Hikmet Çetinkaya

‘Senin Gözlerini Sevdik’...

03 Nisan 2018 Salı

Önce meydanları, caddeleri, sokakları tanıdık. Hüznü ve sevdayı en uysal öğütlerle büyüttük...
Cezaevlerini, işkenceleri gördük!..
Ardından çoğalan yalnızlığımıza seslendik:
“Sevdiysek böyle büyük
Böyle hüzünlü, böyle sevinçli
Senin gözlerini sevdik...”
Henri de Régnier’i de sevdik, Ivan Davitkov’u da... Nedim’i de kucakladık, Nabi’yi de... Nef’i’den de okuduk, Karacaoğlan’dan da...
Kimi zaman ağladık, kimi zaman güldük... Umudumuzu hiç yitirmedik...
Loş uçurumları, mazi boşlukları ve sonrasızlığı Alphonse de Lamartine’den öğrendik. Kıskanç zamanı başka kıyılara sürüklenirken anladık. Dev boyutlu, uğultulu dalgalara hiç aldırmadık.
Akşamın sessizliğinde büyüyen bir ağaca baktık uzun uzun...
Dedik ki:
“Ve büyüyecek ağaç
büyüyecek akşamın yüreği üzerinde,
üzerinde yürüyecek benim yüreğimin.”
Örümcek ağı gibi parlayan kuşkulara hiç aldırış etmedik. Acıya, ihanete hep göğüs gerdik. Bulut sürülerinde bile sevdayı yakalamasını bildik...
Edip Cansever’le tanıştık, mutluluğun mahzunluk olduğunu anladık fotoğraflarda. Kalıcı bir gülümsemeyle sessizliğe bile tanık olduk. Bir gün eski mevsimleri yakalayıp birbirimize sorduk:
“Kader mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
Mahzunluk mu yoksa yaşam
Ve doğruyu söyleyen yalnız
O mu, Rilke mi
Ölümü içinde taşıyan...”

***

Yüreklerimiz kıpır kıpırdı Troyalı kadınlarla dans ederken, İdyia’yla sevişirken Apollon bile kıskanırdı.
Kınından sıyrılmış bıçak gibiydik, yıldızlar gibi delişmendik...
Aşktı bir hüküm süren o eski zamanlarda...
Gözbebeklerimizdeki kırlangıçlar göçmezlerdi güneye...
Vasko Popa’dan Ezra Pound’a uzanan gece üzerimize gelirdi çıplak göğüsleriyle...
Meydanlarda çoğaldık kıskanç zamana yenik düştüğümüz halde...
Kimimiz Che’ye hayrandık; kimimiz Fidel’e, Lenin’e, Mao’ya taptık; kimimiz ölüme gittik Niksar’da, Nemrut’ta...
Hiç yılmadık... Hep sevdik, hep âşık olduk. Umutlarımızı en kötü günlerde, zindanlarda bile çoğalttık...
Bizi sadece sevgililerimiz anlamadı...
Hepsi birer ikişer terk etti bizi...
Şarkılar söyledik, şiirler yazdık...
Hep ama hep âşık olduk...
Sarhoş olduk liman kentlerinde, avare olduk o eski sokaklarda; karaya vurduk yunuslar gibi, cehennemin orta yerine düştük...
Hiç yılmadık, yıldıramadılar...
Gözlerimiz kırık bir kayığa takılı kalsa bile düşünü unutan biz olmadık hiçbir zaman...
Fuzuli’yi ezberledik, Pir Sultan Abdal’la birlikte olduk, Nesimi’yle tokalaşıp Yunus Emre’yle tanıştık...
Ve sorduk:
“Sen bir sulu sepken olsan
Kanadım kırmaya gelsen
Ben bir deli poyraz olsam
Tepsem dağıtsam ne dersin”
Hem suskun hem gururlu, hem konuşkan hem de coşkulu olduk...
Yolun alacakaranlığında, bir gün geldi çok yorulduk...

***

Hüznü ve sevdayı en uysal öğütlerle büyüttük. Meydanları tanıdık, caddeleri sokakları mesken tuttuk.
Ne sevgililerimiz anladı bizi ne meydanlar, sokaklar, caddeler ne de işçi sınıfı...
Pedro Salinas okuyup bir saçma gökyüzünde bırakılmış, yıkılmış, inanılmaz düşler yakaladık. Çekilmez adam olmayı, hapishaneyi, bağımsızlık savaşını, ihaneti, aşkı ve kavgayı Nâzım’dan öğrendik.
İçki kadehleri gibi buğulanırken Attilâ İlhan’ı, kendimizi rüzgâra karşı siper ederken Cemal Süreya’yı tanıdık...
Çelik dökmeye hazırlanan eller gördük; mitralyözü türküleştiren, türküleri mitralyözleştiren eller de...
Günler gitgide kısaldı, yağmurlar başlamak üzereydi...
Tüm sevgililerimiz bir gün geldi terk ettiler bizi...
Meydanlar, sokaklar, caddeler tanımaz oldu hiçbirimizi...
Biz sadece şiirlerde kaldık, yüreklerden silindik, tıpkı İstanbul gibi ağladık:
“Şimdi gökler mecnun rüzgâr yolcu bulutlar
şimdi yürek sarhoş kâğıt sarhoş kalem sarhoş
minareler elpençe divan durmaktan usanmış
mavi yeşil neon lambaları bir sönüp bir yanıyor
son tramvaylar fren çözüp uykuya uzanmış
ve iliklerine kadar geçmiş efkâr
İstanbul şehri ağlıyor.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları