Derin bir hayal kırıklığı: 1 Mayıs 2024

05 Mayıs 2024 Pazar

Sevgili okurlarım yaş gereği pek çok 1 Mayıs görmüş bir dinazor olarak içimden, “Belki de bu 1 Mayıs gördüğüm, son 1 Mayıs olabilir” diyerek Saraçhaneye gitmeye karar vermiştim.

Ama bir türlü tam iyileşmeyen kırık bacağım yeniden sancımaya başladı, ben de kararımdan vazgeçmek zorunda kaldım. Ve televizyonun karşısına geçtim, birden altyazı geçmeye başladı: Tertip komitesi, DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB alandan ayrılmıştı, geriye su kemerleri önünde onlarcası dizilmiş, maskeli, kalkanlı, silahları biber gazı ve yalancı mermilerle donatılmış polis barikatını yarıp ne olursa olsun Taksim’e çıkmak isteyen yurttaşların insanı ağlatan mücadelesi kalmıştı. Ve alan su bidonlarıyla, bayrakların sopalarıyla mücadele edenleri, polisin acımasızca tekmelediği, biber gazıyla boğmaya çalıştığı, yalancı mermilerin birbiri ardından fırlatıldığı tam bir savaş alanına dönüşmüştü. 

Canım yanıyordu ve sadece şunu söylemek istiyordum: “Bir B planınız yok mu arkadaş? Böyle bir günün hazırlığı çok öncelerden başlar. Faşizmin kol gezdiği bir ülkede her türlü olasılığın planı yapılır. Öyle apar topar gidilmez. Karşılaşılacak güçlükler nasıl yenilebilir çok önceden tasarlanır.” Ben bunları düşünürken aklıma birden Ecevit’in ölümle tehdit edildiği o muhteşem miting geldi. Yıl 1977. Ecevit, Taksim’de adalet ve özgürlük mitingi yapacak. Miting öncesi zamanın başbakanı Demirel, Ecevit’i bizzat uyarıyor: “Duyumlar aldık, sana suikast yapılacak. Dikkatli ol.” Ecevit yanıtında, kendisinin Taksim’de olacağını ama vatandaşların can güvenliği nedeniyle gelmemelerini söylüyor. Sonra ne oluyor Türkiye tarihinin gördüğü en kalabalık mitinglerden biri yapılıyor ve kimsenin burnu kanamıyor. 

Geçmişin anıları birbiri ardından geliyor. 17 Temmuz 1986 yılında Aziz Nesin’in başlattığı ve 93 kişinin gönüllülüğü ile kurulan (O 93 kişinin içinde ben de varım) İnsan Hakları Derneği’nin uçurtma şenliği aklıma geliyor. Her şey yasaklı. Karar veriyoruz Haliç kıyılarında bir uçurtma şenliği yapacağız. Tabii hemen burada aklınıza usta yönetmen Tunç Başaran’ın çektiği “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmi geliyor. O daha sonraları, 1986 yılında çekildi. Evet, Haliç kıyılarında yüzlerce aile piknik yapıyor ve birden daha önce hazırlanmış ve çocuklara teslim edilmiş yüzlerce uçurtma bir anda cuntanın kararttığı gökyüzünü aşkla, sevgiyle kuşatıyor. Dernekteki herkesin bir görevi var. Günler öncesinden her türlü önlem planlanmış. Ben de getirdiğimiz suları parayla dağıtarak derneğe para toplamaya çalışıyorum. 

Kardeşim iktidarın boş durmayacağını önceden kestiremediniz mi? Kemerlerin önündeki boşluğu polisler ne kadar zamanda doldurdu? İki üç dakikada mı? Yapmayın. Bir eylem yapılacaksa çok önceden eylem alanının her noktası karış karış belirlenir. Mutlaka yığılan polisleri birileri görmüştür. Ayrıca örgütlerin ne kadar yurttaşı buraya getirebilecekleri de çok önceleri belirlenmiş ve sayı aşağı yukarı biliniyor olmalıdır. 

Alanı terk eden örgütler, alanda toplanan yurttaşları koruduklarını söyleyeceklerdir. Söylediler de öyleyse neler yapılabilirdi? Bir gözden geçirelim: 

Anında binlerce 1 Mayıs yazılı balon, uçurtma gökyüzünü kuşatabilirdi. İşte tam burada en sevdiğim İtalyan yönetmen Fellini’nin Amarcord (Hatırlıyorum) filminden bir sahne aklıma geldi. Faşist diktatör Mussolini’nin askerleri sert adımlarla ve elleri Hitler selamına kilitlenmiş bir halde kasabayı işgal ederler. Herkese evlerine gitmelerini söylerler. Herkes evlerine çekilir ve Mussolini’nin askerleri köşe başlarını tutarlar. O da ne? Birden askerlerin kuşattığı meydandaki kilisenin çan kulesindeki bir hoparlörden Enternasyonal marşı çalmaya başlar ve tüm köyü kuşatır. Askerler şaşırırlar ve çan kulesindeki hoparlöre ateş etmeye başlarlar ama hoparlörden yükselen Enternasyonal marşı o gün defalarca çalınır ve evlerine çekilen köy halkı, marşa evlerinin pencerelerinden eşlik eder. 

Birden hayal ettim, yüzlerce güvercin bir anda kemerlerin orada uçmaya başlamış, o kadar çoklar ki polisler onları vurmaya çalıştıkça taklalar atıp daha da şenlikle uçmaya başlıyorlar. Allah aşkına, meydanda kalıp 1 Mayıs marşını hoparlörlerle sürekli çaldırmak, bir anda yüzlerce güvercin uçurtmak çok zor mu bir işti? Hadi güvercinler olmasın, uçurtmalar da mı yoktu? 

İşte böyle dostlarım arada geçmiş günleri anımsamak iyi oluyor. Bu arada 1968-1970 yıllarında sokaklarda miting alanlarında yüzlerce oyun oynayan Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nun bir elemanı olduğum için işçi örgütlerine bir tavsiyem var: Öyle kimselerin okumadığı kalın kitaplar basacağınıza kadın ve erkek işçilerden oluşan bir tiyatroya ne dersiniz? Şöyle kalabalıkta birden bir sokak tiyatrosu başlasa ve bu sokak tiyatrosu haksız ölümlerin, Cumartesi Annelerinin, ilk işçi şehidi Şerif Aygün’ün hikâyesini anlatsa ve polisler de “Yahu ne oluyor?” diye merak içinde kalsalar ne güzel olurdu. 

Benden bu kadar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları