsak, bu odaların kamuoyunu aydınlatma işlevini siyaset yapma olarak algılayan bir anlayışa yol açıyordu.
■ Yukarıda da belirttiğim gibi, din dersi zorunlu duruma getirilmiştir.
■ Devlet üniversiteleri yanında vakıfların, gerçekte holdinglerin kurduğu özel üniversitelere izin veriyor.
■ Eğitimin ve sağlığın bir kamu görevi olmaktan çıkarılmasına, piyasada bir meta durumuna getirilmesine olanak sağlıyor.
Görüldüğü gibi 12 Eylül yönetimi, yasal düzenlemeleri ve uygulamalarıyla Türkiye’ye sımsıkı bir elbise giydirmiş, anayasanın geçici 15. maddesiyle kendilerini ve yönetici kadrolarını dokunulmazlık zırhı ile korumaya almış, bu dönemdeki yasal düzenleme ve kararlara karşı yargı yoluna gidilmesini yasaklamıştır.
Yeni renksiz, sivil bir anayasa yapılmak isteniyor. Oysa yürürlükteki anayasanın çağa uygun düşmeyen maddelerini değiştirmekle yetinilmelidir. 1961 Anayasası temel alınmalıdır. Basına sızan haberlere bakılırsa, köprü başlarını tutan AKP devleri ve Meclis çoğunluğunun; rejimi değiştirme yoluna girerek, Cumhuriyetin temellerini İslama oturtmak, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti’ni İslam devletine dönüştürmek, laikliği cemaatlere ve tarikatlara serbestlik tanıyan bir yaşam biçimi olarak yeniden tanımlama istek ve eğiliminde oldukları anlaşılıyor.
Kanımca, yeni anayasa yapmak yerine, özgürlükçü, toplumsal içerikli 196l Anayasası’nı yeniden yürürlüğe koymaktır! Sivilleşme ve renksizleştirme deyimleriyle, anayasayı Kemalist ideolojiden arındırarak İslam ideolojisini egemen kılmayı, öne geçirmeyi kastediyorlar. Sezer’in tekil, tekçi (üniter) ulus devletinden birlik (federatif, eyalet) dizgesine geçişe yol açacağı ve benzeri gerekçelerle geri çevirdiği, geçen yasama döneminde kadük olmuş olan Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri yasa tasarısı yeniden Meclis gündemine getirilmek isteniyor.
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- 6 asker şehit olmuştu
- Naci Görür'den korkutan uyarı