Hikmet Çetinkaya

‘Cumhuriyet Devrimi’nin Türkiye’deki anlamı...

02 Kasım 2017 Perşembe

Bugün Türkiye’de temel kurum ve kuruluşların yozlaştıklarını, işlevlerini gereği gibi yerine getiremediklerini söyleyebilirsiniz.
Güneşli ama soğuk bir günün içinde bu çıkmazdan ülkemizin nasıl kurtulacağını düşünürken Ahmet Taner Kışlalı’nın yıllar önce yazdığı “Çıkmazdan nasıl çıkılır” yazısını okuyorum...
Cumhuriyet rejiminin üzerine oturduğu sacayağını oluşturan üç temel güç nedir?
Yasama, yürütme, yargı...
Buna siz bir de eğitimi ekleyebilirsiniz...
Bir anlamda “Toplumun geleceğini hazırlama gücü” demek olan “eğitimi”!
Yargıya güvenin sarsılması bugünün sorunu değil. Nereden bakarsanız bakın geride kalmış bir otuz yıl var, yargıya güvenin sarsılmasının. Sorunu “paranın” ya da “mafyanın” çözebileceğine inanç artmış.
Özetlersek yargı geç, güç ve bazen kötü işliyor. Yargıya güven sarsılmış.
Eğitimin birliği ve tutarlılığı yok... Hatta farklı inançlara sahip “birbirine düşman” iki gençlik -devlet eliyle- yetiştiriliyor.
Köy Enstitüleri yerini imam hatip okulları, halk dersliklerinin yerini Kuran kursları almış. Özerk üniversiteler yerine YÖK, seçilmiş “çağdaş” yöneticilerin yerine, atanmış, çoğu “Türk-İslam Sentezci” rektör ve dekanlar gelmiş.
Ahmet Taner Kışlalı 1992 yılında şöyle diyor bir yazısında:
“Ama tüm bunlardan daha ‘elim’ ve daha ‘vahim’ olanı, yasama ve yürütmeyi birlikte içeren ‘siyasal güç’teki yozlaşmadır. Çünkü çürümüş ya da koşulların gerisinde kalmış olan bütün diğer kurumları değiştirme, düzeltme ve gerekirse ‘yeniden oluşturma’ işlev ve yetkisi orada odaklaşıyor!”

***

Çağdaş siyasal sistemlerin temel öğesini “siyasi partiler” oluşturur.
Toplumdaki temel çıkar ve eğilimleri temsil eden siyasal partiler var mı? Siyasal bölünme -yapay ya da kişisel nedenleri değil de- bu temel eğilimleri mi yansıtıyor? Partilerin yapısı demokratik mi? (Yani tabanın eğilimleri ve tavanın tutumu arasında, demokratik bir uyum var mı?)
Seçmen iradesi, siyasal karar alma ve uygulama süreçlerine “doğru” yansıyor mu?
Eğer bu soruların hepsine de “evet” yanıtı verebiliyorsanız, yasama gücü de yürütme gücü de “doğru” ellerdedir demektir... “Yanlış” işlemleri de zorlaştırılmıştır...
Yasama organı, toplumdaki tıkanıklığı açacak kararları alamıyor...
Yürütme organının sürekliliği, tutarlılığı, kararlılığı ve dolayısıyla inandırıcılığı yok...
Niçin bütün bunlar?
Çünkü siyasi partiler sistemi de seçim sistemi de 12 Eylül sonrasında daha da bozulmuş!.. Çünkü kitleler ile onları temsil etme savında olanlar arasındaki bağlantı daha da gevşemiş!
Bazen de tamamen kopmuş!

***

Sıradan bir ansiklopediyi açan meraklı, şu “harcıâlem” satırları okuyabilir:
“Cumhuriyet monarşinin karşıtıdır. Monarşi veraset yoluyla iktidara geçen bir kral ya da sultanın devlet başkanlığı yaptığı siyasal rejimdir. Ancak her cumhuriyet demokrasi değildir.”
Evet, nice cumhuriyetin tepesinde diktatör var; Latin coğrafyasında bu tür devlet başkanına “caudillo” (şef) deniyor. Kuzey Amerika’da ise ABD Cumhurbaşkanı demokratik bir devletin başıdır. Kralın, devletin başında göründüğü nice Avrupa ülkesi de -İsveç, Norveç, İngiltere vb – yeryüzünde demokrasiye örnek gösterilmiyor mu?
Yıllarca bu “basit” gerçeği yineleye yineleye dilimizde tüy bitti. 1970’lerin sonunda İran’da şah gitti, yerine şeriatçı cumhurbaşkanı geldi; kafalar karıştı.
2020’li yıllarda durum ne?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları