Özel-Erdoğan görüşmesinin çalkantıları

09 Mayıs 2024 Perşembe

Evvelki akşam nezih, anlamlı, harika bir gece geçirdik Cemal Reşit Rey’de… Sevgili Gazetemiz Cumhuriyet’in 100. yaşını devirmesinin gururunu ve keyfini yaşadık. Hem de çok değerli bir kadın Genel Yayın Yönetmeni, sevgili Mine Esen Kaptan Köşkümüzde  otururuken! Türkiye’nin aydınlık yüzleri oradaydı. Cumhuriyet çalışanları ve yazarları olarak fotoğraf çektirirken aklıma 1987 yılı geldi. Cumhuriyet’te ilk yazılarım modern sanat tarihi üzerine bir dizi olarak yayınlanmıştı. 37 yıl geçmiş. Umarım 50’yi görmek de nasip olur! 

Bu güzel gece, “siyasette yumuşama günleri”nin tam ortasına denk geldi. “Acaba siyasi atmosfer gerçekten değişebilir mi?” diye pek inanamadan sorarken, yanıt yine yargıdan geldi. Ancak ülkemizin hukukuna mahsus bir “kişiye özel” davayla, şu tesadüfe bakın ki piyango yine Barış Terkoğlu’na vurdu ve gazetecilik mesleğini kararlı ve onurlu bir duruşla sürdürmenin hediyesi olarak yine iki yılık bir hapis cezası kararı verildi kendisine… Anlaşılan Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli’ye bile yön verebilmiş, daha düne kadar her gün “zillet ittifakı” diye saldırdığı CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel’le, kendisinden sonra onun da görüşmesini sağlamıştı. Ancak anlaşılan henüz mesaj her yere ulaşmamış!  Ya da mesela İzmir Karşıyaka’da resmi nikah masasında bir davetlinin dua okumak istemesine -doğal olarak- karşı çıkan belediye görevlisi hakkında soruşturma açılabilmesi, tüm bu yumuşama ikliminin neresine oturuyor?

Özel’in Erdoğan ile randevu istemesiyle beraber başlayan spekülasyonlar, görüşmenin ardından da dur durak bilmedi. 

Aslında halkımızın çoğu bu görüşme haberinden ilk planda memnun oldu. Çünkü yıllardır iktidar ve ana muhalefet arasındaki tek ilişki, ağır bir dille karşılıklı yapılan saldırılardan, kınamalar ve eleştiriler dizisinden oluşuyor. Erdoğan zaten iktidara geldiğinden bu yana, siyasi tarihimizin bir rutini olan, siyasilerin aynı stüdyoda karşı karşıya gelip kozlarını paylaştığı TV programlarına çıkma adetine, kendince hiç “bulaşmamayı” seçti. Tüm çağrılara rağmen de hala canlı yayınlarda muhalefetle yan yana gelmeyi kabul etmiyor. Bir nevi “ben sizi adam yerine koymuyorum” demiş oluyor dolaylı şekilde. Muhalefete göre de Erdoğan tabii ki karşılarına çıkmaya cesaret edemiyor. Dolayısıyla ortada çeyrek asırdır süregelen neredeyse “sıfır görüşme” ve bolca kavga-gürültü var.

Türk halkı geçmişte bu tavırların bedelini oldukça pahalıya ödedi. 12 Eylül öncesi, 1980’in Ocak ayında Türk Silahlı Kuvvetleri siyasi partileri uyararak, aralarındaki bu diyalogsuzluğun ve sıfır temasın süregelen terör açısından ne kadar tehlikeli olduğunu hatırlatmış, gerekirse Adalet Partisi-CHP koalisyonun devreye girmesinin bile bir seçenek olacağını ima etmişti. Sonuçta iktidar ve ana muhalefet partileri bir defaya mahsus soğuk/etkisiz bir görüşme gerçekleştirdiler ve arkasından Türkiye her gün teröre onlarca kurban vererek adım adım 12 Eylül karanlığına sürüklendi.

Ve öncesiyle-sonrasıyla 12 Eylül, Türkiye üzerinde toplumsal olarak büyük bir travma bıraktı. 

Bugüne dönersek, Özel-Erdoğan görüşmesinin yarattığı umudun konusu bu defa terör değil; özellikle giderek ağırlaşan ekonomi, dar gelirlilerin durumu, hukukun sürüklendiği uçurum ve Anayasa Mahkemesi ile zirve yapan hukuki belirsizlikler. Mesela İstanbul 11. İdari Mahkemesi’nin kesin olarak “durdurma talimatı” verdiği Kanal İstanbul projesi, “oldu-bittiye getirme” girişimleriyle nasıl hâlâ devam edebiliyor, o bölgenin verimli doğası üzerinde nasıl hala TOKİ ve Emlak Konut’un inşaatları yükselebiliyor? Hem de mahkeme, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın işleminin hukuka uygun olmadığına hükmetmişken!

Gelin muhalefet-iktidar diyaloğuna dönelim. “Sonuçta demokrasi farklı partilerin, ideolojilerin, liderlerin görüşmesi, tartışması, birbirini ikna etme şansı kullanması ve ülkenin dertlerine sorun çözücü bir açıdan yaklaşmasından başka ne olabilir?” İlk reflekste insanların yarattığı bu sözlerle somutlaşan olumlu havayı tehdit eden düşünceler de var. Onların da özet tezleri şöyle: “Erdoğan babasının hayrına bu görüşmeyi kabul etmedi. Zaten demokrasiymiş, özgürlüklermiş, halkın rahat etmesiymiş; bunlar tabii ki onun çok önem verdiği konular değil. Erdoğan’ı ilgilendirebilecek tek konu, tekrar dördüncü kere seçilmesini mümkün kılabilecek yeni bir Anayasa’dan başka bir şey değil”.

Bu endişeyi taşıyan vatandaşlarımıza kimsenin kızma hakkı var mı? Hapishanelerde çürüyen generallerimiz, hukuksuz şekilde cezaevinde tutulmaya devam edilen Can Atalay, Osman Kavala, Çiğdem Mater gibi isimler, basit sosyal medya paylaşımları yüzünden gözdağı verilen, hapsi boylayan gençlerimiz, Anayasa Mahkemesinin ne işe yarayıp yaramadığının kendisi tarafından bile artık bilinmediği, başı sonu belli olmayan bir hukuksuz ortam, öznel mülakatlarla liyakat dışı oluşturulan devlet kadroları, bunca işsizliğe ve beyin göçüne rağmen kimilerinin birden fazla sıfata konup, bu sıfatların maaşlarıyla ihya olması… Vatandaşın, vatandaşlık haklarının neredeyse her noktasında yaşadığı adaletsizlikler… Bunların her biri Erdoğan’ın, Özel ile görüşmesindeki amacının samimiyeti ve berraklığı konusunda ağır şüpheler oluşturdu.

Zaten yakın dönemde Numan Kurtulmuş’un AKP adına yeni bir anayasa için sürdürdüğü görüşmeler, hükümetin niyeti konusunda yine ağır kuşkular doğurdu. Kurtulmuş’un sürekli olarak çağdaş, demokratik, laik bir yapıyı yansıtmayan ve o dönemde yansıtması zaten mümkün olmayan 1921 Anayasasını referans göstermesi, doğal olarak iktidarın gerçek niyetinin ifşası olarak görüyorlar. İktidar Partisi’nin iktidarda olduğu tüm bu süreçte defalarca 2007, 2010 ve 2017’de “sivil anayasa”, “12 Eylül’ü resmen bitirecek olan yeni anayasa”, “çağdaş bir demokrasiye kavuşmak için vesaitten kurtulmayı sağlayacak olan hukuk devrimi” gibi şatafatlı ve iddialı sözlerle yapılan içi boş propagandalar ve referandumlar, bizi zaten yıllardır adım adım tartışmasız olarak sadece “tek adam rejimine” doğru taşıdı. Aslında tek dertleri ilk dört maddeyi değiştirmeden laikliği nasıl sabote edebilecekleri, Erdoğan’ın önünü yeni maddelerle Cumhurbaşkanlığı koltuğunda ömür boyu oturmasını sağlayacak şekilde açabilmenin yolları, çaktırmadan yörüngemizin Atatürkçü Türkiye’den uzaklaşmasını sağlayacak göz boyamacı ve kandırmacı retorikleri geliştirmenin taktiklerinin saptanması…  Ayrıca Özel’i “doldurup” adaylığını gri noktalara çekme çabası da var, ama Allah’tan CHP Genel Başkanı bu tuzaklara düşmüyor. Çünkü zaten hepimiz biliyoruz ki, konu gerçekten demokratik bir anayasaya yaklaşmak olsa, referans alınacak ana metin 1961 Anayasasıdır! Ana amaç Atatürk Cumhuriyeti’nin temelini kökten sarsmak olduğu için, Milli Eğitim Bakanlığı’nın arka planda yürüttüğü yeni müfredat çalışmasında evrim teorisini kaldırmak, matematik dersleri arasından integral konusunu çıkarmak, ayrıca kümeler ve mantık konularının içeriğinde de sadeleştirmeye (!) gitmek gibi hamlelerin altında, aslında çağdaş eğitimin sabote edilmesinden başka bir şey değil!

Uzun lafın kısası Özgür Özel’in işi hiç de kolay değil. Demokrasiye önem veriliyormuş gibi yapılan bir görüşme ortamında, bir yandan mağdur vatandaşın haklarını nazik bir şekilde aramak, bir yandan ekonomik çöküşünün tehdit ettiği kitlelerin yaşadıkları zorlukları ivedi olarak çözülmesi gereken bir öncelikli konu olarak kabul ettirmek, diğer yandan da bu ağır riskler taşıyan satranç oyununda karşı tarafın taktiklerine karşı gerçek demokrasi, laiklik ve tek adam rejimine direnç kartlarını sonuna kadar ödünsüz bir şekilde aktif tutmak…

Tabii Özel’in dertleri bununla bitmiyor. Eski “Genel Başkanı”, bitmez tükenmez bir şekilde CHP Kurultayı’nı kaybetmiş olmanın gerçeğiyle yüzleşiyor, daha doğrusu yüzleşemiyor ve siyasi gündemin her aşamasında kendisini tekrar gündemin ve hatta belki bir gün partinin merkezine çekecek çıkışları hiç vakit kaybetmeksizin yapmaya devam ediyor. Bu konuda insanların Kılıçdaroğlu’na verdikleri ağır yanıtlar var. Mesela özellikle Fatih Altaylı’nınki! Okumaya değer…

Sevgili Genel Başkan’a naçizane tavsiyem: Erdoğan’ın yoğun tecrübeleri, iltifatları, güzel sözleri ve değişim görüntüsü verebilen siyasi dilinden etkilenip, yukarıdaki paragraflarda ikazını yaptığımız kumpas senaryolara giriş yapıp, sonra da yine iyi bildiğimiz “çok Özel nezaketi” nedeniyle geri adım atmaktan çekinebileceği diyaloglara fazla girişmesin; naçizane temenni ve önerim budur. Eski Genel Başkan’a gelince… Bu konuda Özel’in eli kolu daha çok bağlı. Bilemiyorum hangi emeklilik aktiviteleri selefini sakinleştirir ve yeterince meşgul tutar… 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları