Barış Terkoğlu

Türkiye nasıl tampon oldu?

23 Mart 2020 Pazartesi

Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur: Milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak... Genellikle milleti uzun emeller peşinden yorarak zarara sokmamak... Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.

Atatürk, Nutuk’ta “milli siyaset”i böyle tanımlıyor. Adresini ise Meclis olarak gösteriyor. Öyle ya; TBMM, Cumhuriyetten tam üç buçuk yıl önce kuruldu. Vatan savaşa savaşa olduğu kadar, konuşa konuşa da kurtuldu. Adı bile tartışıldı. Kurultay mı, şûra mı, meclis mi? Basit ama başındaki Türkiye adı bile yenilikti, açılıştan 9 buçuk ay sonra eklendi.

Şimdi Meclisimiz 100 yılı aştı. Sınırlarımızda mülteciler Yunanistan’a doğru koşarken, iktidar “açtık kapıları” diye bağırırken, ordumuz İdlib’de bir ileri bir geri giderken sormadan edemiyorum: Biz kuruluşta konuştuk da 100 yıl sonra neden konuşamıyoruz ya da dinlemiyoruz?

Erdoğan niyetini söylemişti

Günlerdir AB ile imzaladığımız Geri Kabul Anlaşması’nı ve Meclis’te kabulünü sağlayan tutanakları okuyorum. Perşembenin gelişi, değil çarşambadan, 6 sene önceden belliymiş.

16 Aralık 2013’te imzaladığımız anlaşma, görüntüde Türkiye üzerinden Avrupa’ya göçü önlemeyi hedefliyor. Özünde ise Avrupa’nın mülteci yükünü Türkiye’ye devrediyor. Zaten imza atıldığı gün Başbakan Tayyip Erdoğan da “Biz Avrupa’ya yük olmaya değil, yük almaya gidiyoruz” diyerek safça ama açıkça niyetini anlatıyor. Nihayetinde anlaşma, 6 yıl boyunca Avrupa’nın kendisine gelen göçmenlerden işgücünü değerlendirebileceklerini seçip, gerisini Türkiye’ye göndermesine yarıyor. İnsan hakları sözleşmeleri gereği, göçmenleri çıktıkları ülkelere gönderemeyen Avrupa, onları Türkiye’de depoluyor. Çanakkale’den Bodrum’a tüm göç yollarını kapatan Türkiye, İdlib kriziyle patlıyor. Peki, Türkiye’ye ne vaat ediliyor? 2017 sonunda Türk vatandaşlarına vizesiz Avrupa. Aslında tüm AB adayı ülkelere verilen bu hakkı da alamayan Türkiye, 6 yıl boyunca “tampon devlet” rolüyle cezalandırılıyor. Savaştan, yıkımından, yoksulluktan kaçan mültecilerin insani hakkını gasp ederek Türkiye’yi onlar için hapishane yapan politikayı AB hazırlayınca, sivil toplum örgütleri de cılızlaşıyor. Sonunda mülteciler sınıra yığarak “yallah Avrupa’ya” diyen zavallı dış politika ile yüzleşiyoruz.

Ancak sömürgeler imzalar

Gelelim tutanaklara...

Anlaşmanın tartışması 19 Haziran 2014 tarihinde öğleden sonraki oturumla başlıyor, 25 Haziran 2014 akşamı saat 19.55’te bitiyor.

Neler mi söyleniyor?

Faruk Loğoğlu (CHP): Türkiye, sayıları giderek artacak yasadışı göçmenlerin barındığı ve uzun süreler kalacağı bir ülke haline gelecektir. Buna karşılık, vize kolaylığı en erken üç buçuk yıl sonra devreye girecektir. O da farklı koşullara ve AB tarafının yapacağı değerlendirme ve karara bağlı olacaktır .(...) Bu anlaşmayı geri çekin, eksiklikleri gidermek için AB ile masaya yeniden oturun ve yeniden müzakere edin, biz de size yardımcı olalım ve konuyu ulusal çıkarlarımız doğrultusunda tekrar değerlendirelim.

Tunca Toskay (MHP): AB en önemli sorunlarından bir tanesini hiçbir maliyete katlanmadan çözüyor, biz de göçmenler için depo ülke olma niteliğini kabul etmiş oluyoruz. Size şu kadarını söyleyeyim. Avrupa’da bu, Almanya’da özellikle, çok tartışıldı. SPD’de İçişleri Bakanlığı yapmış olan Otto Schiff şunu söyledi: “Acaba Kuzey Afrika’da bir ülkeyi razı etsek, orada geniş kamplar yapsak, bu yasadışı göçmenleri oraya göndersek mümkün olur mu?” Şimdi ona gerek kalmadı. Türkiye gönüllü olarak “Belki bana vize muafiyeti verirler” diye bunları almayı kabul ediyor.

Erol Dora (HDP): Türkiye’deki yetkililerin geri kabul anlaşmasını iç kamuoyuna AB ile vizelerin kaldırılması olarak lanse etmeleri; AB’nin de bu anlaşmanın göçmenlerden ucuza kurtulma olduğunu kendi kamuoyuyla paylaşmakta sakınca görmemesi, insan haklarının gerek dış politik pazarlıklarda ve gerekse iç politikada iktidar yarışına kurban edilme çabasının görünür bir kanıtı niteliğindedir.

Oğuz Oyan (CHP): Vize servisi diyaloğu tamamen ucu açık bir diyalogdur. Oysa geri kabul anlaşması hemen şimdi yürürlüğe girmektedir. Yani aradaki bu kadar büyük orantısızlık ancak bir sömürge ülkesiyle o hâkim ülke arasındaki bir anlaşmada olabilirdi.

Aldatmaya alışmışsınız

Osman Korutürk (CHP): Okumuyorsunuz, bakmıyorsunuz, dinlemiyorsunuz, bu anlaşmaları yapıyorsunuz. Bu anlaşmayla alacağınız yükün altından çok zor kalkacağınızı, bu yükün altına hepimizin de birlikte girmekte olduğumuzu burada ben bir kez daha söylüyorum. Kayıtlara, tutanaklara geçiriyorum. Lütfü Tükkan (MHP): AB birtakım fonlar verecekmiş. Diyor ki siz benim çöplüğüm olun ama ben de size fonlar vereceğim. Türkiye’nin hani ekonomisi bu kadar iyiydi?

Hasip Kaplan (HDP): Geri kabul sözleşmesi neo-kolonyalist bir sözleşmedir arkadaşlar. (...) Avrupa’ya giden mültecilerin yüzde 65’i Türkiye üzerinden gidiyor arkadaşlar. Türkiye bir geçiş ülkesidir. Ve Türkiye üzerinden giden herkes yakalandığı zaman Türkiye’ye gönderilecektir. Bütün masrafı Türkiye yüklenecektir.

Faruk Bal ( MHP): Sayın Bakanım, AB bu vizeyi kaldırmayacak. AB, “Türkiye’yi üye olarak almayacağız, bunu nasıl söyleyeceğiz” diye çırpınıyor. Ama siz aldatılmaya ve kandırılmaya alışmış bir parti olarak aldatılmaya devam etmek istiyorsunuz. (...) Mesele gayet net. AB; Libya’dan, Tunus’tan, Fas’tan gelen, safra olarak gördüğü kişileri ağırlıklı olarak Türkiye’ye postalayacak.

Mahmut Tanal (CHP): İnsan Hakları Komisyonu üyesiyim. İtalya’ya gittiğimiz zaman şu söylendi bize: “Teşekkür ediyoruz size. Bu göçmenlerle ilgili sözleşmeyi imzalıyorsunuz, bu göçmenlerden kurtuluyoruz.

Celal Dinçer (CHP): Göçü önleme sorumluluğu, anlaşma ile Türkiye’ye verilmektedir. AB’ye anlaşmanın yürürlüğe girmeden önce göç edenleri Türkiye’ye yollama hakkı vermektedir. 5 yıl önce göç etmiş kişileri bile...

Alim Işık (MHP): Gelin, hep beraber, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni güce kavuşturacak dayanışma içerisinde buna “hayır” diyelim. Bugün bunu imzalarsanız, yarın başka şeyi size dayatacaklar.

Depo, tampon, sömürge

Sayfalar dolusu tutanağın özeti böyle... Kimi kızan, kimi yalvaran tondaki ricaları iktidar dinlemedi. Göçmen krizinin abartıldığını, Türk vatandaşlarının 2017 yılı sonunda Avrupa’da vizesiz gezeceğini anlattılar. 6 yıl boyunca göçün önlenmesine Suriye meselesinin çözümsüzlüğü de eklenince kriz, muhalefetin bile tahmininin ötesine geçti. 6 yıl önce muhalefetin deyimiyle “depo, tampon, sömürge” olmak kabul edilirken, 6 yıl sonra “Ey Yunanistan” demek, hafızası olmayanlara zafer diye satıldı.

Sonunda bağırsaklarınızın patladığı bir yemeği ziyafet diye anlatabilirsiniz. Yeter ki sizin için masal anlatmaya hazır adamlarınız olsun.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları