Hikmet Çetinkaya

‘Ellerin Avucumda...’

04 Ocak 2018 Perşembe

Uyurken seni seyrettim uzun uzun...
Kış bahçelere vurmuştu...
Dışarıda rüzgârın ıslığı gülümseyen bir gülü anımsatıyordu bana...
Yüreğimde titreşen bir sevda ürkütülmüş korkuları getiriyordu...
Seni düşündüm sabaha dek...
Ve kendi kendime sordum:
“Neden böyle oldun, niçin kendini feda ettin?”
Sen uyuyordun...
Sabah olmak üzereydi...
Bense salonda tek başıma oturuyordum...
Zamansız acıların içinde kaybolan düşlerim, nisan sabahlarında kaçıp giden aşklarım geldi aklıma...
Sonra Nihat Behram’ın “Ellerin Avucumda İki Ateş Damlası” şiiri...
“Çiçeğinde yeni yeni kamaşan zerdalisi ömrümün,
gülüşümde çekirdeği sertleşmemiş ilk çağlam,
kızım benim, nazım benim,
gurbet elde sazım benim,
yalazlanmış can tanem,
körpe dalım bir tanem..
Sisini gözlerimin, içimdeki
dumanı

seziverdin de sanki
acılandın uykunda,
sızlandın huysuzlandın..”
Artık sabah olmuştu...
Bir telaş, bir koşuşturmaca başlıyordu sokaklarda...
Kendi türkülerinden habersiz bir gece Wallece Stevens’ın dizelerinde kalmıştı...
Delice ötesinde o bilinen yalnız olmaların gölgeleri senin gözlerine düşüyordu...
Bir anda yerimden kalktım... Başucuna oturdum, saçlarını okşadım...
Sen uyuyordun!..
Yarım bıraktığım şiiri okumaya başladım:
“Dudakların kurumuş, ter içindesin yavrum!
Kolsuz kanatsız kalmış
geceden beri başucundayım..
Çırpınarak anlamını arayan binlerce sözcük
kabukları koparılmış yaralar gibi
uğulduyor beynimde..
İtiraf etmeliyim ki yavrum
çekip gitse de bir bir
ekmeğe, özgürlüğe, insanlık ve hayata dair
içimi dişleyen düşünceler,
senin bir gülücüğün şimdi
yaşamam için bana yeter.
Geceden beri başucundayım..
İşte, sabaha dayandı gün!
Aşsız, işsiz, kuruşsuz
bir ıssız bayırdayım..
Bebeğim, canımın kıvırcığı,
boranda fırtınada sürgün vermiş tomurcuk,
üzüm tanem, nar tanem,

acar yanım, bir tanem..”

***

Yürekte hüzün söner mi hiç?
Ben bu soruyu sorduğumda sen hâlâ uyuyordun çocuğum!
Perdeleri iyice çektim dışarıdan ışık sızmasın diye...
Saçlarını okşadım, alnından öptüm!..
İvan Bunin’in bir şiirini yüksek sesle okudum:
“Gün gelir yürekte hüzün de söner artık;
Ne mutluluğun, ne acıların olduğu bir yerde

Düşler de anımsayışlar da silinir gitgide
Kalır sadece, her şeyi bağışlatan bir uzaklık...”
Gözlerimde bir iki damla gözyaşı vardı...
Bilirsin ben az gülen, az ağlayan adamımdır...
Ağlatmayı başardın sağ ol!..
Bir evin içinde sadece ikimizdik çocuğum...
Ümit Otan’la konuştum...
Son kitabı “Aşk Geri Dönene Kadar”dan (Çınar Yayınları) bir bölüm okudum...
Kimin kararmıştı, Ayşenur’a odaklanan evreni?
Ümit yanıt verdi:
“Oğlumun!..”
Yaşama sevinci dolu bakışlar 17-18 yaşlarında nasıl doludizgin olur, nasıl buğulanırdı bilirdim...
Sokağa çıktım...
Kordonboyu’nda yürüdüm, simit peynir yedim, Pasaport Kahvesi’nde çay içtim...
Sevgililer geçiyordu kol kola...
Ocak güneşinde deliler gibi koştum. Gençliğimin Kahramanlar semti, Alsancak bana hiç yabancı değildi...
Birden Sunullah Arısoy’un bir dizesini anımsadım:
“Bütün gökyüzü, bütün gökyüzü
En namuslu vaktini yaşar sabahları.”

***

Yaşam, acıları da içinde taşır çocuğum! Yaşam hesap sorar gün geldiğinde!..
Yüzündeki çizgiler birdenbire çoğalır...
Sabah güneşleri kahreder insanı...
Bir gün gelecek sen de anlayacaksın hatalarını...
Tek başına ayakta kalmayı öğreneceksin, tek başına yaşamayı da...
Uyan artık çocuğum!
Güzelim, bebeğim uyan!..
Bak dışarıda pırıl pırıl bir kış coşkusu var...
Kuşlar havalanıyor evlerin çatılarından, çocuklar okullarından dönüyorlar...
Fırtınalarda sürüklenip gideceksin hiç farkına varmadan...
Juan Ramon Jimenez’in bir yıldız ve bir damla gözyaşıyla kaybolan yıllar çabuk geçer...
Bir sevdayla kör olur gökyüzü...
Yıldızın kaygısı, gözyaşının ışığıdır sakın unutma!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları