Salona İndim, Hırsızım Orada

10 Haziran 2014 Salı

İki hafta önceydi.
Bankamatikten para çekmek için arabamı bankanın önüne park ettim.
Sırt çantam yan koltuktaydı; bilgisayarım da içinde...
Para çektim, döndüm; hepsi en fazla 1-2 dakika sürdü.
Yola çıktım, bir süre sonra yan koltukta çantamın olmadığını fark ettim.
Hızla geri döndüm.
Nafile...
Gitmişti.
Bankanın karşı köşesinde bir ekip aracı vardı. Ekipteki görevlileri köşedeki pastanede çay içerken buldum. Anlattım.
Samimiyetle üzüldüler.
Vay namussuz” filan dediler. Böyle şeylerin sıkça olduğunu söylediler.
İki hafta boyunca herkesten bolca dinleyeceğim hırsızlık tekniği ve yöntemleri öykülerinin ilkini orada dinledim.
Uzaktan kumandayla kilitlenip açılan araçlar için sinyal bozucu “jammer”lar geliştirilmiş. Siz aracı kilitlediğinizi sanırken sizinle aynı anda kumandasına basan hırsız, hızla arabaya doğru hareketleniyormuş ve aracı soyup ortadan kayboluyormuş. İstanbul’da çok yaygınmış. Hatta bankanın karşısındaki parkı işleten değnekçinin söylediğine göre siyah kask takıp motosikletle köşede bekliyorlarmış.
Bankanın güvenlik şefine göre ise bilgisayarı hiç elde tutmuyor, hemen seri numarasını silip satıyorlarmış.
Dinledikçe rahatladım tabii...
Yalnız değilmişim. Herkesin başına geliyormuş.
Cümle âlemin bildiği sırra nihayet vâkıf olmanın huzuru, bilgisayarımla birlikte giden arşivimi ve en önemlisi yeni kitabın taslaklarını unutturdu.

***

İki hafta sonra bu pazar...
Sabah 09.00’da alt kattaki salondan gelen şangırtı ile uyandım. Hemen aşağı fırladım.
Ve salondan dışarı açılan kapının önünde hırsızımla karşılaştım.
İri yarı, kısa saçlı, hırpani kılıklı bir gençti.
Beni görünce panikleyip bir eliyle yüzünü kapattı. Diğer elini de yüzünü görmemi engelleyecek şekilde ileri uzattı.
Rahatsız olmayın, soyup çıkacağım” der gibiydi. Ya da uyku sersemi bana öyle geldi.
Gel buraya” diye bağırarak üzerine yürüdüğümde koşarak kaçtı.
Peşinden fırladım.
Sırra kadem basmıştı.
Eve dönünce, mutfak penceresinin açık olduğunu ve devirdiği saksının, tezgâhın üzerinde dağılmış halde durduğunu gördüm.
Pazar sabahı 09.00’da uluorta eve dalacak kadar fütursuzdu.
Polise göre tiner çekmiş olmalıydı.
Bense hırsızların ödüllendirildiği ülkemizin, vitrine koyduğu rol modellerde buldum kusuru...

***

Evin bahçesinde güvenlik kamerası vardı.
Hırsızı yolcu ettikten sonra hadiseyi bir de ağır çekimde izleyelim diye başına kurulduk.
Delikanlının sokağa özgüvenle girişini, bahçeye demir parmaklıklar üzerinden atlayışını, eve bir tilki sinsiliğiyle yaklaşmasını, kamerayı görünce yüzünü kapatmasını, önce bahçe kapısından içeriyi yoklayıp sonra pencereyi açmasını, yarattığı gürültünün şaşkınlığıyla içeri dalmasını izledik.
İndiğimi duyunca vaktinin sınırlı olduğunu anlamış, sadece salondaki cüzdanımı alıp kaçmıştı.
Yıllarca soyulmayıp iki hafta içinde iki kez soyulunca insan, acaba senkronize bir faaliyet mi düşünmeden edemiyor.
Bu kaygılarla tedirgin bir uykuya yattım o gece...
Rüyamda hırsızıma kendi görüntülerini izletiyordum.
“Montaj bunlar abi” diye gülüyordu karşımda...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları