Tarihsel gerçekler ve uluslararası hukuk ışığında Ermeni soykırımı iddiası/ 2
Birleşmiş Milletler'in soykırımla ilgili sözleşmesinin ikinci maddesi suçu tanımlıyor.
Ermeni iddialarıyla mücadelede Türkiye’nin soykırımın hukuki boyutundan da azami ölçüde yararlanması isabetli olacaktır. Çünkü, “soykırım” gelişigüzel kullanılacak bir sözcük olmayıp uluslararası bir suçtur ve bir uluslararası hukuk enstrümanıyla kodifiye edilmiştir. Bu enstrüman, 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından oybirliğiyle kabul edilen “Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”dir. (12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren sözleşmeyi Türkiye aynı yıl, ABD ise 23 Şubat 1989’da onaylamıştır. Ermenistan sözleşmeye taraf ülkeler arasına 1991’de katılmıştır.)
Sözleşmenin 2. maddesi suçu tanımlamış ve suçun mevcut olması için kanıtlanması gerekli olan objektif ve sübjektif unsurları belirlemiştir. Bir zanlının ve/veya devletin soykırım suçu ile suçlanabilmesi için, yetkili mahkeme tarafından suçun objektif ve sübjektif unsurlarının kanıtlanması ve bilhassa suçun “özel kasıtla” işlendiğinin hiçbir kuşkuya mahal vermeyecek şekilde saptanması gerekir.
Üç temel unsur
Sözleşmenin 2. maddesi ışığında, soykırım suçunun varlığından söz edilebilmesi için şu üç temel unsurun mevcudiyeti gerekiyor:
Bunlardan birincisi, “ulusal, ırksal, etnik veya dinsel bir grubun hedef olarak alınmasıdır”. (Siyasi ve kültürel gruplar sözleşmenin kapsamına girmemektedir.)
İkincisi, “hedef alınan grup mensuplarına karşı, onların doğrudan öldürülmelerine veya yok edilmelerine yol açacak nitelikteki sözleşmede sayılan beş fiilin işlemesidir”. (Bu şekilde suçun objektif/maddi unsuru oluşacaktır).
Üçüncü unsur da, “söz konusu fiillerin hedef alınan grup mensuplarına sırf o gruba mensup olmaları nedeniyle ‘kısmen veya tamamen yok etme kastıyla’ yani ‘özel kasıt’ (dolus specialis) ile işlenmesi gereklidir.” (Bu şekilde, suçun sübjektif/manevi unsuru oluşmuş olur.)
Üçüncü unsur, soykırımı eyleminin saptanmasında kilit bir nitelik taşımakta ve onu diğer adam öldürme fillerinden ayırmaktadır. Bir fiilin soykırımı olabilmesi için “belirli bir grubu sırf o gruptan olması nedeniyle katletme kastinin mevcudiyeti” gerekiyor. Örneğin, Brezilya’nın Amazon, Paraguay’ın da Guaki Kızılderililerine karşı soykırımı suçu işlediklerine dair şikâyetler 1969 ve 1974’de Birleşmiş Milletler’e intikal ettiği zaman, suçluların ve kurbanlarının teşhisinde hiçbir zorlukla karşılaşılmadı.
Soykırımın tanımı
Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre soykırımın tanımı: “Bu sözleşmede, soykırımının anlamı, aşağıda sayılan fiillerin, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, sırf bu niteliği nedeniyle, kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenmesidir.
a) Grup üyelerinin öldürülmesi; b) Grup üyelerine ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; c) Grubun, bütünüyle veya kısmen fiziksel varlığını ortadan kaldıracak yaşam koşullarına tabi tutulması; d) Grup içinde doğumları engelleyici önlemler alınması; e) Gruba mensup çocukların zorla başka bir gruba nakledilmeleri.”
Ancak “yok etme kastının varlığı” kanıtlanamadığından anılan devletlerin suçlanmaları mümkün olmadı. (Kuper, Leo, Genocide, Its Political Use in The Twentieth Century, Yale University Press, 1981. s.34)
Sözleşme, soykırım iddialarını kapsayan davalara bakmakla yetkili mahkemeleri de belirlemiştir. Sözleşmenin 6. maddesinde, yetkili mahkemelerin, ya olayın vuku bulduğu ülkenin yetkili mahkemesi, yahut da tarafların üzerinde anlaşacakları yetkili uluslararası ceza mahkemesi olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, sözleşmenin 9. maddesinde, devletlerin soykırım konusunda aralarında çıkabilecek ihtilafları Uluslararası Adalet Divanı’na götürebilecekleri öngörülmüştür.
Bu bakımdan, bir zanlıya yöneltilen soykırım suçunun, eğer yetkili hukuk mercileri tarafından, objektif ve sübjektif unsurlarının mevcudiyetleri kanıtlanmamış ve suçun özel kasıtla işlendiği saptanmamış ve bu veriler ışığında suçun işlendiği yetkili mahkeme tarafından hükme bağlanmamışsa, böyle bir iddia hiçbir hukuki değeri olmayan bir iftiradan ibaret kalır.
Yetkili mahkeme kararı olmadan kimse soykırımla suçlanamaz
Bugüne kadar, yetkili bir uluslararası ceza mahkemesi kararı olmadan hiçbir zanlı soykırımla veya onun kadar ağır bir suç olan insanlığa karşı suçla suçlanmamıştır. Nitekim, Nüremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi, insanlığa karşı suçlarla suçlanan Alman Nazilerinin ileri gelenlerini uzun bir mahkeme sürecinden sonra suçlu bulmuş ve bunlardan 22’sini ölüme mahkûm etmiştir. Keza, Ruanda ve Yugoslavya çatışmaları sırasındaki soykırım zanlıları, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırım suçuyla mahkûm edilmişlerdir. Her iki mahkeme de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla kurulmuş bulunan geçici nitelikte mahkemelerdir. İnsanlığa karşı suçlarla suçlanan Saddam Hüseyin için dahi, hukukun icaplarının yerine getirilmesi amacıyla bir Irak Özel Mahkemesi kurulmuştur. Nihayet, Bosna-Hersek’in Sırbistan hakkındaki soykırım davasına da Uluslararası Adalet Divanı bakmıştır. Divan, Srebreniça’da soykırım suçu işlendiğini teyit etmiş, fakat Sırbistan’ı devlet olarak soykırımdan suçlu bulmamıştır.
Türkiye’ye yapılan yargısız infaz
Türkiye’nin hukukun temel prensipleri ışığında soykırımla suçlanması yargısız infazdan başka bir anlam taşımamakla birlikte, Batılı tarihçi ve akademisyenlerin yanında birçok ülke parlamentosu da ifrat derecesinde bir önyargıyla Türkiye’yi suçlamayı sürdürdüler.
Kökleri 1215 tarihli Magna Carta’ya giden ve hukukun temel ilkesi olan masumiyet karinesi (presumption of innocence) muvacehesinde Osmanlı devletini soykırımla suçlamak mümkün mü? Masumiyet karinesi, 1948’de Mirleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından oybirliğiyle kabul edilen, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin 11. maddesinde şöyle ifade edilmiştir: “1. Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır. 2. Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkûm edilemez.”
Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/2. maddesinde şu ifadeler yer alır:
“Bir suçla itham edilen herkes, suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılır.”
ABD Anayasası’nın “5’inci Değişikliği” (Fifth Amendment) ve “14. Değişikliği” de (Fourteenth Amendment) de, “Bir kişinin adil bir mahkeme sürecinden geçmeden suçlanamayacağını ve cezalandırılamayacağını” öngörür.
Hukukun temel ilkeleri ihlal edildi
Türkiye’nin hukukun bu temel prensipleri ışığında soykırımla suçlanması yargısız infazdan başka bir anlam taşımamakla birlikte, Batılı tarihçi ve akademisyenlerin yanında birçok ülke parlamentosu da ifrat derecesinde bir önyargıyla Türkiye’yi suçlamayı sürdürmüşlerdir. Bu kişiler ve kurumlar, tutumlarıyla, uluslararası ceza hukukunun temel ilkesi olan kanunilik ilkesinin şu iki boyutunu da ihlal etmişlerdir: (1) Kanunsuz suç olmaz (nullum crimens sine lege); yani, kanunda suç olarak tarif edilmemiş eylem cezai sorumluluk doğurmaz ve ceza kanunları makable şamil olarak uygulanamaz. Bu nedenle, 1950’de yürürlüğe giren BM Soykırım Sözleşmesi hükümleri, 1915’te vukubulduğu iddia edilen olaylardan dolayı Türkiye açısından sorumluluk yaratmaz. (2) Kanunsuz ceza olmaz (nulla poena sine lege); yani 1915’te soykırım diye bir suç olmaması nedeniyle, o tarihteki eylemler bugün suç diye Türkiye’ye dayatılamaz. Kanunilik ilkesi,1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Konvansiyonu’nun, “Antlaşmaların geriye yürümezliği” başlıklı 28. maddesinde de yer alır.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu