Mollaların Gölgesinde/ 11
Dış güçlerce Musaddık’ı devirmek için kullanılan General Zahidi, borcunu ödemek amacıyla İngilizlerle olan petrol anlaşmazlığının çözümü için ABD’nin aracı olmasını istedi. Bu görev ABD için dünyanın ikinci büyük petrol ihraç eden ülkesi İran’ın petrolüne ortak olmasını sağlayacak bir fırsattı. Amerika’nın aracılığı ile İran petrolleri yeniden paylaştırıldı.
Musaddık’a karşı ABD-İngiltere ve onların yerel işbirlikçileri eliyle yapılan darbe, özelde İran’ın genelde ise Ortadoğu’nun kaderini belirledi. İngilizlerin “Çizme Operasyonu”, CIA’nın “Ajax operasyonu” adını verdiği darbe, İran’da otuz yıl sonra gerçekleşecek “İslam Devrimi”nin yolunu açan bir dönüm noktası oldu.
Gerçek bir yurtsever olan Musaddık’ın dürüstlüğü kadar saflığının ve stratejik hatalarının da kurbanı olduğunu söylemek mümkün. Zira, dış dünyada İran petrolünü millileştirmesi nedeniyle İngiltere’nin ve onun yeni müttefiki ABD’nin düşmanlığını kazanan Musaddık, ülke içinde de toprak reformu tasarısıyla ağaların, ayan meclisini ve senatoyu kapatmasıyla yerel kabileler ile kent aristokratlarının şimşeklerini üzerine çekmişti. Laik düşünceleri nedeniyle Kaşani, Hacı Ağa Nurullah İsfahani, Seyit Hasan Müderris, Şeyhülislam Meleyari ve Şeyh Nasır Resuli dışında mollaların da desteğinden yoksun olan Musaddık ve Milli Cephe koalisyonu, Savaş Bakanlığı’nı Savunma Bakanlığı’na dönüştürüp kendisine bağlarken bazı subayları tasfiye etmesi nedeniyle ordu içindeki bir grubun da hedefi olmuştu. Kısacası Musaddık, dört cephede birden savaşmanın kendisine nelere mal olacağını hesaplayamadı. Musaddık, güya Şah’a karşı kendisini destekleme amacıyla sokağa dökülen halkın, CIA ajanları ve onların satın aldığı yerli işbirlikçiler tarafından kışkırtıldığını göremedi. Kendisine gösterilere karşı güvenlik güçlerini devreye sokması yolundaki önerileri, “Halkın toplanma ve gösteri özgürlüğünü kısıtlayamam” diyerek geri çevirdi ve CIA’ya istemeden yardımcı oldu. Sonuç itibarıyla, Musaddık ülkesinin çıkarları için mücadele etti ve bugün ABD Devlet Başkanı Obama’nın mahcubiyetle kabul ettiği bir ABD darbesiyle yıkıldı. Ama İngiltere ve ABD’nin kuklası olan hükümetin kurdurduğu utanç mahkemesinde eğilmedi, bükülmedi, ona güvenen halkının yüzünü yere getirmedi.
Darbeyi dış güçlerce Musaddık’ı devirmek için kullanılan General Zahidi, borcunu ödemek amacıyla İngilizlerle olan petrol anlaşmazlığının çözümü için ABD’nin aracı olmasını istedi. Bu görev ABD için dünyanın ikinci büyük petrol ihraç eden ülkesi İran’ın petrolüne ortak olmasını sağlayacak bir fırsattı. Amerika’nın aracılığı ile İran petrolleri yeniden paylaştırıldı. 5 Ağustos 1954’te yapılan bir anlaşma ile İran petrolleri, yüzde 40’ı İngiliz Anglo-İran Oil Company, yüzde 16’sı Hollandalı Royal Ducth Shell şirketi, yüzde 6’sı Fransız Petrol Şirketi ve geriye kalan oranın her biri yüzde 8’er hisseye sahip olacak 5 Amerikan şirketinin ortak olduğu bir konsorsiyum tarafından işletilecekti.
Şah Muhammed Rıza Pehlevi, Ağustos 1953’te tekrar eski tahtına oturtuldu. Darbeyle Musaddık’ın lideri olduğu laik Milli Cephe ile sosyalist Tudeh partisini çökertti. Liderleri tutuklandı, örgütleri dağıtıldı ve bir süre sonra yeniden toparlanmaya çalışsalar da bir daha eski güçlerine kavuşamadılar.
İran sokaklarının hâkimi durumundaki Tudeh partisi, zamanla adı şiddetle birlikte anılan marjinal bir partiye dönüştü. Artık kitleleri peşinden sürükleme ve toplumsal muhalefeti örgütleme görevini mollalar üstlenecekti.
Şah’ın ‘Beyaz Devrim’i
ABD ve İngiltere’nin lütfuyla koltuğuna yeniden oturan Muhammed Rıza Pehlevi, artık ezeli muhalifleri, milliyetçilerden ve sosyalistlerden kurtulmuştu. Bu iki grubun bellerini kısa sürede doğrultmasını beklemiyordu. Geriye bir tek siyasi iktidarı gayrimeşru sayan radikal mollalar kalmıştı. Onlara babasından miras kalan muameleyi yapacaktı.
Şah, İran’a yeniden döndüğünde ilk icraatı muhalefetin üzerine gitmek oldu. Milli Cephe üyeleri, sempatizanları, Musaddık’ı destekleyen gazeteci ve yazarlar mahkûm edildi. Sonra bunlardan bazıları esrarengiz bir şekilde ölü bulundu. İktidarını daha da sağlamlaştırmak için CIA ve MOSSAD’ın yardımıyla 1956’da Gizli Polis Örgütü SAVAK’ı kurdu. Babası Rıza Şah gibi devlet istihbaratını dış düşmanları izlemek yerine kendi halkını izlemekle görevlendirdi.
Ulema reforma karşı
Şah’ın komünizmle mücadele adına yürüttüğü muhalefeti sindirme harekâtı ABD tarafından da destekleniyordu. Yokluk içinde yaşayan halkın öfkesinin en ufak kıvılcımla nasıl alev topuna döndüğünü gören ABD, Şah’a toprak reformu ile seçim yasasını kadınlar ve azınlıklar lehine düzenlemesi için baskı yaptı. 1961 yılında toprak reformu ve kadınlarla azınlıklara seçmen olma, kadınlara yargıda önce avukat sonra da hâkim olma hakkı veren bir reform paketi hazırlığına girişti. Başta Ayetullah Burucerdi olmak üzere ulemanın büyük bir kısmı toprak reformunun mülkiyeti kutsal sayan İslami hükümlere aykırı olduğunu öne sürerek karşı çıktılar. Büyük toprak sahibi feodal beylerle arası her zaman iyi olan ve onların zekâtlarından nasiplenen ulema içerisinde en sert tepki gösterenlerden biri de Ruhullah Humeyni’ydi. O, direkt toprak reformu konusuna değinmese de Müslüman olmayanların ve kadınların oy kullanmasının dinen caiz olmadığını ve İslama karşı bir saldırı olduğunu açıkladı.
Toprak ağaları ve ulemanın tepkisiyle Şah, reform hazırlıklarını dondurdu. Ancak kısa bir süreliğine. Çünkü Şah, milliyetçi ve sosyalistlerden sonra kendisi için büyük tehlike gördüğü ulemayla hesaplaşmayı ve onları da bertaraf etmeyi kafasına koymuştu. Aynı tasarıyı 1963 yılında bir daha gündeme getirdi. “Ak Devrim” adını verdiği 6 maddelik reform paketini halkoyuna sundu. Halkın yüzde 98 oyuyla paket yürürlüğe girdi. Aslında Şah’ın “Yukarıdan aşağıya devrim” olarak sunduğu bu düzenlemeler bir illüzyondan ibaretti. Halkın ihtiyacı olan reformlar yapmak yerine bir eliyle verdiğini öbür eliyle geri alan, gelir dağılımındaki uçurumu daha da büyüten, ülke kaynaklarını bir avuç tüccar ve kapitalistin daha da güçlenmesi için kullanan Şah, halkın gözünü boyamak, sosyal devletin zaten yerine getirmekle yükümlü olduğu bazı göstermelik hizmetleri yapmakla yetindi.
Göstermelik toprak reformu
Şah’ın toprak reformu görünüşte topraksız köylünün yararına bir işmiş gibi görünmesine karşın, aslında toprak ağalarının ellerindeki arazinin devlet tarafından satın alınmasından ve köyde verim alamadığı toprakları ile daha çok kâr edebilecekleri devlet kurumlarının hisselerinin değiştirilmesinden ibaretti. Ayrıca programın toprak reformu ile ilgili bölümünde bazı hükümler arazisini elinde tutmak isteyen toprak sahipleri için kaçış yolları bırakılmıştı. Köyde geniş arazileri bulunanlar isterlerse topraklarını yakın akrabalarının üzerine geçirebilecek ya da kendilerine meyve bahçeleri, ormanlık arazi, fidanlık, teknik tarım alanları olarak kullanabileceklerdi. Dini vakıflara ait topraklara ise hiç dokunulmayacaktı. Reformun tek olumlu tarafı artık ayan sınıfı ve feodal beylerin tarihe karışmış olmasıydı.
Humeyni sahneye çıkıyor
Toprak reformunun gelir dağılımına etkisi olmadığı gibi eski feodal beylerin kentte ekonomik açıdan daha da güçlenmesi sağlandı. Petrol gelirleri artmasına ve ekonominin canlanmasına karşın gelir dağılımındaki uçurum giderek açılıyor, başta petrol rafinerileri olmak üzere sanayi kuruluşlarında çalışan işçilerin gelirlerinde olumlu bir değişim olmuyordu. Emek kesiminin giderek yoksullaşmasına siyasi baskılar ve Şah’ın militarist diktatörlüğünün antidemok- ratik uygulamaları da eklenince bu kesimden tepkiler yükselmeye başladı. Önce sanayi işçileri birbiri ardınca greve çıktılar, bu tepkileri üniversite öğrencilerinin eylemleri izledi. Şah’ın “Kızıl Devrim”e karşı gerçekleştirdiği “Ak Devrim” pek bir işe yaramamıştı.
Ulema cihat bayrağını açıyor
Bu arada devletle uzlaşan ve ulema sınıfını siyasetten mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışan Ayettulah Burucerdi’nin ölümü, din adamlarının yeniden siyasete müdahil olmasının önünü açtı. Yükseköğrenimini Batı’da yapan, İslamcı sosyalist Ali Şeriati ile Mehdi Bezergan, Samed Behrengi ve Ayetullah Talagani gibi geniş kitleleri etkileyen İslamcı düşünürlerin bu dönemde ortaya çıkmasını ve Burucerdi’nin dini devletin emrine sokan politikalarını onaylamasa da toplumdaki ağırlığı nedeniyle sesini çıkarmayan Humeyni’nin, onun ölümüyle iktidara karşı “cihat” bayrağını açmasını yeni dönemin işaret fişekleri olarak görmek gerekir. Humeyni, Kum’un kıdemli müçtehitlerinden ve dini hiyerarşinin tepesindeki dört kişiden biri olarak Şah’a karşı en sert muhalefeti yürüten kişi olarak öne çıktı. Önce Rıza Şah’ın ardından da oğlu Muhammed Rıza’nın uyguladığı sekülerleşme politikalarına büyük bir kin güden Humeyni’nin, siyaset arenasındaki muhalefet boşluğunu görerek sadece dindarların değil tüm muhalif güçlerin desteğini almak için dini konularla birlikte ulusalcı söylemleri de öne çıkardığı görülür. Böylece milliyetçilik, din hassasiyeti ve bağımsızlık söylemlerini bir potada toplayarak Musaddık dönemi muhalif siyasal örgütlerin tabanına göz kırpıyordu.
Humeyni sürgünde
Ak Devrim’in İslami değerlere saldırı olduğunu öne süren Humeyni, bu düzenleme ile İran’ın dışa bağımlılığının artacağını belirterek ABD ve İsrail’in ülke üzerindeki ağırlığını eleştiriyordu. 1963 yılının Aşura günü Kum kentinde yaptığı konuşmada Şah’ı alay ve hakaret içeren sözlerle eleştirdi. Bu konuşmaya öfkelenen Şah, Humeyni’nin üzerine güvenlik güçlerini gönderdi. Kum kentinde Humeyni’nin öğrencileriyle çatışmalar yaşandı. Evi sarılan Humeyni, 4 Haziran 1963 günü tutuklandı. Humeyni’nin tutuklanması başta Kum kenti olmak üzere Meşhed, Tebriz ve İsfahan’da kitlesel gösterilerle protesto edildi ve güvenlik güçlerinin müdahalesi nedeniyle yüzlerce kişi öldü. Bu olaydan sonra şöhreti giderek artan ve Şah için ciddi bir tehlike olarak görülen Humeyni, en sert tepkisini, 1964 yılında İran’daki ABD’li askeri personelin İran’da işledikleri suçlardan yargılanmayacaklarına dair yasanın çıkartılması üzerine gösterdi. Bu yasayı İran’ın egemenliğine indirilmiş bir darbe olarak yorumlayan Humeyni, bu kez evinden alınıp direkt havalimanına götürülerek Türkiye’ye sürgüne gönderildi. Humeyni önce 11 ay Bursa’da sonra 14 yıl Necef’te sürgünde kaldı. İslam Devrimi’nden önce 3.5 ay da Fransa’da sürgün hayatı geçirdikten sonra ülkesine devrim lideri olarak döndü.
1963 ayaklanmasından sonra İran’da muhalefetin kimliği ciddi değişime uğradı ve 1979’da gerçekleşecek olan İslam Devrimi’nin altyapısını oluşturan en ciddi eylem olarak görüldü. Artık muhalefetin liderliği laik milliyetçiler ve sosyalistlerden, sol argümanları kullanan mollara geçmiş oldu.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!