Emre Kongar
Emre Kongar ekongar@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Atatürk ‘Tekâlîf-i Milliye’yi anlatıyor-2

10 Nisan 2020 Cuma


Dünkü yazımda “Tekâlîf-i Milliye”nin ne demek olduğunu anlatmıştım. Bugün önce küçük bir kronolojik anımsatma yaparak devam edelim.

15 Mayıs 1919: Yunan İzmir’i işgal etti.

21 Haziran 1920: İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya) Boulogne Konferansı’nda Yunanların ileri harekâtına izin verdiler.

22 Haziran 1920: Yunanlar, Lloyd George’un da desteğiyle, Osmanlıları barış antlaşmasını imzalamaya zorlamak için Anadolu’da ilerlemeye başladı, Doğu’dan da Ermeniler ilerliyordu.

10 Ağustos 1920: İstanbul Hükümeti Sevr Antlaşması’nı imzaladı.

5 Temmuz 1921: Yunan Kralı Konstantin, Yunan ordularına saldırı emri verdi.

15 Temmuz 1921: Türk ordusu Kütahya-Eskişehir hattından geriye çekildi. (İstiklâl Savaşı’nda Meclis ordularının yenildiği ilk ve tek muharebe.)

5 Ağustos 1921: Kütahya yenilgisinden sonra Meclis’te yapılan eleştirileri göğüsleyen Mustafa Kemal’in isteği üzerine Başkomutanlık Yasası çıkarıldı:

Mustafa Kemal, başkomutan olarak, TBMM’nin yasa çıkarma yetkileriyle donatıldı.

7-8 Ağustos 1921: Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlık Kanunu’nun verdiği yetkiye dayanarak ilk yasayı, Tekâlîf-i Milliye emirlerini (Milli Yükümlülük Emirleri) yayımlayarak, ordu için halktan toplanacak malzemeyi bildirdi.

15 Ağustos: Yunan Kralı Konstantin, “Ankara’ya Doğru” emrini verdi.

23 Ağustos 1921: Sakarya Meydan Muharebesi başladı.

8 Eylül 1921: Başkumandanlık tezkeresiyle Yozgat İstiklal Mahkemesi kuruldu ve Tekâlîf-i Milliye Emirleri’ni uygulamayanların cezalandırılması da İstiklal Mahkemelerinin görevleri arasına alındı.

13 Eylül 1921: Kurtuluş Savaşı’nın kaderini değiştiren Sakarya Muharebesi (Savaşı) kazanıldı.

***

Sevgili okurlarım, bakın Atatürk, Kütahya-Eskişehir Muharebesi’nin kaybedilmesinden sonra, Başkomutanlık yetkilerinden önce Meclis’teki havayı nasıl anlatıyor: (Emre Kongar Seçkisiyle NUTUK, Remzi Kitabevi, ss. 138-139)

İlk etkiler Meclis’te ortaya çıktı.

Özellikle muhalifler karamsarca nutuklarla feryada başladılar: ‘Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu harekâtın elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir?

Onu göremiyoruz. Bugünkü acı halin, feci durumun gerçek etkenini ordunun başında görmek isterdik’ diyorlardı.

Bu biçimde konuşan kişilerin ima ve ifade etmek istediklerinin ben olduğuma kuşku yoktu.

Sonunda Mersin Milletvekili Salâhattin Bey, kürsüden benim ismimi dile getirerek ‘Ordunun başına geçsin!’ dedi. Bu öneriye katılanlar çoğaldı. Buna karşı olanlar da vardı.

Efendiler, bu fikir ayrılığının nedenleri hakkında biraz açıklama yapmak uygun olur.

Bir defa, benim fiilen ordunun başına geçmem önerisinde bulunanların fikir ve amaçlarını ikiye ayırmak olanaklıdır.

Benim ve benimle birlikte birçoklarının o zaman anladığımıza göre, bazı kişiler, artık ordunun bütünüyle yenildiğine, durumun kurtarılmasına olanak olmadığına, dolayısıyla davanın, izlediğimiz milli davanın kaybolduğuna karar vermişlerdi. Bu nedenle duydukları hiddet ve şiddeti benim üzerimde tatmin etmek istiyorlardı.

İstiyorlardı ki, kendi beklentilerine göre bozguna uğramış ve bozgunu devam edecek olan ordunun başında benim de kişiliğim bozguna uğrasın!

Diğer bazı kişiler, diyebilirim ki çoğunluk, bana olan güven ve inançlarından dolayı, samimi olarak ordunun fiilen başına geçmemi istiyorlardı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları