Hikmet Çetinkaya

Sen ağlama gülüm...

11 Haziran 2017 Pazar

Avuntular içinde gezinirken zamanın saat ayarını yapmayı unutmuşum...
Maviler içindeyim, gecikmiş günlerin beklentisinden yorgun düşmüşüm.
Sessizlik ezgilerle bozuluyor. Kimsesiz dar sokaklarda avare günleri özlüyorum.
Günün aydınlığı İyonya’nın sularına vururken saçlarını rüzgâra teslim etmiş kadında hüzünlü bir anneyi görüyorum.
Bir babanın şehit oğlunun fotoğrafına son kez bakışını...
Nice ölümleri, acıları, kahroluşları...
Tam o sırada mavi ve kırmızı bir bulut yürüyor gökyüzünde...
Duygularım karmakarışık.
Urla iskelesinde mi olmalıyım, yoksa Foça’da Siren Kayalıkları’nda mı bilemiyorum.
Çok uzaklardayım...
Gökyüzü öyle serin ki şimdi!
Garip bir zamanda yaşamak bazen acıma duygusu yaşatıyor içimde. Fosforlu bir ışık yayılıyor evrene.
Belki ölümsüzlük bekliyor yıldızlar kavşağında.
Ne anlıyorum ne de anlatabiliyorum.
Vitezslav Nezval bir Prag sabahında uyanıp mevsimleri ellerinde büyütüyor.
Voltada şarkı söyleniyor, şarkılar...
Gece ağlarını dökmüş ve av başlıyor.
Daha da ışıltılı bir bayram gecesinden... Art arda ölüyor geceler derken...
Saat duruyor...
Ay ışığı giriyor pencereden...
Bir kadın saçlarını topluyor Prag’ın dış mahallelerinden...
Yüreğimden bir parça hayat kopuyor...

***

Yüz yıllar boyu bir mücadele sonunda kazanılmadı mı temel hak ve özgürlükler?
Çağdaş bir dünyanın parçası değil mi benim canım ülkem?
Sorular peş peşe geliyor aklıma...
Bir toplumdaki en önemli güven öğesinin ne olduğu sorusunu soruyorum...
Toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançlarını sorguluyorum.
Zaman geçip gidiyor sorular ve yanıtlarla.
Yanılgıyla hayali koyuyorum masanın üzerine...
Bir çiçek, ırmağa bakan pencereden soluk alıp veriyor.
Prag’da bir gece yarısı kar yağıyor...
Anımsamaya çalışıyorum...
Yıl kaçtı acaba?
Ardından şairin dizelerini mırıldanıyorum:
“Sağ gözün öğle vaktidir gökyüzünün
En yüksek noktasındaki güneşi andıran gözbebeğiyle
Sol gözün öğle saatlerinde ve bulutlar
Sanrılarındır senin aşkı düşündüğünde
Bir gemi geçer su üzerinden
Ya da Afrika
Korktuğun zaman sen
Kaya burcu çıkar bulutların içinden
Senin ellerinin düşündüğünü balıklara göre anlarım
Bir evliliği düşünüyorsan eğer bin yapraklı gül açık eder bana
Aşk yorgunluğuyla masalsı kentler kurarsın
Tritonların kavgasıdır kararsızlıkların
Kederli misin bir mum yanar
Acele bir öpücük gönderirsin bana mühürlü bir mektubun içinde
Çıngıraklar gibi ses verir sevincin
Tutkuya kapıldığın zaman...

***

Bu yazı burada sonlanırdı gülüm...
Yeryüzünde tüm yalnızların akşamı, kaçak bir beyaz bulutun hüznüyle buluştuğu saatlerdi, çiçek kokulu odalarda çocuklar uyuyordu gülüm.
Sevdalı bir bulut geçiyordu başımın üzerinden.
Ben ağlıyordum...
Ben kahroluyordum Abdülvahap El-Beyati’nin dizelerini okurken.
Sürgünde bir çocuk, özlem kuşunun kanatlarında uykuyla uçuşuyordu.
Sonra Nâzım Hikmet’e ağıt yazılıyordu...
“Gençliğin son aşkım”
Bir haziran sabahıydı...
Bahçede renk renk çiçekler, kiraz ağaçları.
Aklımda sen vardın...
“Gülüm nasıl da yaşlandı Paris
Oysa ben çocukluğumu yaşıyordum hâlâ
Uğraşım gezginlik ve türküler yakmak
Yeryüzünde tüm yalnızların akşamında. ”
Bulutlarla ve kuşlarla örülmeliydi yaşam...
Kumlarla, çakıllarla, istiridye kabuklarıyla bütünleşmeliydi aş, sevgi ve barış...
Tüm şiddet bitmeli, özgürlüğün kapısı açılmalıydı. Yoksulluk olmamalıydı...
Toplumsal barış sağlanmalıydı...
Yurttaşların bir kısmının daha üstün hak ve özgürlüklerden ya da ayrıcalıklardan yararlanmaları mümkün olmamalıydı...
Sen hüzünlenme, ağlama gülüm!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları