Hikmet Çetinkaya

Ey aşk, ey aşk!..

19 Nisan 2018 Perşembe

Tıpkı bir çocuk gibi, oturdum güneşli göğün altında ve koşup giderken yanından, oynadım dakikalarla...
İçimde tarifsiz bir coşku yeşeriyordu sevdanın doludizgin sevişmeleriyle büyüyen, içimde hınzır bir uğultu eski mevsimlerin hüznünü gösteren...
Tıpkı bir çocuk gibi, yaşanmış hüzün nedir bilmeden, bakıp durdum göklere, yarını aceleye getirmeden...
Rod McKuen çaldı kapımı gözkapaklarımın ardına sığındığında...
Bense tüm yalnızlıkları kendime saklamıştım o an...
Bulutlar geçiyordu art arda karşı kıyıya doğru. Güneş kaybolmuştu. Bir bardak kırmızı şarap masada bana gülümsüyordu.
Artık eylüldü karşımızda duran...
Sakin ve ağırbaşlı olan bizler hüznü yaşıyorduk tenhalaşan denizlerde...
Bakışımın ulaşabildiği son sınırda duvarlar umutsuzluk gibi yüksekti. Gökyüzü kristal bir zindana dönüşmüştü.
Sabahın külrengi ufkunda tattığımız yeni aşklar hiçbir zaman soluk almayacaktı. Ahmed Şamlu, belki de “Çöl baştan başa sis içinde” diyecekti.
Bense böyle havalarda çığlık çığlığa olur, yeri göğü inletirdim:
Ey aşk, ey aşk!
Kızıl yüzün görünmüyor...
Tıpkı bir çocuk gibi oturduğum güneşli göğün altından kalktım ve yürümeye başladım.
Gök şimdi gümüş rengindeydi...
İçimde hınzır bir uğultu giderek çoğalıyordu... Birden korktum. Aşkın sığınağa dönüşmesinden kuşku duydum. O yüzden avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım:
Ey aşk, ey aşk!
Mavi yüzün görünmüyor...

***

Sen göz kapaklarımın ardına sığındığın için Rod McKuen ile hiç konuşmadım. Derin bir mavinin içinden hüznü çıkarıp attım. Endymion efsanesinin Latmos gecelerine daldım. Selene’nin incecik belinde, rüzgârla dağılan saçlarında aşkın sevgi ışığını buldum. Ölümsüz tanrıların insanları nasıl kıskandığına tanık oldum...
Bilmem beni anlıyor musun, bilmem bakışlarında o kaçamak buluşmaların özlemini duyuyor musun? Ben tıpkı bir çocuk gibi hüznü yaşamadan göklere baktım yıllarca...
Senin iri gözlerinde, ıslak dudaklarında yaşamı aradım...
Benim yüreğim içime hiç sığmadı senden sakladım...
Miguel Hernandez ile konuştum geceler boyu...
Ben ona seni anlattım... İnan, yıldızımla da hiç barışık olmadım...
Üç yarayla çıkageldim bir gün karşına: “Sevda yarası, ölüm yarası, yaşam yarası...
Oysa sen gülüp geçtin!..
Bertolt Brecht’i oynadım kimseye çaktırmadan.
Dedim ki:
Toptan tüfekten daha fazla ölüyordu insanlar / Çok daha kötü binalarda yaşayanlar...
Gözlerinde hüzünler büyüyor, gökyüzü ise beni hiç umursamıyordu...
Yılmadım, direndim, aynı şarkıyı söyledim, çatık kaşlı efendilere:
Çoğunluk için savaş müthişti / Ama artık sona ermişti / Ve acılarla dönüldü eve / Ve savaşın faturası başlandı ödenmeye...
Kimse umursamadı beni, kimse “doğru söylüyorsun” demedi...
Ama biz hâlâ yineliyoruz geceyi gündüzü ve şimdiki zamanı...
Deniz sakin, soğuk oturuyor, bir dal ormanın karanlığında ışığa doğru haykırıyor:
Ey aşk, ey aşk!..
Tanıdık yüzün görünmüyor.

***

Tıpkı bir çocuk gibi ellerim ceplerimde, güneşli göğe bakıyorum...
Gök beni aldatıyor her zamanki gibi...
İçimdeki soğukluk, alevin coşkusu değil.
Bir gece önce söylenmiş olan şarkı beni derinden sarstı.
Sen kayboldun her zaman olduğu gibi.
Hayalin üzerine, karanlık tozlu bir avuntu. Gözlerin kısık, ama anlamlı.
Ben çaktırmadan seni izliyorum, belki gelirsin diye bekliyorum...
Sabahın külrengi ufkunda belki de bir süvari sessizce duruyor ve atının uzun yelesi rüzgârda savruluyor...
Yanmış çitlerin yanında genç kız sessiz, kımıldamadan duruyor ve ince eteği rüzgârda dalgalanıyor...
Tanrım genç kızlar neden böyle çekingen?
Ey aşk, ey aşk!..
Ben seni terk ettim aslında...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları