“Metnin yazınla sınavı...” M. Sadık Aslankara'nın yazısı...

Bir metni, yazınsal kılan pek çok etken var, bunlardan biri ya da birkaçı öne çıkabilir elbette, ancak öteki etkenler olmadan yapıtın bunlarla tek başına yazınsal nitelik taşımasına olanak tanımaz olgu. Yazınsal metin somut bütündür çünkü; anlatımı, kurgusu, dili, biçimi, biçemi, olay örgüsü vb. metinde ne yapıp edip kendisini gösterecek sınavını verecektir mutlaka.

Yayınlanma: 07.07.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

Adları anılan yapıtlar vardır, yıllar hatta on yıllar boyu süren uzun zaman diliminde kaleme alındıkları dillendirilir. Bu yansıtım, yapıtta zaman ve verimleniş arasında doğru yönde bir bağ varmışçasına yanılsamaya yol açabilir.

Oysa şiir, öykü, roman, oyun, anlatı vb. herhangi yazınsal metin tek bir günde ya da haftada veya bir ay gibi kısa zaman diliminde de kaleme alınabilir pekâlâ, metnin ne kadar zamanda üretildiği, yapıt için yazınsal değil ilineksel bir veridir.

Kaleme alınan metnin “yazınsal değer”i, onun ne kadar zamanda yaratıldığına bakılarak değil yapıttaki gereksinirliklerin eksiksiz yerine getirilip getirilmediğine, bu yönde bir doygunluk eşiğine ulaşılıp ulaşılmadığına yanıt aranılarak kararlaştırılabilir ancak.

Bu satırları, üç yazarın ele avuca sığmaz kıpır kıpır yaklaşımla kurduğu biri roman öteki anlatı, bir diğeri öykü türünde kitaplarını okuduktan sonra yazma gereği duyduğumu söyleyebilirim. O halde üç yapıtta da sıçramalı bir kıpırdaklığın öne çıktığı gibisinden görece bir yargıya gidilebilir elbet.

Hangi yazarlar, kitaplar neler, sayayım. Selda Uygur’dan Babalar ve Kızları (Bilgi, 2022), Jean Giono’dan Burçak Targaç Türkçesiyle Melville’e Selam Olsun (Everest, 2022) ve Mustafa Çevikdoğan’dan Geçecek Zaman (Can, 2021)

SELDA UYGUR:

BABALAR VE KIZLARI’

Selda Uygur, öteden beri yazındaki emeğiyle dikkati çeken bir ad. Onu, kitap-lık’taki yazılarıyla tanımış, sonrasında Sözcükler’de yer bulan yazılarıyla belleğime almıştım. Derken günün birinde okuduğum öykü dosyasıyla Selda’nın kurmacacı yanını da tanıdım iyiden iyiye. Nitekim Kadıköy öykücüleri arasında onun da adını anmak gereği duymuştum geçmişte Kitaplar Adası’nda.

İlk kitabı, ilk romanı Babalar ve Kızları, işte yazarın kurmacadaki bu deneyimini, birikimini apaçık gösterebiliyor. Üstelik bunu sinemayla birlikte ortaklaşa kurduğu dil-mantık bileşenine dayanıp öyle çatılıyor, yapılandırıyor.

Yine de romanın yapıtta kendine özgü alan açtığı görülebiliyor elbet. Zaten bir film hikâyesi olarak okumuyoruz Selda’nın anlattıklarını. Bir roman kuşkusuz, ne ki okuduğumuz romanla birlikte bizi bir çabuk içine çekiveren bir film akıtıyor belleğimizde yazar, cümbüşlü, curcunalı, neşeli, hüzünlü, okurken içimizde küçük küçük sarsıntılara yol açan. Bir küçük delişmen kızın peşinden gidiyoruz ama bizi her seferinde başka başka sokaklara çıkarıyor bu kız.

Bir aile, mahalle sarmalına kapılarak okusak da bize yol gösteren delişmen kızın düş dünyası, bıçak sırtı kaygan düzlemde incecik kayan duyguları, sevgiyle örülü aşk arayışı, aşkı bulma arzusunun kendisine, hepimize yaşattığı bir dizi serüven.

Artalanından çıkarılan yeni sorularla toplumsal yaşama yönelik, bunların anlam katmanlarına değgin kendimizi savruluşlar eşliğinde hep düşünce türbülansında bulduğumuz bir roman Babalar ve Kızları.

Selda Uygur yazınımızda güven duyulacak bir imza, okuyun göreceksiniz.

DÜNYA DAMLASI…

JEAN GIONO:

MELVILLE’E SELAM OLSUN’

Jean Giono’yu, Büyük Sürü (Varlık, 1956) romanıyla tanımıştım, Tahsin Yücel Türkçesiyle. Melville’e Selam Olsun’u okurken üşenmedim, buldum kitabı, ikisindeki anlatısal yapıya göz atarak karşılaştırdım yer yer.

Şunca yıl sonra Tahsin Yücel’le Burçak Targaç’ın Jean Giono çevirisinde nasıl uyuşup örtüştüklerine tanık oldum şaşarak. Peki, Jean Giono (1895-1970) kim?

Server Tanilli, yüzüncü doğum yılında yazmıştı: “Başlarda anlattığı (…) çoğunlukla köylüler. Kolay değildir bunu yapmak: çünkü yöreciliğe ve folklora düşme tehlikesi vardır. Geniş imgelem ve imge dünyası sayesinde böylesi bir çıkmaza girmedi Giono. / Ve o ne çarpıcı anlatıştır o!”

İnsanoğlunun ekmeğini, yağını ve şarabını kendisinin üreteceği kırsal ve pagan yaşamı yüceltmesinde ütopyacı bir yan görsem de, teknik uygarlığa ve modern maşinizme karşı çıkışında, işlerin çağımızda gelip vardığı noktaya bakarak büyük bir haklılık payı bulunduğuna inanmışımdır öteden beri.” (Cumhuriyet, 21.4.1995)

Melville’e Selam Olsun, Giono’nun hayranlıkla bağlandığı Herman Melville’in çevirmenliğine soyunuşu sonrasında, Moby Dick için kaleme aldığı önsözden kalkarak oluşturduğu bir yapıt.

Hem Moby Dick’le, Melville’in yaşamöyküsüyle hem de kendi yazarlığı, yaşamıyla birlikte harmanlıyor bunları yazar ama coşkulu anlatısına yüklediği duyarlı, içten, insanı uçuran kıpır kıpırlık kapıp götürüyor bizi. Yaşam-yaşamöyküsü-yapıt ilişkilenişi bağlamında bütün yazınseverlerin tat alarak okuyacağı bir kitap Melville’e Selam Olsun.

ÖYKÜDENLİK…

MUSTAFA ÇEVİKDOĞAN:

GEÇECEK ZAMAN’

Mustafa Çevikdoğan, ilk öykü kitabı Temiz Kâğıdı’nda (Can, 2017) sergilediği dikkat çekici yüksekliği ikinci yapıtı Geçecek Zaman’da iyiden iyiye pekiştirip öyle sürdürüyor. Farklı açılımlar getirerek üstelik.

Yazar bana göre, öyküye entelektüel bir derinlik katıp anlatının bu yanını öne çıkarırken okuru kışkırtarak, hatta peşine takarak öyküde ürettiği çevrimsel döngüye çekmeyi başarıyor.

Öyküler yine acıtıcı iğnelemeler, yanı sıra elbette eğretilemeler içerirken yazınsal yerlem anlamında “geçen zaman”, “gelecek zaman” vb. anlatı öğeleri pek çok yazarı kendisine çekebilecek bir çalıma sahip görüntü sergiliyor.

Mustafa, maddi-manevi, bütünsel varoluşun sınırlarında gezinmeyi seven, uçlarda yaşasa da hayatı, kendisine kavga alanı gören, “adına kaliteli münzevilik dediği(.) bir hayatı yaş(ayan)” (46), bu nedenle yorulsa da pes etmeyen öykü kişileriyle öne çıktığı izlenimi bırakıyor.

Gerçekten onun kişileri, bu çizgide yol almayı sürdürürken kendilerini böyle bir düzlemde yine de var edebilmek için inatçı direnç gösteriyor. Bunların yanında olgusal olanla kurgusal olanı harmanlayıp okura farklı sürprizler sunmayı da hedefliyor aynı zamanda.

Yoğun emekli öykücülüğüyle Mustafa, “Bulmaca diliyle gündelik dil farklıdır,” (41) derken, öykü diliyle mantığının da apayrı olduğunu biliyor elbet. Bu nedenle yazınsal dil konusunda biraz daha seçici olmasını beklerdim diyeyim kendi payıma. Şu da var ama: öykülerin gücü, bu dili dengede tutmaya yetiyor. Öykücülüğümüzde, bilinmesi gereken adlardan biri de Mustafa Çevikdoğan.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler